2008 1 MAYIS’INDA DEVRİMCİLER HARİÇ HERKES
SINIFSAL KONUMUNUN GEREĞİNİ YERİNE GETİRDİ
“Tekrar söylüyoruz, biz 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına karşı değiliz. Devrimci 1 Mayıs platformu içindeyiz ve kutlamaların Taksim’de olması halinde biz de üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getireceğiz.
Ne var ki Taksim önerisi, hele ki ‘Türkiye’de tek bir 1 Mayıs’ biçiminde yapılıyorsa; bu, aynı ciddiyette bir değerlendirme derinliğini, güç ve imkan testini ve ortaya çıkan veriler ışığında bir hazırlığı gerektiriyor. Kaygımız bu çerçevededir. Açıklama yapan bileşenlerin Taksim’e nasıl girmeyi varsaydığı bile net değildir. Zaten bu konuda, alana engelsiz girebilme olasılığı dışında ortaklaşmak da mümkün görünmüyor. Süleyman Çelebi’nin valinin yasakçı tutumuna verdiği yanıt, içinde bulunulan kararsızlığı/belirsizliği dışavuran niteliktedir. Bu belirsizlikler, hazırlık yoksunluğu ve koşulları gözetmeyen öneriler eşliğinde 1 Mayıs’a girilirse, genelde Türkiye’de özelde Taksim’de (alanda kutlansa dahi) ortaya çıkacak olan nitelik ve nicelik zayıflığının sınıflar mücadelesine, ilerleyen günlerdeki olumsuz yansımasının sorumlusu tabii ki sadece Süleyman Çelebi olmayacaktır.”(DEVRİMCİ HAREKET, 24 Nisan 2007)
Bir mücadelenin başarıya ulaşması için önerilecek yöntem ve araçlarda isabetin zorunlu koşulu, tarafların niteliğinin doğru okunmasıdır. Sınıflar mücadelesi, bu açıdan diğer mücadele alanlarına oranla daha karmaşık boyutlar içerir. Bu nedenle, eylem ile teori arasındaki diyalektik, ancak Marksist yaklaşımla kavranabilmekte; bu kavrayışın dışında kalan tüm kesimler, egemen yönlendirmenin etkisinde kalmaktadır.
Yaşadığını veya gördüğünü, neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirip ders çıkaramayanlar gibi, öğrenirken ezbere kaçanlar yaparken tekrara düşerler. Tarihsel geçmişi incelendiğinde bu konuda toplumsal kesimler içinde en başarılı olanlar devrimcilerdir. Ne var ki, son yıllarda azalan güç ve imkanlarla doğru orantılı olarak düşünsel imkanların daralması; gerçekliğin kabulü ve ona uygun konumlanma yerine, günü kurtarma hesaplarının öne çıkması, devrimci yapılarda geleceği okuma yeteneğini zayıf düşürmüş, yedeklenme eğilimini arttırmıştır.
Zayıf düştükçe daha radikal söylem kullanan ve fiili ile sözü arasındaki açıyı her yıl biraz daha büyüten devrimci yapıların halk nezdindeki güvenilirliği de giderek zayıf düşmektedir.
Süleyman Çelebi gibi 2004’ten beri 1 Mayıs’ı istismar ederek ilgi toplayan, üçüncü sınıf senaryolarla ve devletten “Taksim ricası”nda bulunarak devrimcileri peşine takıp her seferinde 1 Mayıs’ı adeta kutlanamaz hale getiren sendikal bürokrasinin kıymete bindirilmesi (hatta ciddiye bile alınması) devrimciler için bağışlanmaz türde bir sorumsuzluktur.
