Değerlerde yaşanan erozyon, solda algı seviyesinin düşmesine yol açmanın yanında bilinçlerin de bulanıklaşmasına yol açmıştır. Darbe karşıtlığı adı altında AKP milletvekilleri ve Nazlı Ilıcak’ın ardına takılıp yürüyenlerden; Anayasa paketi referandumunda “yetmez ama evet”çilere kadar akıl tutulmasının çok çeşitli varyasyonlarını sıkça tanık olduğumuz bir süreçten geçiyoruz.
Çok çetin mücadeleler ve bedeller ödenerek oluşan devrimci hafıza hızla boşalarak; yerini, kendine sevdalanan bir duruşa bırakmaktadır. Kendi dışındaki gerçeklikle bağını kesen, her yaptığına müthiş anlamlar yükleyen bu duruştan yansıyan özensizlik, birlik ve ittifak kavramlarına verdikleri “önemi” de göstermektedir.
İşte bu koşullarda, kaşla göz arasında oluşturuldu Kongre Hareketi. Anımsanacak olursa, 12 Haziran seçimleri öncesinde, pek çok yapıyla görüşme dahi yapılmadan “Emek, Barış ve Özgürlük Bloku” oluşturulmuştu.
Seçim sonrasında ise “Türkiye siyasal tarihinin görmediği boyutta” bir birlik oluşumu için start verildi. Bu kez, “herkes”e gidilecekti!… İşte, yukarıda özetlediğimiz koşullarda ve bu iddia eşliğinde faaliyete başlayan Kongre Hareketi’nin bileşenlerinden EMEP adına Birgün Gazetesi’ne konuşan Aydın Çubukçu, BDP ile EMEP’in “ittifakın iki dayanağı” olarak ortaya çıktığını söyledi. Anımsanacak olursa, 18 yapıdan oluşmuştu seçim bloku. Demek ki, ona dayanak oluşturma niteliğiyle, kendini, “eşitler içinde daha eşit” gören iki yapı varmış…
İşte bu benmerkezci ve tabii ki grupçu ifadenin hemen devamında, Türkiye Solunu kastederek,“Devrimci sorumluluk mu ağır basacaktır, yoksa grup çıkarları mı?” diye soruyor, Aydın Çubukçu.Hâlbuki açıklamasının girişinde, Blok’un seçim öncesinin telaşı içinde, “çok fazla inceltilmeden”kurulduğunu söylüyor. Demek ki seçim sonrasının iddialı ortamında yapılan “ben” ağırlıklı açıklama ve özensizlik, “inceltilmiş” ilişki biçimi oluyor!.. Nasıl olsa, Türkiye Solu adına “ana dayanak EMEP”Kongre’ye dahil olmuş; gerisinin ne önemi var? Yazık, “örgütsel ben” ve pragmatizm devrimcilere yakışmıyor…
Kongre Hareketi’ni kastederek “Türkiye siyasi tarihinde ilk kez gerçek bir ileri atılım fırsatı doğmuştur” diyor, açıklamasının devamında Çubukçu. 1980 öncesini ve hatta kendi örgütsel geçmişini anımsamıyor olamaz tabii ki. Zaten bizim de amacımız, kişiyi tartışmak değil. Ne var ki, bu Kongre önerisi gündeme gelir gelmez bir açıklama yapıp, hepimizin uymak zorunda olduğu en genel doğrulara dikkat çekmiştik. Görünen o ki, mevcut konjonktürde o “en genel doğrular”a karşı da bir özen/hassasiyet ihtiyacı duyulmuyor. İşte anlatmak istediğimiz, değerlerin yer ve niteliğini değiştiren bu başkalaşma halidir.
Çubukçu’nun söz konusu açıklamasında kısa bir süre önce de Levent Tüzel, Kongre sürecine“Milat” atfında bulunmuştu. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye Solunun büyük çoğunluğunun, bir toplantıyla (adeta bir çalımla) sürecin dışında kalmış olması, bir sorun olarak görülmüyor. Hatta Çubukçu, bu ayrışmanın “anlamlı ve gerekli bir bölünme” ile sonuçlanacağını varsayıyor.
Araca abartılı anlamlar yükleyen, ideolojik fark veya yakınlığı ihmal edilebilir bir kategoride gören bu duruşun, mevcut tarihsel anda neden bu denli yaygın biçimde ortaya çıktığının, elbette köklü ve üzerinde ayrıntıyla durmaya değer nedenleri vardır. Ne var ki, en azından şimdilik, çok söze gerek yok. Her şey “taammüden” gerçekleşiyor. Bu bağlamda da son söz yerine söylersek, hafızasızlık devrimcilere hiç mi hiç yakışmıyor…
12 EKİM 2011
DEVRİMCİ HAREKET