Devrim, kendiliğinden gerçekleşebilecek bir eylem değildir. Devrimcilik, gereği yerine getirilmeden sahip olunabilecek bir nitelik değildir. Bugün bu tanımlar, tüm zamanların en zorlu sınavlarını gerektirmekte; durduk yerde devrimcilik durduk yerde devrim yararı oluşmamaktadır. İşte bu koşullarda devrimci yaşamı inatçı bir istikrarla sürdüren 17 insanın katledilmesiyle ilgili konuşuyor ve yazıyoruz.
Bu nedenle dil de kalem de özel bir sınavdan geçiyor. Kimsenin kolaya kaçma, öznelliğe bulanmış değerlendirmeler yapma keyfiyeti yoktur. Aslında bu süreçte eleştiriye de ihtiyaç yoktur. Bu süreci yaşayanlar, gerekiyorsa eğer en kapsamlı dersi zaten çıkarmışlardır. Bu nedenle bize, nerede ne yapılmaması gerektiğini anlatmak veya olayın yaşandığı döneme daireksik ve zaaflar listesi çıkarmak değil; 17’leri anlatmak düşer. Bu tür bir tercih, aynı zamanda bir sahiplenmedir. Onlara yeterince saldırıldı, yeterince ateş edildi. Ama onlar yeterince anlatılmadı. Bugün hala ortalıkta birileri “hiçbir değer için ölmeye değmez” diye dolaşıyorsa, yüzyıllardır paçavraya çevrilmiş düşünce ve tercihler tekrar yükselen değerler halinde piyasaya sürülüyor ve kabul görüyorsa; OKAN olabilmek, CEMAL olabilmek, yaşamı AYDIN HANBAYATça karşılayabilmek; tüm devrimciler için sahiplenilmesi gereken bir değer olmalıdır.
Kimse bize siyaset farkını anımsatmaya kalkmasın; biz devrimciyiz ve bunun gereklerinin devrimciler arası nasıl bir dostluk ve yoldaşlık gerektirdiğinin bilincindeyiz. Artık devrimci pratik, “ben” tanımı üzerinde biçimlenmiş tercihleri reddediyor. Sol tanımının bulandığı, MHPye rahmet okuturcasına ırkçı-milliyetçi bir zemine kayan CHPnin hala kimilerince sol sayılabildiği, Mehmet Ağar’ın Nazım’dan şiir okuduğu koşullarda; devrimcilerin, solu da devrimciliği de en berrak renklerle yansıtma görevi vardır. İşte bu yansıtmada belki de 17’leri anlatarak işe başlamak gerekiyor. Üstelik bu işi yaparken “ dünya değişti siz de değişin ” telkinlerine kulak dahi asılmamalıdır.
Bugün devrimin önündeki en tehlikeli engellerden biri de 17’ler tarzında bir duruşun; bedel ödeme ve kararlılık ölçüsünün ihtiyaç olmaktan çıktığını telkin etmek; diğer bir ifadeyle, sistem içi arayışları ve sınıf uzlaşmasını devrimciliğin yerine koymaktır . Bu anlayış gerçekte yeni değildir. ama kabul görmesini sağlamak amacıyla yeniymiş gibi sunulmaktadır. Gerçekte ise sınıflı toplumlar boyunca her dönem direnenler olduğu gibi teslimiyeti seçenler de olmuş; bedel ödemek yerine kendisine dayatılan onursuzluğa rıza göstererek yaşamayı tercih edenlere de rastlanmıştır. Dikkatle bakıldığında ihanetin renginin de, insanca yaşam kavgasında ortaya konan pratiklerin de bir devamlılık taşıdığı görülür. Yani her dönemin Bernştaynları, Kautskyleri, Troçkileri olmuş; ama, Lenin’i, Stalin’i, Mao’su da olmuştur. Ülkemiz devrimci topraklarında Mahirlerin, İbrahimlerin boyvermesi bu gerçeğin Türkiye izdüşümüdür. Karamsarlığa kapılacak, gelişmelerden reformizm damıtmayı gerektirecek bir durum yoktur.
Devrimciler her dönem katledilmiştir. “Her ölüm erken ölümdür” derler. Doğrudur; ama, dolu yaşamak veya boş yaşamak vardır. Toprağa karışıp gitmek veya tohum olmak vardır.
Devrimcilerin ölümü dahi bir işlev görüyor; değiştirici dönüştürücü etki bırakıyor ve giderek büyüyen bir mirasa dönüşüyorsa; bu ne denli ölüm sayılabilir ki?
