Devrimci Yol’un ne olup olmadığı veya onu tanımlayan hangi niteliklerin temel öneme sahip olduğu tartışması, 1980’in 25 yıl sonrasında bugün özel bir öneme sahiptir. Çünkü uzun yıllara yayılan örgütsüzlük, Devrimci Yol’a yabancılaşmayı da öznelleşmeyi de beraberinde getirmiştir. Bugün kendini Devrimci Yol’da tanımlayan kişi ve çevrelerin yansıttığı çeşitliliğin/farklılığın sebeplerinden biri de budur.
Teorik ve pratik birikimin özünü korumanın ve güne uygun yeniden üretimi sağlamanın yolu örgütsel süreklilik ve çizgisel istikrardır . Devrim güçleri kadar karşı-devrim güçleri de bu gerçekliğin ayırdındadır. Bu nedenle işkenceden tutsaklığa, idamlardan kurşuna dizmeye dek başvurulan tüm fiziki imha ve aşındırma yöntemlerinin yanında, örgütsel ehlileştirme ve ideolojik sulandırmaya da ihtiyaç duyulmuş ve birikimin taşınmasını sekteye uğratan kuşak kopması, bu yolla da sağlanmıştır.
Bu bağlamda bizler, o zemin ve tarihsel kesit içinde ödenen her bedeli de konan her katkıyı da sahiplenir, saygı duyar, devralırız. Ne var ki bu duruşumuz, koşullar ve gelişmeler dışı değildir.
İnsanlar, nasıl donup kalmıyorsa, taşıdıkları değer ve saygınlık da donup kalmıyor. Bu nedenle, bugün Devrimci Yol’u nostaljik bir öğe, bir askerlik anısı veya aidiyet ihtiyacı için bir etiket durumuna düşürmemek her Devrimci Yolcunun görevidir.
Rekabet ve didişmenin böyle bir göreve katacağı hiçbir olumluluk yoktur. Kalite kaygısıyla, Devrimci Yolcu iddia ve değerlerle hareket edenler, sahip olduğunu varsaydıkları taşları aynı yola döşemenin gayreti içinde olmalı, ortaklaşmanın ve aynı yola sığarak iş görebilmenin de yöntemi için kafa yormalıdır.
Sözümüz, yüreği yıldızlaşanyumruktan yana atanlaradır; Devrimci Yolcularadır. Devrimci Yol’u yanlış okumak da onun temel nitelikleriyle bağdaşmayan oluşumlarda ısrar etmek de zarar veriyor. Devrimci Yol, bugüne dek en büyük zararı kendi içinden gördü. “Bizi düşman yenmedi, biz kendi kendimizi yendik” ifadesi bu bağlamda yanlış veya abartılı değildir.
Bugün hala Devrimci Yolcu bir yanımız varsa; bunu, her türlü öznel hesap ve kaygıdan uzak biçimde ortaklaşmış bir potaya akıtma eğilimi taşıyorsak; belki de 20 yıldır ilk defa bu denli uygun bir zemin/fırsat doğmuşsa; bu, heba edilmemeli, ertelenmemeli ve “sabote” edilmemelidir. Böyle bir çaba için hazırlanmış steril bir birikme ortamının olmadığının bilincindeyiz. Dışsal güçlükler kadar içsel güçlükleri aşmak da zaman alacaktır. Önemli olan, Devrimci Yol’u doğru kavramak ve hiçbir niteliğinin eğilip-bükülmesine rıza göstermeyerek sağlıklı bir yeniden üretimin güvencesi olabilmektir. Böyle bir güvence için bazı anımsatmaların yararlıolacağını düşünüyoruz.
SABIR VE ISRARA DAİR BİR ÇİN SÖYLENCESİ
Çin bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir. Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir: Önce Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yakla Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden ha Devrimci Yol’un ayırt edici özelliği niceliği değildir.
Birinci sayısı 1 Mayıs 1977’de yayınlanan Devrimci Yol dergisinin kısa sürede ulaştığı tiraj, ender görülen bir başarıydı. Benzer şekilde, Türkiye’nin dört bir yanında ve hemen her toplumsal kesimde ilgi görmesi, yüzbinleri sokağa dökebilmesi önemlidir. Ancak bunlar, bir hareketi tanımlayan temel ölçekler olamaz. Nicelik-nitelik ilişkisi, biçim öz ilişkisi gibidir. Belirleyici olan özdür. Biçim, yansıması olduğu özün niteliklerini taşıyabildiği, ona hizmet ettiği oranda anlamlı ve kalıcıdır.
Ayrıca bu ilişki her zaman birebir sonuç vermez. Niteliğin nicelikte sonuç vermesi gecikebilir. Bu niteliğin potansiyel gücünü bilenler, böyle bir gecikmeyi sorun etmez; hele ki “Anadolu’da kaç şubeniz var; mitinglerde kaç kişi yürütüyorsunuz?” biçimindeki ilkel kıyaslamaları ciddiye bile almaz.
Bugünün devrimciliği, sistem tarafından dayatılan küçültülmüş hayalleri, iddia ve kişilik çıtasındaki irtifa kaybını kaldırıp atan, gözler ve akıllar üzerindeki perdeyi yırtan bir niteliği gerektiriyor. Nicelik sorunu da böyle bir nitelik tarafından aşılacaktır.
