Daha 1857 yılının 8 Mart’ında hakları için mücadele eden New York’lu kadın dokuma işçilerinin yakılarak öldürülmesinin ve bu direnişin/katliamın emekçi kadınların direniş günü olarak anılmasının 155. yılını geride bıraktığımız şu günlerde; bir kez daha yakıldık, bir kez daha katledildik.
Esenyurt’ta inşa edilen Marmara Park Alışveriş şantiyesinde 11 işçi yanarak can verdi. Artık klasik ve bir ritüel haline gelen “ihmal” açıklamaları ise daha işçi kardeşlerimizin bedenleri soğumadan medyada yer almaya başladı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik olayla ilgili “öfkeli” açıklamalarda bulunurken, ihmallerin araştırılacağını ve bununla birlikte iş yasasının yeniden düzenlenmesi gerektiğini söyledi. Şecaat arzederken sirkat söyleyen Faruk Çelik’in gerçek yüzü ise İstanbul Valiliği’nin olaya yönelik olası bir kitlesel tepki karşısında bölgede geniş güvenlik tedbirleri alınması emrini vermesiyle açığa çıkmış oldu.
Adeta akıllarımızla alay edercesine yapılan açıklamaların ne denli samimi olduğu, aldıkları güvenlik tedbirleriyle ortadadır. Bir yandan sorumlular hesap verecek söylemlerinin dile getirilmesi bir yandan da emekçilerin öfkesinden korkarak ona önlem almaya çalışan kolluk güçleri, bırakalım sorumlulardan hesap sormayı, aksine kendi yarattıkları bu sömürü sistemine karşı tepki verenlerden kaygı duymakta ve onu zapturapt altına almaya çalışmaktadırlar.
Onların hesap soran söylemlerini bizler çok iyi biliyoruz. Bu söylemlere Karadon Maden Ocağı’nda yaşanan göçükte, Ostim’deki patlamada, Tuzla Tersanesi’ndeki ölümlerde ve daha birçok iş cinayeti sonrasında da tanık olduk. Bırakalım iş cinayetlerine karşı önlem almayı, işyerlerinin sahiplerinden dahi hesap sorulmadı. Esenyurt’ta yaşanan katliamın sorumlusu olan ve Marmara Park’ın inşaatını üstlenen Kayı İnşaat’a 2007 yılında Erdoğan tarafından ödül verildiğini de unutmadık. Erdoğan ödül töreninde “Özel sektörümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çözeriz” demiş ve onların başarılarının ülkenin başarısı olduğundan dem vurarak bu şirketlere destek vermekten çekinmeyeceklerini ifade etmişti. Pranga olarak ifade ettikleri şey ise işçi hakları ve emekçilerin örgütlü mücadelesiydi.
Bilindiği gibi ülkemizde her gün, iş kazası adı altında yeni ölümler, yeni cinayetler yaşanmaktadır. Hiçbir ülkede, işçilerin canı Türkiye’de olduğu kadar önemsiz değildir. Ülkemizde iş kazaları sonucu binlerce işçi hayatını kaybetmektedir. Türkiye insan yerine daha fazla kârı kutsayan anlayışıyla, iş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya ikincisi; sendikal hak ve özgürlükler konusunda da ILO’nun kara listesinde olan bir ülke haline getirilmiştir
Sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistiklerine göre 2008’de 865 olan iş kazaları sonucu ölümün, 2010 yılında 1434’e ulaştığı ifade edilmektedir. 2011 ve 2012 yılı istatistiklerinin açıklanması halinde ise ölüm sayısının daha da arttığı görülecektir.
Biz, ülkemizdeki işçi emeğinin ucuzlamasını da işçi ölümlerinin de sebeplerini çok iyi biliyoruz. Egemenler için kar hırsı her şeyden önce gelmektedir. Bu durum sömürüyü de görülmemiş düzeyde artırmaktadır.
