DÜNDEN BUGÜNE UZANAN SÜREÇTE
TÜM ‘DEHAK’LARIN NİTELİĞİ AYNIDIR
YA DA
FAŞİZM KOŞULLARINDA ‘BARIŞ’ MÜMKÜN DEĞİLDİR!
Uludere Katliamı sonrasında yaptığımız açıklamada, bu katliamın güncellenen faşizmin bugüne yansıyan ihtiyacı olduğunu, iddia edildiği gibi olayın bir istihbarat hatası ya da tesadüf olmadığını söylemiş ve faşizmin önümüzdeki süreçte çok daha açık biçimiyle halkların karşısına çıkacağını ifade etmiştik.
Geçen süre içerisinde hemen herkesin yakından takip ettiği üzere emperyalizm ve onun ülkemizdeki işbirlikçisi AKP hükümeti, yaşamın her alanında işçi-emekçilere, halklara yönelik saldırılarının dozunu arttırdı.
Hatırlanacağı gibi İstanbul’da, Taksim Meydanı’nda yapılan “Hocalı Mitingi” başlıklı faşist gösteride, Hrant Dink şahsında bu ülkenin tüm ilericilerine, yurtseverlerine, devrimci-demokratlarına, kısacası emekçi halkların emperyalizme karşı kurtuluşunun mücadelesini sahiplenenlere, en açık biçimiyle hedef tahtasındaki yerleri bir kez daha hatırlatılmış ve bu tehdit, devletin en ‘güzide’ bakanlarından olan İdris Naim Şahin tarafından, “Bu kanın hesabı yerde kalmayacak” biçiminde ifade edilmişti.
13 Mart 2012 günü Sivas Davası zamanaşımından düşürüldü. Bu hamleyle bir yandan yapılan katliama en yüksek perdeden destek verilirken, katillere olan gönül borcu ödenmiş ve de önümüzdeki süreçte yaşanabilecek benzer türden devlet menşeli ‘vatandaş tepkileri’ne de vize çıkarılmış olmaktadır. AKP bir taraftan, işbirlikçi karakterinin önümüzdeki süreçte çok daha fazla teşhir olmasından kaynaklanabilecek olan sıkıntıları, kendi tabanının moral-motivasyonunu yükselterek minimize etmek isterken bir taraftan da bizzat Tayyip Erdoğan’ın ağzından, “Vatana millete hayırlı olsun, bundan sonra herkese anladığı dilden konuşacağız” biçimindeki tehdidiyle gelecek günlerin tasvirini yapıyor.
4+4+4 olarak adlandırılan yeni düzenleme aracılığıyla eğitim sistemi bütünüyle sermayeye açılırken, çocuk işçiliği yaygınlaştırılmakta, eğitim baştan aşağıya dini referanslara göre şekillendirilmekte ve kız çocuklarının okula gitmesinin önünde engel olarak duran duvarlar yükseltilmektedir. Yasanın geçtiği aynı günlerde Esenyurt’ta, 11 işçi kardeşimiz çalıştıkları inşaat şantiyesinde yakılarak öldürüldüler. Hemen hergün işçi-emekçilere karşı yeni yasalar çıkartılıp taşeronlaşma sayesinde iş yaşamı daha da güvencesiz hale getirilirken, tüm bu saldırıların sahipleri yaşanan cinayeti ekranlardan ‘kader, vadeleri dolmuş’ olarak utanmazca dillendirdiler.
Son olarak, başta Kürt halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının zulme karşı başkaldırı ve direniş günü olarak kutlanan, halkların tüm renkleriyle yüreklerindeki coşkuyu, beraberce yaktıkları ateşin etrafında büyüttükleri Newroz, devlet tarafından, tarih gerekçe gösterilerek fiilen yasaklandı ve halklara bir kez daha zulüm ve kan reva görüldü. Üstelik bu, “Newroz, gününde kutlandığı takdirde anlamlıdır, bu anlamlı güne gölge düşürmeye kimsenin hakkı yok” olarak ifade edilen en aymazca jargon eşliğinde gerçekleştirildi.