17’lerin henüz çok şey yaşamadan göçüp gittiğini düşünenler varsa onlar da yanılıyor. Çok şey yaşamak; gerçekte uzun yaşamak değil, yaşanan süreye çok şey sığdırmaktır. Tutsaklık koşullarında dahi üretkenliğinin kapasitesini geliştiren, sevgisini ertelemeyen, aile bağı ile parti bağını dengeleyen, dostlara dostluk düşmana düşmanlık için vakit ayıran, bilimi de sanatı da ilgi alanına sokan, yemeğe de, ağız dolusu gülmeye de önem veren, ama gerektiğinde ölümüne açlığa yatan OKAN ÜNSAL’a kim az yaşadı diyebilir ki? Ölüm Orucu’na dans ederek giren BERNA ÜNSAL, bunca bedelden sonra ve sağlık sorunlarına rağmen dağa gitmeyi tercih etmişse; onu eleştirmek veya yaşadıklarını hafife almak; olsa olsa, bu yaklaşım sahiplerini küçültür.
Bir gözünü kaybetmiş halde ve bedeninde şarapnel parçalarıyla hapishaneye gelen CEMAL ÇAKMAK, götürüldüğü her hapishanede sağlığının bir parçasına kastedildiği halde sadece moralinden ve devrimciliğinden değil, vericiliğinden de bir şey kaybetmemişse; örneğin koğuşta yatakların yetersiz kaldığı durumlarda yatağını başkasına verip bir gerilla gibi sırt çantasına yaslanarak uyumayı önermişse; yürüme güçlüğü çekerken dahi devrimci görev gereği dağa çıkmaktan kaçınmamışsa; eleştiriyi değil, alnından öpülmeyi hak ediyor demektir.
Uzun süreli tutsaklıklar, devrimcileşme sürecini tamamlamamış veya devrimle bağı gevşek olan insanlarda, tutsaklık sonrasında bir yılgınlığa veya devrimcilik tercihinden uzaklaşmaya sebep olur. ÖKKEŞ KARAOĞLU’nun tutsaklık sonrasındaki devrimcilik tercihi tutsaklığı da ölümü de göze aldığının göstergesidir. Aynı durum 17’lerin bütünü için geçerlidir. Değer erozyonunun, hiçliğin, köşedönmeciliğin kamçılandığı, dünya ölçeğinde solun bir güç ve güven sorunu yaşadığı, devrimcilere yönelik saldırıların doz ve çeşidinin arttırıldığı koşullarda; 17’ler tarafından, devrimci görev gereği göze alınan risk ve sonuçta ödenen bedel, umut vericidir. Bu bağlamda yaşanan kayıp, aynı zamanda bir kazanımı da bağrında taşıyor. Bu kazanım devrimciliğin hanesine yazılmıştır. Bu nedenle, bir yanımızla OKAN, CEMAL, CAFER olabilmek; hem onları yaşatmak için, hem de aynı havuzda birikimi zorunlu kılan devrime karşı sorumluk için bir gerekliliktir.
17’lerden öğrenmek, yaşadıklarından ders çıkarmak; Mercan Vadisi’nde yaşanan olaya dair komplo teorileri üretmeyi değil, o buluşmanın bağrında taşıdığı yoldaşça güveni, devrimci özü ve feda ruhunu öne çıkarmayı gerektiriyor. Devrim şehitlerini de devrimi de sahiplenmek bunu gerektiriyor.
OKAN’A
Vurulduğunun haberini aldığımda Seninle paylaştığımız sigaranın
izmariti Asılı kaldı ağzımda
Aslında kendimi mutlu sonlara alıştırmış değilim Ama bu kez
İçimdeki kadın saçlarından sürükleniyor gibi kanadım. Genzimden aşağı
Uzakta sessizce ağlayan bir köyün Gözyaşları boşaldı
İçimi tuz dışımı ter bastı
Bilirsin yaşamın esmerliğinde ısrar devrimde ısrardır.
Ve yine bilirsin ben inatçı esmerlikleri Küba gibi severim. Şimdi sanki 1949 Çin’ine
Ve içimdeki Uzun Yürüyüş sabrına kastetmişler gibi öfkeliyim. Hala çekik gözlü bir kız çocuğunun
Çığlıkları çınlıyor kulaklarımda
Dün gece rüyama girdin
Bana kapitalizmin her dakikada 1 anneyi
her 3 saniyede 1 çocuğu öldürdüğünü anlattın. Kendinden hiç bahsetmedin
Yine çocuk sadeliğinde bakıyor esmerce gülümsüyordun.
Seni, saklamaya çalıştığın yaralarından öptüm
Ve bana iyi gelecek bir yığın sözler vererek ayrıldım.
Yani ben Okan’ın yanından geliyorum yoldaşlar
Söyleyeceğiniz her türküye o da eşlik ediyor olacakmış.
Sayı 22 (Ağustos – Ekim 2006)