Birleşik Haziran Hareketi’nin önüne koyduğu hedefleri ve beklentilerini deklarasyon metni imzacılarından Mehmet Yeşiltepe ile konuşan Yarın Gazetesi’nin röportajını yayınlıyoruz.
Bu hareketi bir araya getiren, bu kadar farklı özneyi aynı yerde buluşturan toplumsal dinamikler nelerdi?
Bu konuda akla ilk gelen olgu Gezi’dir. Gezi bize hem bir şeyler öğretti hem bir şeyler gösterdi. Biraz da her çevre Gezi’yi yeniden üretmek ve devamlılığını sağlamak istedi. Sanki bir an Gezi sönümlendi gibi bir görüntü oluştu ve bu bizi hafiften telaşlandırdı. Ve hepimiz için yeniden üretme gibi bir ihtiyaç doğdu. Aslında bakarsanız bana göre Gezi hiç sönmedi, Gezi canlı ve devam ediyor. O zamanki kalabalıklar bizim yıllardır özlemini çektiğimiz kalabalıklardı. Bir daha o kalabalıkları görme özlemi de çok güzel ve kimliğimiz gereği çok önemliydi. Ancak bunu hiçbir yapı tek başına sağlayamazdı. Gezi’nin şifrelerinden biri buydu; farklara rağmen azami ortaklaşmanın mümkün olduğuydu. Gezi zaten “ben” olmaktan “biz” olmaya geçiş aşamasıydı ve bir araya gelemez dediğimiz pek çok dinamiği bu sayede sokakta bir arada gördük. Biz bunu programatik olarak da “demokratik devrimde bir araya gelmesi mümkün gibi görünen ama fiilen de pek bir arada göremediğimiz kesimler sokakta buluştu” şeklinde ifade ettik. Bu yönüyle Gezi bir çeşit milattır.
Peki, “birleşmeye sadece Gezi mi sebep oldu?” derseniz tabi ki öyle değil. Bunu hazırlayan koşulları değerlendirecek olursak bence en az Gezi’nin oluşturduğu elektrik ve verdiği mesajlar kadar önemli ikinci olgu da Gezi’nin ortaya çıkışına sebep olan sistemdir; sistemin AKP eliyle yürüttüğü topyekûn saldırılardır. Kapitalizm bugün bizim her şeyimizi parçalıyor. Diyebilirim ki bugün sistem; arkadaşlık, dostluk, aile, sevda, yoldaşlık dahil her türlü ilişkiyi parçalayan bir noktaya gelmiştir. Bir ev/aile ortamı içerisinde bile bireyselleşme, rekabet ve yarış söz konusu olabiliyor. Gerçekte bu, kapitalizmin öğrettiklerinin karşı karşıya gelmesi, yani içselleşen meta ve mülkiyet ilişkilerinin dışavurumudur. Bu boyutuyla “örgütlerin bizzat kendi içinde ne kadar birlik var ki?” diye sorduğumuz bir tarihsel süreçten geçilerek, sokakta ummadığımız boyutta bir buluşma yaşandı. İşte o bahsettiğim parçalanmanın antitezini ararken Gezi gündeme geldi. Bu bağlamda Haziran Hareketi’nin, “iki, üç daha fazla Gezi” yaratmanın adımı olduğunu söyleyebilirim.
Bugüne kadar birlik deneyimlerimiz başarısız sonuçlandığı için aslında birliğe karşı bir soğukluk da söz konusu ve burada bir paradoks var. Bu konuda çok iyi diyemeyeceğimiz bir geçmişimiz var ancak başarılı noktaları da gösterirsek daha olumlu ilerleriz. Mesela THKP-C bunlardan biri. THKP-C’nin ideolojik oluşum süreci olan 68-70 yıllarında dostlarıyla arasına siyasal anlamda çok kalın çizgiler çizdiği söylenebilir. Örneğin THKP-C, THKO ve TKP/ML arasındaki ideolojik-politik farklar oldukça büyüktü; ama sokağa çıkıldığında ve düşmanla karşı karşıya gelindiğinde bir anda yoldaşlaşılabiliyordu. Bu anlamıyla bu birlik süreci bizim için oldukça öğreticiydi. Kaset ettiğim sadece Kızıldere’de değil oradaki algıdan bahsediyorum. Mesela 78-80 arası anti-faşist mücadele sürecinde masada çok sert tartışmalar yaşayan devrimciler sokağa çıktıklarında o mücadele içinde her şekilde yoldaşlaşabiliyorlardı. Bu aslında mücadelenin ihtiyacı dâhilinde bir araya gelindiğinde çok daha sağlam birliktelikler oluşturulabildiğini gösteriyor. Bu örneklerden anlıyoruz ki masada veya “çatıda” değil sahada olan birliktelikler daha gerçekçi oluyormuş. 80 sonrası dönemde belirli yapıların katıldığı bir Kuruçeşme deneyimi var; bu bize tartışmaların pratiğin ihtiyaçlarından uzak, entelektüel çerçevede kaldığı takdirde sonuç alıcı olmadığını, o tür zeminlerden birlik çıkmayacağını gösteren bir örnek oldu.
