Kadın sorunu, sınıflı toplum tarihi boyunca varlığını sürdüren, hatta “öte dünya”/cennet tariflerinde bile etkisi hissedilen, günümüze çeşitli biçimler altında taşınan, dolayısıyla da demokratik devrime konu olan en temel meselelerden biridir.
Sorunun önemi ve ayrımcılıktan sömürüye, tacizden kadın cinayetlerine kadar çeşitli biçimlerde dışa vuran güncel boyutu, bu konudaki kısa ve uzun erimli mücadele perspektifi üzerinde etkili olmakta, çözüm önerileri ve tercihlere dair tartışmaları, farklılıkları beraberinde getirmektedir.
Kürt sorunu, işçi-emekçi sorunu, çevre sorunu gibi kadın sorunu da, köklü çözümler öngören programatik duruşlara konu olmanın yanında, günlük akılla geliştirilen tavırları da beraberinde getirmektedir.
Bilinir ki günlük aklın menzili, görüş mesafesi sınırlıdır; tepki ve öfkeyi doğrudan görünene ve muhatap halde olana yöneltir. Kadını kocası dövüyorsa, onun hedefi, o adamdan/dayaktan kurtulmaktır. Sosyal ilişkileri ve bilinci bağlamında bir başka kadınla veya kimi refleksel kadın hareketleriyle ilişkilenebilir.
Halbuki kadın sorununun çözümü için stratejik hedef oluşturmak, dayak yemekte olan kadının veya sorunla direkt muhatap olan kesimin kendinden ibaret karşı duruşunu, arayışlarını aşar. Bu, ezilen diğer kesimlerle ortak bir program etrafında mücadeleyi gerektirir. Mümkün olduğunca kapsayıcı olan, birleşik mücadele eksenli böyle bir program oluşturmak kolay değildir; ama mücadelenin başarısı için bir zorunluluktur.
Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, ezilenlerin mücadele deneyimleri ve giderek bilimsel bir içerik kazanan birikimleri göstermiştir ki sorunun doğrudan muhataplarıyla sınırlanmış bir mücadele; sınıfsal, ulusal, cinsel baskının geriletilmesi ve giderek yok edilmesi için yeterli değildir.
Bu bağlamda, işçi sınıfının kurtuluş projelerinin, işçi sınıfı tarafından yazılmamış olması veya Lenin’in sınıfa dışarıdan bilinç taşınması gerektiğini söylemesi; benzer şekilde kadın sorununa bir başka ezilen kesimden veya yoldaş zeminlerden çözüm önerileri geliştirilmesi; “birilerinin işini elinden almak” değil, aksine araç ile amaç, sorun ile çözüm arasında doğru ilişki kurmaktır.
Ezilen her kesimin, kendi içinde özlük hakları, güncel ihtiyaçlar vb. bağlamında örgütlenmesi doğru ve gereklidir. Ancak nihai kurtuluş, bunu aşan kapsamda bir perspektif gerektirir. Devrim stratejileri, bin yılları bulan tecrübelerin, araştırma ve birikimlerin sonucunda oluşmuştur. Bunda, anaerkil sürecin de ataerkilliğin dışavurumlarına karşı tarih boyunca verilen mücadelelerin de rolü vardır. Ezilen tüm kesimleri aynı kurtuluş projesinde toplayan Marksizm, birikim ve tecrübelerin bilimsel bir sistematiğe kavuşturulmasıdır; halkların farklı yer ve zamanlarda gündeme gelen sorunlarının çözümü için bir rehber, yaşayan bir öğretidir.
İkili görev=Öz örgütlenme+cephesel örgütlenme
Marksizm, devrim perspektifli mücadeleler için ikili görev tanımı yapar. Bu, devrimi örgütleyecek, yol gösterecek öz örgütlenmenin yanında halkın örgütlülüğünün, cephesel örgütlenmenin yaratılmasıdır. İkili görev bir bütün oluşturur; görevler, birbirinin alternatifi değil tamamlayanıdır. Biri eksik kaldığında, mücadele topal, bir ayağı eksik demektir.