Bugün hareketlerin pek çoğunun önemsediği, vaktini harcadığı ve bir anlamda doyum için yeterli gördüğü çaba ve niteliklerin, bir büyümeyi veya çıta yükselmesini ifade etmediği, gerçekliğini yadsıma eğilimi taşımayan herkesçe bilinmektedir. Devrimci Yol, dün olduğu gibi bugün de yadırganmayı dahi göze alarak farkını ortaya koyduğunda, ortaya çıkacak yapı için nicelik sorunu olmayacaktır.
Devrimci Yol, dogmatizmi veya uydu olmayı reddeder.
Türkiye’de devrimin farklı coğrafyalarda ve tarihsel süreçlerde yaşanmış deneyimleri kopyalamaya değil kendi dilini yaratmaya ihtiyacı vardır. THKP-C, bu konuda temel öneme sahip adımlar atmış ise de, bu adımların daha ileri hamlelere dönüştürülmesi, Devrimci Yol’da mümkün olmuştur. 1970’li yılların ikinci yarısında Devrimci Yol’un ürettiği her fikri olgunun, başını çektiği her yenilenmenin “THKP-C’nin reddi” olarak karşılanması, Türkiyeli devrimcilerin henüz kendi marksizmini yaratamamış ve ezberin kısırlaştırıcı etkisinden kurtulamamış olması sebebiyledir. Dün Çin’i, Sovyetler Birliği’ni veya Arnavutluk’u Türkiye’ye bire bir taşımaya çalışmanın yanlışlığına burada tekrar tekrar değinmenin günün sorunlarına çözüm geliştirmek açısından belki bir yararı yok; ama, söz konusu üretimsizliğin ve kopya geleneğinin farklı biçimler altında da olsa devam ettiğini bilmek, bu durumu aşmak ve alternatif geliştirmek için gereklidir.
Amacımız bir kesimi yıpratmak veya didişme değil, bir yanılsamaya dikkat çekmektir. Yenilenme ihtiyacı olduğu doğrudur, ancak yenilenme; yönsüz, amaçsız veya geleneği terkederek olmamalıdır. Örneğin Chavez, Morales, Lula, vb’nin kazanması hepimizi sevindirir; ama, Devrimci Yolcular, salt alkış tutmakla yetinmez . Oradaki niteliği okur, eleştiriyi de ihmal etmez ve örnek model alınamayacağının özellikle altını çizer ki ülkedeki görev ve üretimler unutulmasın.
Devrimci Yol, Leninist örgüt modelinin Türkiye’de oluşturulabilmiş en uygun karşılığıdır.
Gerek Devrimci Yol’a yönelik eleştirilerde gerekse bir bütün halinde solun kendi iç tartışmalarında, bugün oranı daha da artmış olarak, bir derinlik ve muhakeme yoksunluğu göze çarpmaktadır. Legalite-illegalite ikilemi veya silahlı mücadele üzerine yürütülen tartışmalar; diğer bir ifadeyle bugünün ihtiyacı olan bir örgütlenmenin nasıl olması gerektiğini tartışmak yerine, bu ikileme sıkışıp kalmak; ne yazık ki Marksizm’den de genel boyutuyla sınıflar mücadelesinin gerekliliklerinden de uzaklaşmanın, öznelleşmenin, yabancılaşma ve darlaşmanın ifadesidir.
“Parti mi Sovyet mi; Legal mi illegal mi; yatay mı dikey mi?” tartışmaları, gerçekte teorinin en temel unsurlarının oluştuğu döneme rastgelen ve bugün artık aşılmış, geride kalmış olması gereken ikilemlerdir. Zaten teoriyi bir bütün halinde kavramamış ve pratikle doğru ilişkilendirebilme yeteneği kazanmış kesimlerin soracağı sorular bunlar olmaz. Onlar, olsa olsa, mevcut pratiğin eksiklerini veya uygunluğunu tartışır ve daha ileriye taşıyıcı önerilerde bulunur. Zekeriya Aydemir (14 ŞDuebvartim19ci8Y1)ol da çeşitli ihtiyaçlar bağlamında veya duruş noktasına göre; direniş komiteleri, Yeraltı
Devrimci Yol, dün olduğu gibi bugün de sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarına verdiği doğru ve yeterli yanıtlar oranında Marksizm’in bilimsel bir öğreti olarak hakkettiği konuma taşınmasında tayin edici rol oynayacaktır. Bugün Marksizm söz konusu olduğunda A. Öcalan, ” Marksizm kapitalizmin bir mezhebidir. ” diyebiliyor ve ” fırsatım olsaydı kapitalizmi Marks’tan daha iyi çözümlerdim.” iddiasında bulunabiliyorsa; bu fikirler önemsenip dikkate alınabiliyorsa; soldaki boşluk ve üretimsizlik sebebiyledir. Bu boşluğun da üretimsizliğin de panzehiri Devrimci Yol’dur. Devrimci Yol, devrimci geleneklerin de yenilenmenin de dinamiklerini bağrında taşıyan bir harekettir.