Kısacası bu birleşik hareketin başlamasının sebebi ağırlıklı olarak Gezi’ydi. Sevindirici boyutu şu ki; politik duruşları itibariyle ciddi farklar taşıyan oluşumlar bir araya geldi ve sadece bir irade oluşturmakla kalmadı; ilkeler, amaç ve işleyiş açısından da bir ortaklaşma sağlanabildi. Bana göre her konuda ortak şeyler söylemeyi beklemek öğretilmiş bir yanlış, sınırları zorlanmış bir temennidir. “İttifak mı birlik mi” tartışması ise uzun bir konudur. Ben bunu bir ittifak olarak görüyorum. İttifak nispeten kardeşlerin değil de akrabaların birliğidir; ama sol içi birlik kardeşlerin (aynı sınıfı temsil iddiasıyla varlık gösterenlerin) birliğidir. Haziran Hareketi’nin sol yapıları da aşan kapsayıcılığını düşünürsek ittifak tanımı bana daha doğru geliyor. İttifaklar bir anlamda farklıların planlı programlı birliğidir; Haziran Hareketi’nin bileşenleri olarak biz, tüm farklılıklarımıza rağmen beraber olacağız. Biz olduğumuz gibi duracağız. Birbirimizi asimile etmeyeceğiz. Farklarımızı hazmedip, farklarımızla bir arada, iş görmeyi yaşamayı öğreneceğiz. Birbirimizi değiştirmeye değil anlamayı öne çıkaracağız.
Hareket adını da taşıdığı Haziran direnişinden, Gezi Direnişi’ neden önemli çıkarsamalarda bulunarak yürümeye başladığını açıkladı. Bu çıkarsamalar nelerdir?
Aslında Gezi çeşitli yapılar tarafından farklı değerlendirildi. Kimisi bu hareketi örgütsüzlerin birliği olarak gördü, kimisi internet gençliğinin sahaya dökülmesi biçiminde algıladı. Veya hatırlarsanız Y Kuşağı diyenler oldu. Gerçekte bunların çoğu, görüngüden hareketle yapılmış, olgunun özüne inmeyen tanımlardır; eksik, yetersizdir. Biz, ezenlerle ezilenler karşı karşıya geldi diye düşünüyoruz. Bu sınıfsal bir duruştur. Kesinlikle örgütsüz olarak da değerlendirilemez. En azından solun bugüne kadar ektiği değerlerin bir anlamda, biz gözleyemesek de, çimlendiğini, boy verdiğini, gönüllerde veya akıllarda yer ettiğini gördük. Sahaya dökülen insanların sol değerlerden haberdar olduğunu fark ettik. Gezi gerçekte soldu, ideolojikti, alternatifti.
AKP karşıtlığını da ben şöyle değerlendiriyorum. 10 küsur yıldır tüm eziyetleri AKP yaptı. Emperyalizm ve faşizm adına hareket eden AKP’ydi. Elbette tepki AKP’ye karşı olacaktı. AKP, emperyalizmin özel yetkili partisidir. Bu anlamda tepkiyi sisteme karşı bir tepki olarak algılamak da yanlış değil. Gezi’nin şifrelerinin ben ‘imkânsızı iste’ noktasına kadar taşınabileceğini düşünüyorum. Gerçekten imkânsızı zorlayan, TOMA’yı çaresiz kılan, ‘ben buraya binlerce polis veya asker yığdığımda her şeyi geriletebilirim’ diye düşünen devleti şaşkına çeviren, çaresiz kılan bir boyutu vardı. Devrimciler açısından söyleyecek olursak; bugüne kadar biz halka ‘çaresiz değilsiniz devrimciler var’ dedik. Bu kez sokakta ‘ey devrimciler siz de yalnız değilsiniz, bugüne kadar ektikleriniz boşa gitmemiş’ diyen bir kitle vardı. Türkiye’nin dört bir yanında “her yer Taksim her yer direniş” sloganı atıldı. Görüldü ki, Taksim’in yanında olmak için Taksim’e gitmek şart değil. Her yerde Taksim, Lice oluşturulabilir. Bu şekilde parçalar, başka parçalarla bir araya geldiğinde bütünlüklü bir dinamik oluşturulur ve sistem karşısında daha etkili olunur. Toplumun çeşitli kesimlerinin; köylülerin, işçilerin, kadınların, Kürtlerin vb. mücadeleleri var. Haziran Hareketi’nin amacı bu parçaları bir araya getirmektir. Aslında benzer bir diyalektikle söylersek, Taksim’e gitmeden Taksim’i savunmak nasıl mümkünse, bugün Kobane’ye gitmeden Kobane’yi savunmak da mümkün. Kobane çok önemli bir direniştir. Kesinlikle yanında yer almak gerekiyor. Ancak, “yalnızca Kobane’ye gidilirse Kobane savunulabilir” anlayışı bana çok doğru gelmiyor. Tersine bugün bizim yapmamız gereken, Türkiye halklarını, emekçilerini örgütlemek; Kobane’ye saldıranlara karşı farklı noktalarda cepheler açmak; güç, imkan ve dikkatlerini dağıtmaktır; ezilenler arasındaki empati ve dayanışmayı muhtemel tüm dinamiklere içerebilmektir. Gerçekte bizim bildiğimiz, HDK’nın/HDP’nin kuruluş mantığında da bu var.