İkili örgütlenme, öz örgütlenmenin yanında cephesel örgütlenmeyi de oluşturma sorumluluğudur. Hem kendini hem başkasını örgütlemektir. Azami program+asgari(güncel) programdır. Ezilenlerin bir toplam oluşturması ve doğru bir rehberlikle daha uzun erimli hareket edebilmesidir. Geleceğin an’a çağrılması, an’ın gelecekle ilişkilenmesidir.
Haziran, tam da budur; ikili görev bağlamında, öz örgütlenmelerin yanında cephesel örgütlenmenin oluşturulmasıdır. Ülkemizde yıllardır var olan bu eksikliği, mücadelenin topallamasına sebep “diğer ayak/ikinci ayak” eksiğini giderme amaçlıdır. Bugün bu haliyle belki yeterli değildir; ama söz konusu ihtiyacı gidermeye yönelik önemli bir adımdır.
Ezilen bir kesimin mücadelesinin diğer ezilen kesimlerin mücadelesiyle birleştirilmesi, hafife alma, küçümseme veya görememe değildir; tersine daha kapsamlı bir bakış açısını, daha nitelikli ve kalıcı çözümleri ifade eder. Sıkça yakıştırıldığı veya sanıldığı gibi günün ihtiyaçlarını ıskalama, yarına erteleme de değildir. Kadınla erkeğin, Kürt’le Türk’ün, beyazla siyahînin aynı saflarda beraber mücadele etmesi, mücadeleyi sulandırmaz, tersine tarafları kökleşmiş binlerce yıllık sınıflı toplum alışkanlıklarının (ataerkillik vb.) aşılması konusunda hazırlar, eğitir, alternatif kültürün oluşumunu hızlandırır.
Haziran, alternatif toplum için bir ön modeldir
Kötüyü yıkan, yeniyi kuran/hazırlayan ufkuyla, hem itiraz hem alternatif olan Haziran, oluşturduğu meclislerde gelecek toplumun nüvelerini somutlamakta, ufkunda daha ileri tanımlar olan bir süreç için umudu da toplumsal zemini de mayalamaktadır.
Forumlarda toplanıp beraber tartışan, meclislerde beraber karar alan kadınla erkek için bu zeminler birer okuldur. Binlerce yıllık koşullanmaların aşılmasında hem öğretici hem de hızlandırıcı rol oynar. Genelde 2013 Haziran direnişi özelde Taksim komünü, olgunun somutlanması, görünür kılınması bağlamında öğretici olmuştur. Böylesi süreçler, onlarca yıl gerekebilecek bir gösterme, öğretme işini kısa bir an’a sığdırır.
2013 Haziran pratiği, kadın ve erkeği de kapsayan tüm ezilenlerin yoldaşlığının mümkün olduğunu göstermiştir. Birleşik Haziran Hareketi, bu deneyimin kalıcılaştırılması, daha programlı ve uzun menzilli bir niteliğe kavuşturulması çabasıdır. Bu hareket, Özgecan cinayetini de Nuh Köklü’nün katledilmesini de İç Güvenlik Yasası’nı da gündemine alan, ezilenlerin imkanlarını bir sinerji oluşturacak şekilde buluşturan, başarabilme inancını büyüten, ezilenleri ortaklaştırarak özgüveni artıran bir harekettir.
İtiraz ve alternatif niteliği taşıyan komünal hareketler yeni değildir
Sınıflı toplum tarihi boyunca, hemen her dönem buna itiraz niteliği taşıyan, ezilenlerin ortak sesi komünal hareketler var olmuştur. Örneğin yaklaşık 3500 yıl önce Zerdüşt inancına göre yaşayan insanlarda kadın erkek eşitliğinin öne çıktığı, bu inancın gelişip yaygınlaştığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür.
Benzer şekilde, daha sonraki süreçlerde Manicilikte ve Mazdeklerde gözlenen kadına hürmet ve kadın erkek eşitliğinin savunulması, 900’lü yıllarda ortaya çıkan ve yaklaşık 150 yıl komünal bir yaşam süren Karmatilerin de değerleri arasında yer alır. 1871’de Paris Komünü’nde kadınlar, direnişin de örgütlenmenin de her aşamasında varlık gösterir; kadın erkek aynı mevzide mücadele edip bedel öder. Ve bugün hala örnek teşkil eden o mirası geleceğe beraber bırakır.