1980 sonrasında, yenilginin hazırladığı toprakta çimlenme fırsatı bulan ve 90’lı yıllarda boy vererek serpilen, daha güçlü iddialarla devrimcilerin ve halkın karşısına çıkan olgulardan biri de solda ehlileşme olmuştur. “Yenilenme” ve “geleneksel solu aşma” iddialarıyla dışavuran söz konusu eğilim, özellikle 1980’e kadar üretilmiş olan hemen her devrimci değeri “geleneksel” ilan etmiş, gelenekselliği dogmatizmle beraber anmış ve tüm bu birikim zincirini koparıp atma işlemini “yenilenme” olgusunun yaptığı olumlu çağrışımının arkasına sığınarak yapmıştır. Bu çaba, hangi öznel nedenlerle gerçekleşmiş olursa olsun, sonuçta egemen güçlerin solda yaratmaya çalıştığı kuşak kopmasını “içerden” desteklemiş ve bugün geleneği mumla arayan bir solun ortaya çıkmasında etkili rol oynamıştır.
Kuşak kopması yaratmak için Arjantin’de olduğu gibi devrimcileri uçaklara bindirip
uyuşturulmuş halde okyanusa atmak, idam etmek veya kurşuna dizmek şart değildir. Bunun için ideolojik ölüm de bir yöntemdir ve son yıllarda bu, özellikle tercih edilmektedir.
Sözünü ettiğimiz kuşak kopması sıradan bir olgu değildir. Bunun önemini emperyalizm çok iyi kavramış durumda; biz de bu önemin ayırdında olmak durumundayız. Çünkü bir siyasal hareket salt yazılanlarla-çizilenlerle değil; insan ilişkileriyle, bu ilişkilere bakışıyla , kültürüyle, yaşattığı bütün değerlerle bir harekettir. Siyasetler, salt yazılı ürünlerle geleceğe taşınamaz. Devrimci Yol, en sıradan ilişkilerden, en organik ilişkilere kadar bir alternatifti. Yaşamın her alanında, sistemin dayattığı normlara karşı durulmuş; özlemlerin, umutların, geleceğin içerildiği normlarda ısrarcı olunmuştur. O kopuştan sonra bugün gelinen noktada insanlar yine boşluğa düşürülmüş; umutsuzluk, değersizlik, hiçlik yaygınlaşmıştır.
Bugün insanların feodal değerlere öykünmeye başlaması; sistemin dayatmış olduğu yoz, bireyci ilişkiler yerine geçmişteki feodal değerlere, feodal dayanışma geleneklerine sahip çıkması; bir çeşit zorunluluğun, alternatif sorununun dışavurumudur. Geçmişte biz, hem feodal değerleri aşmayı hem de burjuvazinin bize dayatmış olduğu değerleri reddederek alternatif bir yaşama dair normlar bütünü oluşturmayı başarabilmiştik. Bu, Devrimci Yol’un niteliksel farkıydı. İşte bu gelenek öldürülüp, bir nesil kopuşu sağlandığında, üretilmiş o değerler bugüne taşınamadı. Son 20 yıla baktığımızda, o değerlerin ilk önce, bugün sahibi gibi davrananlarca terkedildiğini, tabanda ise uzun süre korunduğunu gördük. Yukarıdan aşağı iradi biçimde gerçekleştirilen erozyona rağmen, Devrimci Yol kültürü almış kesimlerde bu değerlerin uzun süre yaşatılmaya çalışılmış olması, kimin neyi ne derece sindirmiş olduğunun da göstergesidir.
Türkiye’deki kuşak kopmasının öneminin anlaşılması, dünya ölçeğinde sosyalizme dair gerçekleştirilen kopuşun anlaşılmasından geçiyor. Dünya’da bir dönem gerçekten çok güzel şeyler yaratıldı. Ve bugün onların kalıntıları dahi büyük önem taşıyor. Bu çerçevede, dünden bugüne devamlılık bizim için bu denli önemli idiyse, birileri içinde o zinciri koparmak çok önemliydi.
Bilinir ki, herhangi bir kuşak kopuşunun sağlanması, bireysel olarak hiç kimseye, hiçbir gruba, düşünce sistematiği ne olursa olsun hiçbir bireye çıkar sağlamaz. Bunun ancak, sola bir bütün olarak düşman olan, solun başarılarına hiçbir zaman tahammül edemeyen, onu mutlaka engellemesi gereken birilerine yararı olur. Öyleyse, böyle bir kuşak kopmasının yaratılmasında kesinlikle emperyalizmin müdahalesi vardır. Başka türlüsü mümkün değildir. Çünkü, bir siyasal yapıya bu kadar kötülüğü hiçbir birey, birey olarak kendi başına yapamaz. Bu nedenle, bunun arkasında mutlaka emperyalizm gibi çok büyük örgütlü bir gücün aranması gerekiyor. Çok büyük örgütlü bir güç derken; her yere her biçimde girebilen, uzanabilen; olanaklara, araçlara, mekanizmalara sahip olabilen bir gücü kastediyoruz.