Newroz’un yasaklanması sonrasında halkın bu yasağa boyun eğmemesi, faşizmin gerçek yüzünün bir kez daha en açık biçimiyle görülmesine vesile oldu. Devlet, ülkenin her yerinde gerçekleştirilen Newroz kutlamalarına azgınca saldırdı. Yaşanan saldırılarda BDP Arnavutköy İlçe Yöneticisi Hacı Zengin, polisin attığı gaz bombası ile katledildi. Diyarbakır’da alana, barikatları aşarak giren halkı engelleyemeyen devlet, çareyi helikopterden gaz bombası atmakta buldu.
Tüm bu yaşananlar egemenlerin sınıfsal refleks ve niteliklerinde en ufak bir değişiklik olmadığını göstermesi açısından öğreticidir. Aynı zamanda bu, önümüzdeki sürecin niteliğinin benzer biçimde şekilleneceğini de göstermektedir.
CIA Başkanı’nın Sivas Davasının düşürüldüğü gün olan 13 Mart 2012 tarihinde Türkiye’de Başbakan’la özel görüşmesinin çakışması hayli ilginç ve düşündürücü. CIA Başkanı Petraeus ile Başbakanın görüşmelerinden Suriye’ye bir emperyalist saldırının adımlarının hızlandırıldığı, bu saldırının ‘merkez üssü’nün Türkiye olacağı, tampon bölge oluşturulabileceği, ‘Özgür Suriye Ordusu’ adındaki emperyalist beslemelerin daha organize bir biçimde silahlandırılacağı çeşitli biçimlerde kamuoyuna yansıdı. Emperyalist saldırganlığın ateşinin harlandırıldığı bugünkü süreçte, Türkiye egemenleri, bu saldırıları gerçekleştirebilmenin tek koşulunun, Kürt’ünden Alevi’sine, işçisinden emekçisine, öğrencisinden köylüsüne, memurundan emeklisine, yurtseverinden devrimcisine değin, tüm bir halkın zapt-u rapt altına alınmasından geçtiğini gayet iyi biliyorlar.
Bu bağlamda söylemek gerekirse, Newroz kutlamalarına yapılan saldırıda katledilen Hacı Zengin ile Artvin’de Metin Lokumcu’nun benzer biçimde öldürülmesi, faşist mitinglerin tertiplenmesi ile Sivas Davası’nın düşürülmesi, 4+4+4 saldırısı ile Esenyurt’ta 11 işçinin yakılması aynı sürecin farklı alanlardaki bileşenleridir. Diğer bir ifadeyle bu saldırılar, kişilerin de yapıların da eğilim ve niyetlerinden öte bir toplamın ifadesidir; uygulanmakta olan emperyalist projelerin gerektirdiklerinin Türkiye’deki izdüşümüdür.
Newroz kapsamında Kürt halkına uygulanan terör, özünde tüm emekçi halklara uygulanmıştır. Bu noktada, ‘barış’ kavramı etrafında oluşturulan beklentiler ve taleplerin faşizm koşullarında neden mümkün olmadığı, ‘barış’ derken beraberinde ‘kiminle barış?’ sorusuna da öznellikten en uzak biçimiyle cevap vermek gerektiği bir kez daha acı bir biçimde görüldü.
Bilinmelidir ki sınıflı toplumların tarihi boyunca, adları değişse de tüm ‘Dehak’ların niteliği aynı kalmıştır. Halklarımızın bayramını dahi onlara çok gören bugünün Dehak’ları da kuşkusuz bir gün ‘Kawa’ların meşru öfkesi ile tanışacaklardır. Bu yüzden bugün “Faşizme Karşı Tek Yol Devrim!” şiarı, tüm emekçi ve mazlum halkların kurtuluşunun yegane yol göstericisidir!
Biz bu bilinçle halklarımızın Newroz’unu kutluyor, tüm yasaklara, saldırılara rağmen, kapitalizmin tüm kirliliklerinin Newroz ateşinde, halkların kardeş çabalarıyla yakılacağına inanıyoruz.
TEK YOL DEVRİM!
DEVRİMCİ HAREKET
19 MART 2012