8 MART KARNAVAL DEĞİL
SÖMÜRÜ VE EŞİTSİZLİĞE KARŞI İSYAN GÜNÜDÜR
İnsanlığa ait çelişkiler içerisinde en eski olanı kadın-erkek karşıtlığıdır. Bu, uzlaşmaz bir karşıtlık değildir. Bütün zıtlıklar mücadele sonunda nitel bir değişimi ve zaferi zorunlu kıldığı halde, kadın-erkek karşıtlığı daha çok birlikte değişimi ve gelişmeyi zorunlu kılar. Yani burada karşıtlardan birinin yok olması yaşamın da sonu olacağı için kadın ile erkek, karşıtlıktan çok birlikteliğin ifadesidir.
Ancak sınıflı toplumlar tarihi boyunca egemen sınıflar, toplumdaki tüm farklılıkları kullanarak sistemlerini güvenceye almak istemiştir. Sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte devlet biçiminde örgütlenen yapı, nüfusun yarısını oluşturan kadınları, bizzat erkekler üzerinden kontrol ederek muhalefet potansiyelini yarıya indirmeyi hedeflemiştir.
Kadının ezilmişliği sınıfsal bir karakter taşır. Bu nedenle kadının kurtuluşu da emekçi halkların kurtuluşundan bağımsız ele alınamaz. Bu noktada kadının özgürleşme sürecini sistem sınırlılığı içinde arayan feministleri değerlendirme dışı tutuyoruz. Asıl üzerinde durulması gereken, geçmişinde kadının kurtuluşunu devrimde görürken bugün feministlerle aynı zeminde buluşmakta sakınca görmeyen kimi sol yapılardır.
Bozulma önce dilde başlar. Egemen sınıflar muhalif güçlerin duruşunu bozmaya özel bir gayret gösterir. Burjuvazi, kendi hastalıklı düşüncelerini adeta bir virüs gibi yaymaya çalışmaktadır. 8 Mart’ı Emekçi Kadınlar Günü yerine “kadınlar günü”ne dönüştürme çabaları solun diline de sloganlarına da yerleşmeye başladı. 8 Mart’ın çıkışına neden olan direnişi de yok sayan bu eğilim, zengin-yoksul tüm kadınların ortak sorunlar yaşadığı varsayımından hareketle, 8 Mart’ı mücadeleden ziyade Anneler Günübenzeri bir mantıkla kutlamayı tercih etmektedir ki bu durum en çok düzenin işine gelmektedir. 8 Mart mitinglerine erkek emekçileri almayan ancak sınıfsal ya da siyasi tercihlerine bakmaksızın kapılarını tüm kadınlara açanlar, Tekel direnişindeki kadınlara hükümetteki kadın bakanların yaklaşımını açıklamakla yükümlüdür. Ya da Tüsiad’ın kadın başkanı Ümit BOYNER’in kadın emekçilerle ilişkisini kurmak durumundalar. Erkek emekçilere 8 Mart’ta kapılarını kapatan zihniyet ile 1Mayıs’ta öğrencilerin ne işi var diyen anlayış aynı egemen anlayışın türevleridir. Bütün bunlar zorlama yaklaşımlar gibi görülebilir. Ancak herkes sussun kadınlar konuşsun türü bozulmalar bu değerlendirmeleri zorunlu hale getiriyor.
Kadınların bağımsız örgütlenmesinden anlaşılması gereken, sistemden bağımsızlıktır.Kadınların cinsel kimliğinden kaynaklı sorunları etrafında örgütlenmesi bir ihtiyaçtır. Ancak bu örgütlenme; eşitlik, özgürlük ve demokrasi ihtiyacı duyan kesimlerle buluşarak ortaklaştığı oranda anlamlıdır. Diğer türlü kadın sorununu tekil bir sorun olarak ele almak, hem çözümsüzlüğü hem de devrimden çıkarı olanların bir birini çelmelemesini beraberinde getirecektir.
Kadın sorunu demokratikleşme sorunudur. Ülkemizde demokrasi meselesi devrimle çözülecek bir meseledir. Eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebi olan tüm halk kitlelerinin, devrimci bir program etrafında cepheyi genişleten, düşmanın gücünü de azaltan bir yol izlemeleri zorunluluktur. Aksi takdirde her kesimin kendi kulvarında aşınma riski hiçbir zaman ortadan kalkmaz.
Bütün eşitsizliklere ve egemenlik ilişkilerine kaynaklık eden sistem ortadan kalkmadıkça, özgürlük, yalnızca kadınlar için değil, hiçbir kesim için mümkün değildir. Erkek egemenliği bir sonuçtur. Sonuçlarla mücadele etmek elbette ki kaçınılmaz bir görevdir. Ama aslolan nedenlere karşı cepheden bir karşı koyuşu hayata geçirmektir.
Devrimci bir yoldan ilerleyen kadınlar kendi kurtuluşlarıyla birlikte insanlığın da doğasıyla barışmasını sağlayacaktır.
Kadın-Erkek El Ele Eücadeleye!
4 MART 2010
DEVRİMCİ HAREKET