’80 sonrasında ülkemizdeki istihbarat örgütlerinin, sol yapılar içerisine yeteri kadar sızamamış olmaktan yakındıkları, özeleştiri verdikleri bilinir. Ve herhalde daha sonra ilk yaptıkları şey, bu eksikliği çeşitli biçimlerde telafi etmek olmuştur. Biz, bunun sonuçlarıyla, doğrudan veya dolaylı etkileriyle 1981-82’lerde karşılaşmaya başladık. O günkü süreçte bilinçli, örgütlü tahribat şu biçimlerde gözlendi:
-
İdeolojik kimliğin bulanıklaştırılması ve giderek yok edilmesi.
-
Örgütsel yapı sekterlik boyutuna vardırılarak, insanların önce örgütlü ilişkilerden soğutulması, sonra da örgütlü ilişkilerin dağıtılması.
-
Oldukça uzun erimli bir dönemde, her türlü örgütlü ilişkinin, bireyin özgürlüğünü kısıtlayıcı, özgür gelişimini köstekleyici olduğu vurgulanarak, örgütsüzlük vaazedilerek bir geleneğin öldürülmesi . (E. O. Devrimci Hareket, s: 12)
Bugün yaygın biçimde sol kültüre yabancılık, boşluk ve değersizlik hali, kişilik savrulması, fala ve metafiziğe ilgi, alkol ve uyuşturucuya sığınma, kaşlar dahil baştaki kıllı tüm bölgeyle adeta her gün ve mümkün olduğunca aykırı biçimde oynama ihtiyacı; böyle bir sürecin sonunda doğmuştur. Bizler bugün bu nedenle hiçbir şey değişmemiş gibi davranamaz; bu planlı saldırının yarattığı tahribatı ve onu kalıcılaştırmaya hizmet eden örgütlülük biçimlerini yok sayamaz, görmezden gelemeyiz.
Devrimci iYhotil’yuanç, süvraerçdteırk. iÇa o,liytiiktiarileünrleetreinn yveeneidzebnerüleredtielmğiel sihi tviyeagcüanbea
Gökalp Çiftçioğlu (4 Mart 1982)
Devrimcilerin ne feodal değerlere ne de metafiziğe ihtiyacı vardır. Gelenekler zinciri, birikimi bugüne taşıyan üretken bir yaklaşımla ele alındığında; devamlılık, bilimsel ölçekler dahilinde sağlandığında; devrimcilerin bugünkü kısır döngüyü aşması kolaylaşacak ve kendilerini sınıf karşıtlarıyla benzer kulvarlarda test etme veya onlara öykünme ihtiyacı duymayacak; kalite ve nitelik, devrimci içerikle dolarak karşılık bulacaktır.
Devrimci Yol; Paris Komünü idealleri olarak da bilinen sınıfsız, sömürüsüz, özgür bir toplum hedefini gündemine bugünden koyan, dolayısıyla devrimcilik işlevini bir takım kavga figürlerinin kapsamının dışına taşıran ve bu alanda somut adımlar atan bir hareket olması sebebiyle de özgündür; hem yerel hem evrenseldir; bu niteliği, yolgöstericiliğini kalıcılaştırmış ve bugüne taşımıştır.
Bugün solda yaşanan pek çok handikapın, tıkanıklık ve üretimsizliğin kaynağında; devrimciliği bir yaşam biçimi, bir kimlik olarak görmeyen, dolayısıyla da kavga araçları dahil pek çok alanda sisteme öykünür durumdan kurtulamayan, yani hedefine sosyalizmi koymuş devrimci bir yürüyüşün kendisini yaratmayan eğilimin hala önemsenen bir konumda tutulması ve ondan çözüm beklenmesi yatmaktadır. Yoksa bizler biliyoruz ki Türkiye coğrafyası, devrimciliğin en zorlu sınavlardan dahi başarıyla çıktığına tanıklık etmiştir; bu potansiyel, varlığını korumaktadır. Ancak öncelikle, içsel engellerden, kendi ayakbağlarından kurtulmak durumundadır.
Bilindiği gibi Türkiye’de belli aralarla kapalı bir salonda toplanıp sol adına tartışmalar yapmak, bir çeşit gelenek halini aldı. 80’li yılların ikinci yarısında “Kuru Çeşme”de yapılan toplantılar, bunun en çarpıcı olanlarındandır . Bileşimin heterojenliği ve tartışmaların genellikle sonuçsuz kalması da söz konusu toplantıların ortak niteliklerindendir. Tabii bu bazen, önceden belirlenmiş bir amaca katılımcıları adım adım götürmek için de kullanılabiliyor (Devrimci Yol zemininde yaşanan tartışma süreci gibi).
Son zamanlarda DİSK’in yönlendiriciliğinde yapılan tartışmalar da her ne kadar kendilerini sosyal demokrat addeden kesimlerin “Baykal’a alternatif” arayışlarına hizmet eden bir görüntü vermiş ise de; solda arayış, yenilenme, vb. içeriklerle yansıtıldı.