Emperyalizmin küresel düzeydeki saldırılarının, kendi krizini yarattığını artık bugün herkes görmektedir. Krize giren sistem, emekçilere daha çok saldırmakta ve kölelik koşullarını her gün daha da fazla dayatmaktadır.
Tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşayan emperyalizm için bugün, Ortadoğu ile birlikte Türkiye’yi de yeni dönemin ihtiyaçlarına göre şekillendirmek acil bir ihtiyaçtır.
Bilindiği gibi kriz dünya ekonomilerini sallamakla kalmayıp üretim maliyetlerinin daha da aşağı çekilmesini zorunlu kılmaktadır. ABD’nin Türkiye için düşündüğü üretim üssü modeli tam da bu ihtiyacı karşılamaya dönük bir çabanın ürünüdür ve geniş bir coğrafyaya yayılma politikası gütmektedir. Bunu Irak saldırısından, Suriye’nin işgaline dönük atraksiyonlara kadar her aşamada görebilmek mümkün.
ABD emperyalizmi; Çin, Hindistan gibi ekonomilerini ucuz emek üzerinden var eden ülkelere karşı, Türkiye’yi ucuz üretim üssü olarak kullanmayı planlamaktadır. Bugün oluşturulan rekabet ortamında pazar bulabilmek için maliyetlerin aşağı çekilmesi emperyalizm için bir zorunluluk haline gelmiş, dayatılmıştır. Endonezya, Malezya, Singapur, Tayvan, Filipinler ve Güney Kore gibi işçilerin aylık 60-70 dolar ücretlerle çalıştırıldığı koşullarla rekabet edebilecek bir işgücü bulamayan sanayiye yaşama şansı bırakılmamıştır.
Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere egemen politikaların temsilcilerinin sıklıkla işsizliği sıfır düzeyine çekeceğiz diyerek açıklamalarda bulunması da esas itibarıyla bunun ifadesidir. Bu anlayışla Türkiye işsizlik rakamlarını düşürürken bir yandan da emperyalizmin ucuz işgücü cenneti haline getirilecektir.
Bu nedenle tarımın bitirilerek yedek işgücü ordusu yaratmanın yanında, çalışma yaşamı kuralsızlaştırılarak emekçilere örgütsüzlük dayatılmakta, toplum faşizmin renginin daha da koyulaştığı baskı yasalarıyla zapt-u rapt altına alınmaya çalışılmaktadır.
Bu çerçevede düşünüldüğünde, emeğin ve işçi hayatının gelecekte daha tehlikeli bir sürece gireceğini şimdiden görmek gerekiyor. Ortalama işçi ücretlerinin 200 dolara gerilemesi önümüzdeki dönemde kimseyi şaşırtmamalıdır. İşsizliğin Milli Siyaset Belgesinde iç düşman olarak tanımlandığı günümüzde, emekçiler açlıkla terbiye edilip köleliğe razı edilmeye çalışılmaktadır. Bunun yanında güvencesiz ve sağlıksız çalışma yaygınlaştırılacak ve emekçilerin karın tokluğuna çalışmasının koşulları yaratılmış olacaktır.
Bu bağlamda taşeronlaşmayı da, iş cinayetlerini ve güvencesiz çalıştırmayı ve işgücünü çok ucuza maledebilmeyi dayatan da emperyalizmin (dolayısıyla sistemin) kendisidir. Eğer iş cinayetlerine bir neden aranacaksa bu kapitalizmin kar hırsının ve emperyalizmle girilen ilişkilerin bir sonucudur.
Esenyurt’ta yaşanan katliam bu nedenle son değildir ve salt bir şirketin ihmali olarak algılanmamalıdır. Fail ise emperyalizm ve faşizmdir.
Bu cinayetlerin ortadan kaldırılmasının ve emekçilerin özgürlüğü kazanmasının tek yolu ise emperyalizme ve faşizme karşı mücadele ivmesinin yükseltilmesidir.
TEK YOL DEVRİM
DEVRİMCİ HAREKET
13 MART 2012