Birleşik Haziran Hareketi’nin “ortak siyaset, ortak mücadele” şiarıyla atacağı adımlar neler olacak?
“Ortak siyaset, ortak mücadele” den ne anlamalıyız? Gerçekte ortak mücadele, devrimciliğin, devrimci algının içinde olan bir olgudur. Hiçbir yapı ‘ben tek başıma devrim yapacağım ’demez. Halkla beraber yapacağım dese dahi, bu halkın içinde örgütlü diğer yapılar vardır. Kısacası, birlik devrim ufkunda içerilmiş haldedir. Birlik olmadan devrim olmaz.
Biz birliği sadece fiziki bir toplam olarak değil, el ve akıl birliği olarak da algılamalıyız diye düşünüyorum. Solun birliği açısından, sahada yoldaşlaşmak çok önemlidir. Şu an bizim geldiğimiz nokta, Haziran yoldaşlığını oluşturma noktası olmalıdır. Haziran Hareketi yoldaşlığına ihtiyacımız var. Bunu sağlayabilirsek, programdan hayata, teoriden eyleme geçiş söz konusu olur. Aslında belki de en çok zorlanacağız nokta burasıdır. Çünkü söz bitti sıra eylemde; sokağa beraber çıkacağız; bu aynı zamanda bir çeşit sınavdır.
Devrimciler tutsaklık koşullarında birliği mükemmel bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Birbiri için ölümü göze alabiliyor. Birbirinin sesini duyduğunda kim olduğunu bilmeden sadece tutsak olduğu için harekete geçiyor, sahipleniyor, değer veriyor. Yani sınıflar mücadelesinin en somut, en çıplak yaşandığı yer hapishanelerdir. Mevcut koşullar doğrudan, tartışmasız, hatta diyalog dahi kurmadan bir birliğe, ortak harekete sebep oluyor. Aynı refleksel ve duygusal bütünleşmeleri dışarıya taşıyamaz mıyız? Tabii ki taşıyabiliriz; F tipi dışarıda da var. Bu kapsam içinde farkların eritilmesi, yok edilmesi gereken olgular olarak değil, zenginlikler olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani, adeta tutsaklar gibi hareket etmeli, birbirimize kenetlenerek ve birbirimizden beslenerek süreci geliştirmeliyiz.
Gezi’den, Soma’dan, Kobene’ye AKP hükümetinin sınıfta kaldığını görüyoruz. Tam da bu noktada Birleşik Haziran Hareketi, Türkiye için ne ifade ediyor, ne ifade etmeli?
Her acı kendine göre anlamlı ve değerlidir. Kobene konusunda nasıl bir acı ve savunma ihtiyacı söz konusu ise, başka acı noktalarında da bir savunma ihtiyacı söz konusu olacaktır. Bunları kesinlikle karşı karşıya getirmiyorum ama şu anda halkların kalbi Kobene’de attığı için sorunuzu oradan cevaplayayım dedim. Kobene’de bence şu an bir çeşit 1871 Paris yaşanıyor. Diğer bir ifadeyle Kobene’de Paris Komünü’nü anımsatan bir zemin var. O tarihte, ezenlerin ezilenler karşısındaki sınıfsal duruşunu tanımak açısından çok özel bir süreç yaşandı. Paris Parislilerin olmasındansa düşmanımın olsun diyen bir duruş sergilendi. Fransız hükümeti, Alman ordusunu desteğe çağırdı. Ve tarihte “en vahşi katliam, en görkemli direniş” diye geçen bir tarihsel an yaşandı. Demek ki egemen sınıflar, alternatif bir zemin, komünal bir eğilim, sosyalizm çağrışımı yapan bir duruş söz konusu olduğunda en vahşi niteliklerini devreye sokuyorlar. Biz bunun bir benzerini Taksim komününde gördük. Bugün bir başka biçimi de Kobene komününde yaşanıyor. Gerçekte Kobene, emperyalistlerin, AKP’nin, IŞİD’in, hatta KDP’nin içinde olduğu bir konseptle tasfiye edilmek istendi. Kobene’yi doğru anlarsak, doğru okuyabilirsek, sistemi ve bize yönelik tehlikeleri de doğru okmuş oluruz ve nasıl bir arada durabileceğimizin şifrelerine ulaşırız.