Dedeman Otel’inde yaklaşık 400 kişinin katılımıyla yapılan toplantı da gazetelerde “solda yenilenme” çabası olarak yer buldu; ilgi gördü. Derya Sazak Milliyet’te toplantıyı “DİSK, AB sürecinde Türkiye’de çağdaş bir sol parti arayışında ‘kolaylaştırıcı rol’ üstlendi ” biçiminde yansıttı. Toplantıda yöneltilen ” solun sol kanadı dışlanıyor mu? ” sorusuna Prof. Dr. Burhan Şenatalar’ın verdiği yanıt ise, toplantının amaç ve içeriği açısından çarpıcıdır:
“Sol kanattan anladığımızın ne olduğu önemlidir. Anladığımız kolektivizme inanan ve piyasa ekonomisini reddeden sol ise onlarla yolumuz ayrılıyor. Ancak sol kanattan kastedilen ÖDP gibi seçeneklerse bu girişimde yerleri vardır ve çok şey de katarlar .”
Gerçi bu tanıma daha sonra ÖDP içinden çeşitli tepkiler/itirazlar geldi; ama biz söz konusu ifadeyi Dedeman’dan yükselen yenilenme sesinin niteliğini elevermek açısından önemsiyoruz. Görmek isteyenler için, bu gelişmelerin, hala soldan bahsedip solla ilgisi kalmayan kesimlerin gerçek niteliğini tanımaya yardımcı olacağını ümit ediyoruz.
Kendini hala solda tanımlayan, CIA’ya ve emperyalizme karşı bir jargon kullanan; Soros veya Fettullah Gülen söz konusu olduğunda sesini yükselten, fakat nedense, Generallerin ABD dolarlarıyla maaş alarak Özel Harp Dairesi kurmasından rahatsız olmayan “Kızıl elmacı”lardan nasıl solcu ve antiemperyalist olmuyorsa; Dedemancılardan veya benzer duruş ve çabalardan “devrimci yenilenme” çıkmaz .
Devrimciler, dünyadaki deneyimlere de Türkiye’deki birikime de bakarken, olgunun özünü görmeli, zaman ve mekan farkını yok saymayan bir okuma ve öğrenme yöntemiyle hareket etmelidir. Örneğin Küba, kendi vatandaşını işsiz bırakmak veya işsiz kaldığında onu tembellikle suçlamak yerine, ona iş beğendirmeye çalışan, beğenmemesi durumunda bile, bunu kendisine fatura etmek yerine eğitim sisteminin bir hatası olarak kabul edip, söz konusu kişilere yeniden eğitim olanağı sağlayan bir ülkedir. İşte bu nitelik, sosyalistçe bir niteliktir; sorunları, kaynağına inerek aşmayı amaçlar. Bu tarzın, her ülkeye her dönem ve olguya uygulanabilmesi; ülkesel olandan örgütsel ve kişisel olana kadar her sorunun aşılmasında hem başarı oranını arttırır hem de kazanımları kalıcı hale getirir. Böyle bir öngörü ve perspektif ışığında, dünden devralınan donanımı bugün yeniden üretim alanına taşıyabilecek Devrimci Yol’un halkların gönlünde hakkettiği yeri alması güç olmayacaktır.
Devrimci Yol’un alternatif bir yaşamı ve onun ilişkilerini mayalama kabiliyeti, solda kastlaşmaya doğru giden içe kapanmaların panzehiridir.
Devrimcilik, onu doğru kavrayanlar için, tüm kardeş niteliklerde Enternasyonal’in notalarını okuyabilme kabiliyetidir. Devrimcilerin bugün kendi içine kapanmış, etrafını dikkate almayan, farklılıklara ve kendisi dışındaki gelişmelere tahammülsüz bir görüntü sergilemesi; yapıların birbiriyle dahi yeterince kardeş olamaması, karşılıklı ilişkileri üstünlük kurma veya rekabet ekseninde algılaması yukarıdaki tanıma uymamaktadır. Özellikle yanıltıcı bilgi, temelsiz propaganda, kendi içinde çelişmeli tutarsız açıklamalar, devrimci bir yapı için geleceksizlik sebebidir; tüketir ve giderek karşıtıyla aradaki görüntü farklarını azaltır.
Savaşta, barışta veya yaşamın hangi kesitinde olursa olsun, devrimcilerin nitelik belirleyici ölçüleri değişmez. İşte bu nedenle, Birinci Emperyalist Yeniden Paylaşım Savaşın’ında, Emperyalist çıkarlar temelinde ordular halinde halklar birbirine kırdırılırken, Bolşevikler, “
Moldavyalı milliyetçiler, Yaş’taki Roman kralı, bizi buralara dek sürüklemiş olan bizim kendi çarımız, işte bu üçü bizim ortak düşmanımız. Buna karşın Besarabyalı köylülerle Moldavyalı köylüler bizim gerçek dostumuz. Onlar da tıpkı bizim gibi buğdayı ekmesini, ekinleri biçmesini, toprağı kazmasını ve bizim gibi kızlarla dans etmesini severler. Bağ bozumunda oynadıkları oyunlar Besarabya köylülerinin, tıpkı bizim oraların oyunları gibidir.” diyerek, bir savaş cephesinde karşıt konumdaki ordular içinde kardeş niteliklere dikkat çeker.