Bizler bu nedenle geçen yıl 28 Nisan’da “2007 1 MAYIS’INI KAYBETME SORUMLULUĞU SADECE DİSK ÖNDERLİĞİNE AİT DEĞİLDİR” demiştik. 1 Mayıs’tan sonra da “2007 1 MAYIS’INI KAYBETMEK 2008 1 MAYIS’INI KAZANMANIN SEBEBİ OLSUN” diyerek en azından 2008’de böyle bir tekrarın yaşanmamasını temenni ettik. Ne var ki öznel hesapların aklı gemler noktaya gelmesi ve devrimci zemindeki özgüven yitimi nedeniyle, başkanlığı boyunca sınıfın hak alma mücadelesinde tek bir başarıya imza atmamış olan Süleyman Çelebi (ve diğer konfederasyon başkanları) devrimci demokrat tüm kesimlerin 1 Mayıs’ta ne yapacaklarına karar verebilir hale geldi.
Adı “Devrimci” ile başlasa da gerçekte DİSK, başkanlığı dahil, TÜRK-İŞ’ten daha ileri konumda değildir. Mustafa Kumlu’yu TÜRK-İŞ’in başına AKP getirdi. Ancak bu her yıl 1 Mayıs’ı önlemekten sorumlu sendikacı biçiminde hareket eden Süleyman Çelebi’yi ondan daha devrimci veya daha az işbirlikçi yapmıyor. 1 Mayıs’ın öncesinde ve 1 Mayıs sabahında görüldüğü gibi gerçekte aralarında bir duruş farkı da yoktur.
30 Nisan akşamı Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Türkel’in yaptığı açıklama toplam niyeti ele veren nitelikteydi.
”Biz, 3 koldan yürüyüş kararımızı gözden geçirmek suretiyle tek kola indiriyoruz. Şişli’de toplanıp, 3 örgüt olarak hiçbir bayrak ve flama açmadan, sadece 1 Mayıs flamaları açarak, tek slogan ve tek bayrak yürüyüşümüzü yapmak istiyoruz. Artık bundan vazgeçmeyiz”
O an’a kadar yüksek perdeden söylenenleri reddeden ve devrimcilere pankart açtırılmayacağının mesajını veren bu teslimiyet kokan açıklama bile dikkat edilirse karalılık vurgusuyla bitiriliyor. 1 Mayıs sabahı yapılan “provokatörleri içimize almayacağız” biçimindeki açıklamalar gibi, yapılan ve söylenenler bir bütün halinde niteliği ele veren türden gelişmelerdi.
Bizler Taksim’in öneminin de devletin faşist yapılanmasının da bilincindeyiz. Sokakta yaşanan her gerilimin; saldırı, acı ve kaybın gerçek sorumlusunun genelde egemenler özelde devlet (sadece AKP değil) olduğunu biliyoruz. Bu nedenle bize, Kanal-türk, Radikal Gazetesi, CHP, vb. çevrelerde rastlanan biçimde polisin tutumuna dair şaşkınlık tanımları yapmak yakışmaz. Evet biz, varlık sebebi faşist rejimi korumak ve sokakta güvenlik terörü estirmek olan, ‘89 1 Mayıs’ında Mehmet Akif Dalcı’yı, geçtiğimiz aylarda Ferhat Gerçek’i hedef gözeterek vuran polisten bugünkünden farklı bir tutum beklemiyorduk. Onlara ve temsil ettikleri sınıfa bu yakışırdı. Bizi şaşırtan, onların değil geleceği okuma kabiliyeti çok daha yüksek olması gereken devrimci yapıların tutumudur.
Kısacası 2008 1 Mayıs’ında, devrimciler hariç herkes sınıfsal konumunun gereğini yerine getirdi. Devletin görevi halka düşmanlıktı. Sendikal bürokrasi ise son tahlilde egemenlerle işbirliği yaptı. Devrimciler ise irade geliştiremeyip sendikal bürokrasiye yedeklendi. Bu mevcut durumu damıtarak kendine öznel zaferler yazdıranlar olur mu bilemiyoruz. Biz, bu yıl yaşananların 2009’da tekrarı önlemede öğretici olması halinde, tüm kayıplara rağmen kazanç için yolun açıldığını düşüneceğiz. 2 Mayıs’a bu bilinçle giriyoruz.
1 MAYIS 2008
DEVRİMCİ HAREKET