Kısacası Kobane’ye IŞİD, AKP ve ABD eli ile saldırtıldı. Yok edilemediğinde de “kurtarıcı” adı altında, PYD’den rol çalınarak, oradaki direniş tavsiye edilmek istendi; bu tasfiyenin bir boyutu da yalnızlaştırma ve tecrittir. İşte Haziran Hareketi’ne tam da bu bağlamda büyük görevler düşüyor. Kobane dahil ezilenlerin hiçbir kesimini diğerinden ayırmayan bütünlüklü bir programla hareket edilmeli, sınıftan kimliğe uzanan bir kardeşlik zemini örülmelidir. Bu bağlamda diyebiliriz ki Haziran Hareketi, sistemin hem reddi hem alternatifidir; tüm ezilenlerin bileşke kuvvetidir; ezilenlerin ortak sesi, uzun erimli bir yolun hem önsözü hem yoldaşlığıdır; anı da geleceği de kazanma iradesidir. Hem Cumartesi Anneleri’dir hem de onlara “Biz sizsiniz; siz biziz. Bizim orada, Arjantin’de bir söz vardır: Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadeledir” diye seslenen Plaza de Mayo- Anneleri’nden Maria Euquenia Mendizebal’dir. Soma ile Roboski’nin aynı karede sahiplenilmesidir. Denemekten ve yenilmekten korkmayanların “hep denedin hep yenildin, gene dene gene yenil, daha iyi yenil” diyenlerin ısrarıdır. Ve sonuçta, Berkin’den Ethem’e Gezi’de düşenlere karşı taşınan sorumluluğun yerine getirilmesidir.
Bu hareketin atmayı planladığı adımlar nelerdir ya da neler olmalıdır? Sizce hangi hedeflerle kimlerle ve nasıl yürümeli?
Haziran Hareketi, tüm halk kesimlerinin birliğini hedeflemelidir. Bu bağlamda gerek örgütlü kesimlerin sayısını arttırmak gerekse halkın katılımını sağlamak için çaba harcanmalıdır. Bu arada konu bağlamında söylemek gerekirse, bu hareket kesinlikle HDK’nın rakibi, onun karşıt kutbu gibi algılanmamalı, bu konuda hiçbir yanlış anlamaya fırsat bırakmayan bir açıklıkla hareket edilmeli, iki yapı arasında ortak hareket zemini sürekli olarak gözetilmelidir.
Haziran Hareketi, genelde ezilenlerin kendini yalnız hissetmediği, diğer ezilenle duygudaşlık kurabildiği bir zemin oluşturabilmelidir. Nasıl mı? Emiliano Zapata’ya dair anlatılan bir hikaye vardır. Zapata’ya Lenin’in devrim yaptığı, toprağı kamulaştıracağı söylenir. Zapata bu haber üzerine heyecanlanır ve “Gidelim Lenin’e haber verelim! Eğer ihtiyacı varsa buradan ona bin atlı gönderebilirim” der. İşte Haziran Hareketi Zapata gibi kıtalar ötesi yoldaşlaşabilmek, fiziken mümkün olmasa da dostuna dokunmayı yürekten istemektir; Che gibi “çoğul” olabilmektir.
Son olarak eklemek istediğimiz bir şey var mı?
Haziran’da yüz binlerce insan dil, din farkı bilmeden aynı toplumsal koroyu oluşturduğunda, “mızrakları göğü yırtan atlılar koştu” göğüslerinin avlusunda. İşte Haziran Hareketi bu ortak heyecanı kuşanarak ve sokakta mayalanan “değerlerine sevdalı kuşağı” yoldaş edinerek yola
çıktı. Bu kez başarmak için hem çokça nedenimiz var hem de başarmak zorundayız. İnanıyorum ki başaracağız. Mehmet Yeşiltepe 1960 yılında Antakya’da dünyaya geldi. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi mezunudur. Gazetecilik, yazarlık mesleğini sürdürmektedir.
*Yarınhaber Esas Mesele köşesi