Bu örnekler, binlerce yıllık kökleşmiş hatta kemikleşmiş sınıflı toplum alışkanlıklarının, mücadelenin sıcak pratiğinde ne denli hızlı aşılabildiğinin, bunun akademik-entelektüel tartışmalarla sınırlı bir mesele olmadığının göstergesidir.
Dikkatle bakılırsa, mücadelenin karşıt (ezenler) kutbunda da kadınla erkeğin yan yana geldiği, örneğin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı kadınla emniyet müdürünün veya başbakanın söyleminin örtüştüğü görülür. Onlar, her fiilin kendi dar bağlamı (kişiselleştirilmiş hikayeler) içinde kalması, sistemle ilişkilendirilmemesi için, gerektiğinde timsah gözyaşları döker, gerektiğinde yasa veya fetva çıkarır, sahiplenme adı altında ufkun, arayış veya tepkilerin sınıfsal bakışla bütünleşmesini önlemeye çalışır. Çünkü toplumun atomlarına dek ayrıştırılması, ezilenlerin parçalı, dağınık, örgütsüz olması, birinin diğerini yok sayması veya aradaki farkların büyütülmesi sistemin devamının güvencesidir.
Ezilenlerin bütünleşmesi, egemenlerin korkulu rüyasıdır; onların bir avuç, ezilenlerin ise milyonlar olduğu gerçeğinin somutlanması, düzenlerinin üzerine bina edildiği çelişmelerin deşifre olması, gerçeğin açığa çıkmasıdır. Bu nedenle egemen sınıflar, sistem karşısında alternatif bir gücün örgütlenmesine tahammülsüzdür.
Clara Zetkin’de kadın sorununa dair Haziran’ca referanslar
Kadın mücadelesinin 8 Mart’la yeni bir aşamaya, farklı bir ufka sıçramasında özel bir rolü/emeği olan Clara Zetkin, 1903’te yazdığı “Kadınların Marks’a borçlu oldukları şey” adlı makalesinde, Marks’ın materyalist tarih anlayışıyla, kadın sorunu hakkında bir reçete değil, onu incelemek için doğru, emin bir yöntem verdiğini söyler. Ve “kardeşlik” ölçüsünün dayanması gereken sınıfsal temele dikkat çeker.
“Burjuva bayanları ile proleter kadınları sözümona birleştirici bir bağla kuşatan büyük bir ‘kızkardeşlik’ ‘gönüldaşlığı’, materyalist tarih anlayışının havası içinde, tıpkı parlak sabun köpükleri gibi sönüp gitmiştir. Marx, proleter ve burjuva kadın hareketi arasındaki bağı kesip atan kılıcı dökmüş ve onu kullanmayı öğretmiştir; ama o aynı zamanda, birincisini [proleter kadın hareketini-ÇN] kopmaz biçimde sosyalist işçi hareketiyle birleştiren, proletaryanın devrimci sınıf mücadelesine bağlayan anlayış zincirini de yaratmıştır. Böylece o, mücadelemize, hedef açıklığını ve büyüklüğünü, üstünlüğünü kazandırmıştır .” (Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, İnter Yayınları) ,
1932 yılında Reichstag’ın en yaşlı üyesi olarak yaptığı açılış konuşmasında ise Clara’nın, birleşik bir cephe ile faşizmin püskürtülmesi gerektiğine dair sözleri, bugün sağladığımız Haziran’ca duruşa yıllar öncesinden bir kadın önder tarafından verilmiş referanstır. Diğer bir ifadeyle, Clara’nın “Tüm tehdit edilenler, tüm acı çekenler, haydi faşizme ve onun hükümetteki vekillerine karşı birleşik cepheye! ” biçimindeki çağrısı, kadın sorununa dair Haziran’ca duruşun, farklı bir tarihsel andaki ifadesidir.
Bugün de yapılması gereken, Clara’nın izinden gitmek, kadının tek başına veya yalnızca hemcinsleriyle baş etmesi mümkün olmayan ve 4+4+4’ten taşeronlaştırmaya, ırkçılıktan cinsiyetçiliğe, iş yaşamından sosyal ve kültürel yaşama kadar her alanda varlığını hissettiren faşizme karşı, birleşik mücadele vermek, kadın-erkek omuz omuza Haziran’ca direnmektir.