Toplumun bütünü büyük oranda kin, hırs, nefret, vb. bozucu niteliklerle hareket eder, kardeşlikten uzak, kolay tetiklenip kolay saldırır veya saldırtılır konumdayken, devrimcilerin kardeşliği öne çıkaran ve sadece gerekli/hakeden yere saldıran duruşu daha büyük önem kazanmakta, öğreticilik boyutu artmaktadır.
Devrimciler, 12 Eylül sonrasında dolduruldukları hapishanelerde üzerlerine saldırtılan askerlere mümkün olduğunca yanıt vermeyip “Askerler kardeşimizdir” sloganını öne çıkarırken, duygularıyla veya şartlı refleksle değil bilinçleriyle (seçerek) hareket ediyordu. Aynı devrimciler, söz konusu kurum, özel harp ihtiyacı çerçevesinde geliştirilip özel birim ve kadrolar ürettiği oranda tutumlarını değiştirmiş, gerektiğinde, anlayacakları dilden yanıt vermiştir.
Sınıf kavgası, diğer tüm kavgalardan farklı nitelikler taşır. Bu kavganın ezen konumdaki gücü, toplumlar tarihi boyunca hep şiddettin en barbar, en vahşi ve kurgulanmış biçimini temsil etmiş; haksız durumda olduğu için, varlığını güç gösterisi ve zorbalık üzerine bina etmiştir.
Ortaçağ konulu filmlerde rastladığımız işkence biçimleri, söz konusu egemenliğin bir tarihsel döneme ait araçlarından biridir. Bugün “modernize” edilip bir miktar kamufle edilen egemen şiddetin öz itibarıyla bir farkı yoktur. Kabul etmek gerekir ki yeterli bir bilinç donanımı ile karşılanmadığında, imkanlarını devlet biçiminde teşkilatlamış ve uluslararası nitelik kazanmış egemen güçler, başedilemez bir görüntü vermekte ve yıldırıcı etki yapmaktadır. Köleci dönemde kırbaçlanmış, Engizisyon döneminde ateşle dağlanmış, modern dönemde elektrikli sandalyede kıvrılmış veya sehpada sallanan beden görüntüleri bir çeşit tehdit sembolleridir.
İtiraz edeni kırbaçlamak, bugünün egemeninin de en sık başvurduğu tarzlardan biridir. Önemli olan buna rağmen ayakta durabilmek, ölçek ve iddiaların içerildiği yolda ilerlemeyi sürdürmektir. Bunun koşullarından biri de devrimcilikte içkin olan birleştiricilik niteliğini öne çıkarmak, rekabete ihtiyaç duymamak ve güzelleştirici üretimlerin toplamını alabilmektir.
Bilinir ki sınıflı toplumlara ait mülkiyet ilişkileri, ona uygun duygu ve davranış hallerini koşullar . Bu bağlamda sol içi birliklerin ölü doğmasının da solda rastlanan rekabet ve didişme hallerinin de, hangi biçimde olursa olsun dar grup çıkarlarının da ardında “sistemin etkileri” aranmalıdır.
Bugün bu alanda yaşanan umut kırıcı gelişmeler, Devrimci Yol’un alternatif bir yaşamı ve onun ilişkilerini mayalama niteliği ile aşılacaktır. Devrimci Yol, Troçkizm’den, Anarşizm veya Feminizm’den etkilenmeye ihtiyaç duymayacak denli bütünlüklü bir ideolojik politik çizgiye sahiptir.
1989 sonrasında ortaya çıkan çözülme ve belirsizlikler, giderek fikri bir bulanıklığa sebep olurken, solda o güne dek kendinden emin duran yapıları da arayışa sokmuştur. Ancak arayışların yenilgi ikliminde yaşanması, bu çabaları büyük oranda sağlıksız kılmış; etkisi, geliştirici olmaktan çok tüketici olmuştur. Bilinir ki sorunu tanımlamak veya “fotoğraf çekmek” yetmez, çözüm için neden-sonuç ilişkisi kurmak ve alternatif geliştirmek gerekiyor. Bu yapılamadığında, diğer bir ifadeyle, bir devrimci yapı kendi çözümlerini üretemediğinde, varolan veya kendisine dayatılan çözümlerin esiri olur.
12 Eylül sonrasında ve daha çok 1990 sonrasında solda Troçkizmin, Anarşizm ve Feminizmin artan etkisi bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu, kimi yapılar için anlaşılır ise de Devrimci Yol’un gerçekte söz konusu eğilimlerden etkilenmesini gerektirecek bir niteliği yoktu. Varolan sosyalizm örneklerini zaten çözülmeden 10 yıl önce de eleştiriyor, alternatif ilişkiler için bugünden adım atıyordu. Kadın sorunu, Kürt sorunu, demokratik-merkeziyetçilik, yerellik ve enternasyonalizm ilişkisi, devrimde iradenin rolü, sınıf fetişizmi, vb. pek çok konuda, ilerde kafaların karışmasını beraberinde getirmeyecek denli net ve derinlikli değerlendirmeleri vardı. Bu bağlamda , yenilgi ikliminde boy veren fikri akımlara rağbet etmek, özellikle Devrimci Yolcular için yakışık düşmeyen bir tutumdur. Devrimci Yolcuların Troçkizm’den öğrenecekleri hiçbir şey yoktur.
