Madenlerdeki Ölümlerle İlgili Devrimci Hareket’in Taksim’den Galatasaray’a Yürüyerek Yaptığı Basın Açıklama Metnidir
Ülkemizde her gün, iş kazası adı altında yeni ölümler, yeni cinayetler yaşanıyor. İş yerlerinde yaşanan ölümler, sayısal olarak dikkat çekmiyorsa haber dahi olmuyor ve hızla gündemin dışına itiliyor. Toplu ölümler ise genellikle eğitimsizlikle veya dikkatsizlikle açıklanmaya çalışılıyor. Böylelikle cinayetlerin asıl sebepleri perdelenmek isteniyor.
Artık kanıksanan iş cinayetlerine bir yenisi daha eklendi. Türkiye Taş Kömürü Genel Müdürlüğü’ne bağlı Karadon Maden Ocağı’nda meydana gelen grizu patlaması sonucu, 30 işçi yaşamını yitirdi. Her zaman olduğu gibi, devlet yetkilileri hemen bölgeye akın etti. Böylesi durumlarda sık sık yaptıklarını tekrarlayarak, iş cinayetini sanki doğal afetmiş gibi yansıtma çabasına girmişlerdir. Sanki cinayetin sorumluları devletin kendisi değilmiş gibi acı çektikleri izlenimi vermeyi de ihmal etmemişlerdir. Oysa iş cinayetlerinin sorumlusu sistemdir, devlettir, mevcut iktidardır.
Karadon maden ocağında yaşanan katliamın asıl failleri, bu maden ocağının işletmesini mevcut yasaları da hiçe sayarak taşeron firmaya verenlerdir. İş yasası, asıl işte taşeron çalıştırmayı yasaklıyor. Yerin 540 metre altından kömür çıkarma işinin taşeron firmaya verilmesi, işçilerin bilerek ve teamülden ölümüne sebep olmaktır. Çünkü taşeronluk güvencesizlik ve sendikasızlığın yanında, sağlık ve iş güvenliğini de ortadan kaldıran bir uygulamadır. İşçi sınıfını sendikasızlaştırmak için taşeron uygulamasını tercih edenler, yalnızca maden ocaklarında değil, aynı cinayetleri tersanelerde, Davutpaşa’da, tekstil iş kolunda da işlemişlerdir. İş güvencesinin yanında iş güvenliğini de maliyet olarak algılayan zihniyet, iş yerlerini işçi kanıyla yıkamaya devam ediyor.
Biz, ülkemizdeki işçi emeğinin ucuzlamasını da işçi ölümlerinin de sebeplerini çok iyi biliyoruz. Kapitalizmin kar hırsı her şeyden önce gelmektedir. Bu kar hırsı aynı zamanda kendi sonunu da hazırlamaktadır. Emperyalizmin küresel düzeydeki saldırılarının, kendi krizini yarattığını artık herkes görüyor. Krize giren sistem, emekçilere daha çok saldırmakta ve kölelik koşullarını dayatmaktadır. ABD emperyalizmi; Çin, Hindistan, Rusya gibi ekonomilerini ucuz emek üzerinden var eden ülkelere karşı, Türkiye’yi ucuz üretim üssü olarak kullanmayı planlamaktadır. Bu çerçevede düşünüldüğünde, emeğin ve işçi hayatının gelecekte daha tehlikeli bir sürece gireceğini şimdiden görmek gerekiyor. Ortalama işçi ücretlerinin 200 dolara gerilemesi önümüzdeki dönemde kimseyi şaşırtmamalıdır. İşsizliğin Milli Siyaset Belgesinde iç düşman olarak tanımlandığı günümüzde, emekçiler açlıkla terbiye edilip köleliğe razı edilmeye çalışılmaktadır.
Köleliği, işçi ve emekçiler için doğal bir yaşam biçimi olarak algılayan başbakan, acılı ailelerin karşısına geçip bunun kader olduğunu söyleyebilmiştir: “ Üzüntümüz büyük. Ama bu bölgenin insanı bu tür olaylara alışık. Bu mesleğin kaderinde bu var. Mesleğe bunları bilerek giriyorlar.” diyen başbakan, unutmamalıdır ki işçi sınıfı kaderini eline aldığında, sermaye ve onun yanında saf tutanlar daha kötü bir kaderle karşılaşacaktır.
Madencilik alanındaki bilim insanları, grizu patlamasını sıfırlamak mümkün değilse de alınacak önlemlerle patlama riskinin %95 oranında önleneceğini kesin bir dille ifade etmektedir. Toplamı 400 bin lira olan teknik önlemleri almak yerine maliyet hesabı yapan sistem, yerin altından gelen öfke selinden kendini kurtaramayacaktır.
İşçilerin, emekçilerin öfkesi yıkıcı bir etkinin yanında, kurucu bir gücü de ifade eder. Bizler bunun Fatsa’dan Çeltek’ten, Tariş’ten biliyoruz. Bu güç, insanlık dışı tüm köhnelikleri yok ederken, yerine insanlığın baharını yeşertecektir. Buradan bir kez daha, işçilerin direnerek dönüşeceğine, örgütlenerek değiştireceğine olan inancımızla yaşanan katliamı kınıyoruz. Halkımızın acısı acımız, öfkesi öfkemizdir. Hesap soracağız.
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ!
23 Mayıs 2010
DEVRİMCİ HAREKET