Bilindiği gibi Troçkizm, genellikle Stalin karşıtlığı ile anılır. Bunda, Troçkistlerin kendi dışındaki solun hemen her farklılığını “Stalinizm” le ilişkilendirme eğiliminin rolü var ise de gerçekte bu eksik ve yanlış bir tanımdır.
Troçkizm, bir fikri bütünlüktür; devrim anlayışı, örgüt anlayışı ve çalışma tarzıyla farklı bir duruştur.
Troçkistler genellikle Sovyet tarihini ve özellikle de Stalin insiyatifinin arttığı süreci incelerken, hemen her olumsuzluğu Stalin’le özdeşleştirse de gerçekte onun şahsında ateş edilen Leninist örgütlenme tarzı, Leninist çalışma tarzı ve sonuçta Lenin’dir.
Bir Troçkist için proletarya her şeydir; isteyen de karar alıp uygulayan da odur. O yeterince bilinçlidir. Devrimci yapılar oluşturup sınıfa dışardan bilinç taşımak saçmadır; bilinç zaten doğası gereği taşınabilir bir olgu değildir. Böyle düşünen ve sınıf istemezse, devrimci yapılar ağzıyla kuş tutsa bir şey değişmez iddiasında bulunan Troçkistler, Lenin’in bu konudaki, yanlış anlamya imkan vermeyen açıklıktaki tespitleri için de bir açıklama/gerekçe bulmuşlar(!). Bu durum, Lenin’in dualzmi ile ilintiliymiş. Birinci dönem Kautsky’den etkilendiği dönemdir. Ve işte o sınıfa dışarıdan bilinç taşıma fikrini de o dönemde ortaya atmıştır. Ne kadar derin bir tahlil/buluş değil mi?… Böyle bir “iki dönem” olsa dahi, yine bunu sonradan en yi farkedip düzeltecek olan Lenin değil midir? Sonradan nerede, hangi kitabında veya hangi demecinde “Ne Yapmalı? “yı reddetmiş veya orada sözü edilen Leninist tarzın yadsınması anlamına gelecek neler yapmıştır?
Leninizm’den haberdar her insan bilir ki bir parti veya benzer olgunlukta bir örgütün önderliği olmadan devrim olmaz. Bu, Leninizm’in evrensel tezlerinden biridir. Tabii ki bu, birilerinin karikatürize ederek yakıştırdığı gibi devrimi örgüt/devrimciler yapar; devrim halksız, kitlesiz olur anlamına gelmez. Örgütün kitle ile ilişkisinin bir çeşit mayalandırma olduğunu bilmeyen yoktur. Öncülük olgusunun yer yer çarpık/abartılı biçimler alması bu gerçekliği değiştirmez. Aklı başında hiçbir devrimci, devrimin kitlesiz yapılacağını düşünmez. Ama Marksist-Leninist külliyatın hiçbir yerinde kitlelerin öncüsüz, tek başına devrim yapabileceği de geçmez.
Troçkizm’in anarşizmle kardeş yanlarından biride örgütün rolünü, programı, örgütün kararlarını hedef tahtasına koymaktır . Bu, her vesileyle yapılmaya çalışılır. Kavganın ateşli sahnelerinden; kitle insiyatifine, bireyin rolüne, karara rağmen gelişme gösteren eğilimlere örnekler bulup çıkarmak mümkündür. Zaten aksi durumlar hayatın kitaba uydurulması demektir. Önemli olan bu tür örneklerin hayatın içinden, hangi fikri duruşu beslemek için seçildiğidir.
Troçkistlerin, Leninist örgütlenmenin iradi niteliğini yadsımak üzere geliştirdiği ” devrimi kararlar yapmaz ” soyutlaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Devrimi kararların yaptığını kimse söylemez; ama, kararlar, insiyatif, yolgöstericilik olmasa, devrim hiç olmaz. Tüm devrimlerde kararların bu rolünü gösterir pek çok veri vardır. Ama, kitlelerin kendi başlarına, öndersiz, programsız devrim yaptığına dair hiçbir örnek yoktur.
Kişinin durduğu yer, baktığı yerde neler göreceğini de tayin ediyor. Sovyet devrimi, Leninist Parti’nin dolayısıyla önderliğin yolgöstericiliğinin rolünün en somut biçimde izlenebildiği bir pratiktir. Lenin’in yurtdışından çok zor koşullarda ve çok sınırlı miktarda gönderdiği mesajların ne denli etkili olduğu, ülkede yaşayan devrimcilerin bu mesajların yönlendiriciliğine duyduğu ihtiyacı gizlemediği, objektif bakabilen herkesçe bilinmektedir. Kısacası devrim de devrimcilik de; Troçkizm’le veya Anarşizm’le Türkiyeli devrimcilerin(özellikle de devrimci Yolcuların) arasında olması gereken doğal mesafe de bilinmez değildir; yeter ki öznel nedenler gerçekliğin yerini almasın.
DEVRİMCİ YOL’U DÜNDEN BUGÜNE, ÖZÜNE SADIK KALARAK TAŞIMA KAYGISIYLA HAREKET EDEN TÜM YILDIZLAŞANYUMRUK SEVDALILARINA ÇAĞRIMIZDIR;
Devrimcilik, öncelikle bir yaşam kalitesi gerektirir; bunun da asgari koşulu, ufukta genişlik ve iddiada büyüklüktür. Dün, devrimin sıradan neferlerinde bile rastladığımız duruş büyüklüğü bu nedenledir ve bir kimlik-iddia örtüşmesini yansıtmaktaydı.
Bugün, bir dönemin devrimci kuşağında yaygınlıkla rastlanan, sistemle barışıklık, kolaycılık, güçlüklerden ve riskten uzak durma; ufuk ve iddia küçülmesini de beraberinde getirmektedir.
Bizler, düne ve bir kuşağa takılıp kalmamak gerektiğinin, her dönemin devrimcilerini yaratacağının, zeminin boş kalmayacağının bilincindeyiz. Konu bağlamında dikkat çekmek istediğimiz olgulardan biri de, dünden bugüne uzanan Devrimci Yol zemininde örgütsel ilişki ve sorumlulukların, bugün büyük oranda şahsi ilişki ve sorumluluklara dönüştüğü halde hala gidişata etki edecek(yer yer de belirleyici olabilecek) türde muhatap alınmalarıdır.
Gerçekte ise tüm Devrimci Yolcular bilmektedir ki, Devrimci Yolculuğu bir çeşit fan klüp üyeliğine çevirmek, sosyal ilişki tarzına indirgemek veya aidiyet ihtiyacı sebebiyle öznelleştirip şekilsizleştirmek, yaratılan değerlerle ve ödenen bedellerle bağdaşmaz.
Duygu sömürüsü veya miras tartışması yapacak değiliz; ancak biliyoruz ki 25 yıl çok uzun bir süredir. Ve yine biliyoruz ki örgütsüzlük, sistemin tahrip edici etkilerine karşı bir savunmasızlık halidir. Kahramanlık öykülerine sığmayacak bir yaşam pratiği sonrasında bugün dışavuran ufuk daralması ve hedef küçüklüğünün başka bir açıklaması yoktur. “Günlük maişet derdi” Devrimci Yolcuların tek derdi olamaz. Devrimci Yolcu başarı, “meslekte başarı”ya indirgenemez. Bu atıl ve gerçekte kimliksiz gidişe dur diyecek olan; öncelikle bu gidiş halinde olan öznelerin bizzat kendisidir.
Bunun için, dünden bugüne uzanan “şahsileşmiş hiyerarşiler”e danışmanın bir yararı yoktur. Aksine, böyle bir tercih, varolanın devamına hizmet edecektir. Ve gerçekte, ” çözüm için uğraşmıyorsan, sorunun parçasısındır.” Bu sürede geçen ve bir anlamda geriye doğru işleyen 25 yıl bir çeşit kayıp ise de, hiç olmasa b öyle devam etmemek gerektiğini öğretmiş olmalıdır. Bu sürecin özneleri, salt şikayetçi olmakla veya memnuniyetsizlik hali ile yetinmemelidir.
Süreç, onu tıkanma noktasına getiren “tıkaç”lar açısından da incelendiğinde, inanıyoruz ki ortaya çıkacak olan sonuç, tıkanmanın yedek gücü haline gelmemiş her insana çözüm için önemli veriler sunacaktır. Bu veriler karşısında samimi davrananlar; hiçbir açıdan gereğini yerine getirmeden ” biz de Devrimci Yolcuyuz ” demenin, 25 yıl sonra bugün Devrimci Yol’u halkın umudu haline getirmeyi nasıl geciktirdiğini daha somut biçimde görecektir.
İÇİMİZDEKİ OBLOMOV’DAN KURTULALIM
Lenin ” Rusya 3 devrim geçirdi yine de Oblomovlar kaldı: Çünkü Oblomovlar yalnız derebeyler, köylüler, aydınlar arasında değil, işçiler ve komünistler arasında da var. Toplantılarda komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız, eski Oblomov’un içimizde olduğunu görürsünüz. Onu adam etmek için daha çok zaman temizlemek, yıkamak, sarsmak ve dövmek gerekecektir.” der.
Gonçarov’un Oblomov’u “bunaltıcı, mutsuz ve gelecekten yoksun” hayatıyla karşımıza çıktığında, refleksel bir tutumla önce yadırgarız. Ne var ki sonra, romanın sayfa aralarında kendimizi, masaya yatırdığımız kişiliğimizde ise Oblomov’u bulmakta güçlük çekmekteyiz.
Üretme güçlüğü çeken bir kişinin, kendini geliştirip nitelikli ürünler ortaya koyabilmesi için gerekli uzun ve zorlu yolu denemek yerine, üretimsizliği kanıksaması veya basit, yetersiz, içi boş ürünlerle yetinmesi; başkasından çok, öncelikle kendini yokluğa, yoksunluğa, sığlığa mahkum etmesi demektir
Devrimci Yolculuk büyük düşünmeyi ve büyük yaşamayı gerektirir. Hala geç kalınmış değildir. Ve hala yapılacak çok şey vardır. Yeter ki hiç bir ayakbağına, hiç bir kelepçe ve zincire pirim vermeyelim.
Sayı 20 (Şubat – Nisan 2006)