Devrimler tarihini başarılar ya da başarısızlıklar üzerinden açıklamaya çalışmak yanıltıcıdır. Kim i devrimler vardır kolay gerçekleşmesine rağmen fazla yaşayamaz; kimi devrimler ise, zor gerçekleşmesine ve hatta yenilgiyle sonuçlanmasına rağmen geride bıraktığı miras, deneyim sebebiyle zaman aşımına uğramaz.
Paris Komünü yalnızca 72 gün sürmesine rağmen hala taptaze. Vietnam devrimi onlarca yıllık uzun bir sürece yayılmasına ve çok büyük kayıplara yol açmasına rağmen, tarihin akışını değiştirme özelliğine sahiptir. Vietnam’da yenilen Fransız emperyalizmi, sonra ki yıllarda adeta tüm sömürgelerini kaybetti. Amerikan emperyalizmi ise aldığı yenilgi sonrası, uzun süre kendine gelemediği gibi günümüzde karşılaştığı en ufak bir direnç karşısında bile, Vietnam sendromu devreye girmektedir.
İspanyol Devrimi’ni incelerken, sonuçtan yola çıkarak yapılan değerlendirmeler yüzeysel ve sığ kalacaktır. 1929 bunalımı sonrası kapitalizmin içine düştüğü kriz, on milyonlarca
insanın sokağa atılmasına yol açtı. Emperyalist ülkelerde açlığın, yoksulluğun salgın hastalık gibi her yanı kavurduğu bir ortamda, işçi sınıfı ve ezilen halkların kapitalizm hastalığından kurtuluş projesi olarak sosyalizm yükselişe geçti. SSCB’ne dünyanın her yanından gelen heyetler, insana verilen değer karşısında şaşkına döndü. Eğitimden sağlığa; tarımdan sanayiye kadar yaşamın her alanında, Sovyetler Birliği’nin hayata geçirdiği dev projeleri yerinde görme, bilgi alma şansı yakalayan heyetler, döndüklerinde sosyalizmin propagandasını yapar duruma geldiler. Sovyetler Birliği’nde yaşananlar hakkında hazırlanan kitap, broşür, film vb. propaganda malzemeleri pek çok ülkede köylere kadar ulaştırılarak halkın bilgilenmesi sağlandı. Kapitalist ülkelerde yaşayan halkın SSCB hakkında duydukları ve okudukları karşısında etkilenmemeleri mümkün değildi. Kapitalist sistemin çökmesi ve sosyalizmin bir alternatif olarak işçi sınıfı ve ezilen halkların umudu haline gelmesi, emperyalistleri çeşitli önlemler almaya itti. İşte bu koşullarda krizin yükünün baskı, şiddet ve zor yoluyla işçi ve emekçilerin sırtına yüklenebilmesi için faşizmin ve militarist yöntemlerin dünya çapında yükselmesi sağlanırken; Sovyetler Birliği’nin yok edilmesi için de faşizme ihtiyaç duyuluyordu.
Dünya devrimler tarihine ait bilgi, belge ve materyallere ulaşmak yıllar geçtikçe zorlaşmaktadır. Ulaşılabilen kaynakların büyük bir çoğunluğu ise burjuva, anarşist ve troçkist yazarlara aittir.
Dünyanın her yanından yazar, sanatçı ve komünistlerin savaşmak için gittiği İspanya İç Savaşı’na ait bu kadar az şey bilinmesi ve belgelere zor ulaşılması bir başka handikaptır. Bu yazımızda ele aldığımız İspanya İç Savaşı, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi dünyanın içinde olduğu kaotik bir ortamda farklı etnik, dinsel ve sınıfsal özelliklere sahip bir ülkenin
karmaşık ilişkilerini inceleme zorunluluğunu doğurmaktadır.
İspanya’da köklü bir tarihsel geçmişe sahip olan krallık rejimi ve aristokrasi güçlü bir feodaliteyi temsil ediyordu. Kiliseler ise tıpkı Ortaçağ’daki gibi son derece güçlü bir ekonomiye ve siyasal etkiye sahipti. Kapitalizm öncesi sınıf ve tabakaların yanı sıra burjuvazi ve işçi sınıfının hızla büyüyerek mücadeleye atılması, sınıf savaşının ibresini daha da yükseltiyordu. Feodalizm ile kapitalizm arasında kalan küçük burjuva tabakaların hızla radikalleşmesi, Marksizm’in geçmişte mahkum ettiği Anarşizm, Troçkizm gibi anlayışların güç kazanmasına yol açıyordu.
Bu kadar yoğun iç çelişkilerin ve uzlaşmazlıkların yanı sıra, uluslararası güçlerin ve çelişmelerin de doğrudan müdahil olduğu İspanya’da, İç Savaş’ı incelemek karşımıza çeşitli zorluklar çıkarmaktadır. Tüm bu zorluklara rağmen sabırla ve büyük bir dikkatle yazıyı ele almak konunun anlaşılmasında faydalı olacağı gibi bugün karşılaştığımız olguların incelenmesinde de doğrudan katkı sağlayacaktır.
FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ
1929 krizi dünyanın her yanında emperyalizmin özel gayretlerle büyüttüğü faşizmin ayak seslerinin duyulmasına yol açtı. Faşizmin yükselişinin emperyalistlerce desteklenmesi, yalnızca Sovyetler Birliği’ni yok etmek için değil; sosyalizmin dünya çapında gelişimini engellemek
amacı da taşıyordu.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında ve sonrasında devrimci bir kabarış vardı. Faşizmin dünya çapında yükselişe geçmesi tesadüfen gelişen ya da yerel bir olay değildir. İspanya İç Savaşı’nın nedenlerini ve sonuçlarını daha iyi anlayabilmek için o tarihsel konjonktürdeki dünyanın siyasal atmosferini bilmek gerekir. Bugünün ölçek ve değerleriyle tarihe bakmak pek çok yanılgıya yol açar. 1930’ların dünyasının siyasi, ekonomik, sosyal gerçekleri göz ardı edildiğinde tarih bilimi açısından idealizme düşülür.
Tarih bilimini salt kronolojik (şematik) olarak incelemek doğruları değil ancak elde edilmek isteneni verir.
1930’larda sanki bir merkezden düğmeye basılmışçasına faşizm tüm dünyayı sarmıştı. Amerika’da faşizm, devlet tarafından destekleniyor, itibar görüyordu. Ku Klux Klan ve Amerikan Nazi Partisi gibi oluşumlar siyahlar, yahudiler, göçmenler vb. üzerinde terör
estiriyordu. Fransa’da burjuvazi neredeyse savaşmadan ülkeyi faşizme teslim etti. İngiltere ise ancak savaş başladığında faşist oluşumlara tavır alabildi. İspanya’da yaşananları doğru kavrayabilmemize yardımcı olabilecek bütünlüklü bir tablo elde edebilmek için faşizmin dünya çapında yükselişinin kısa bir tarihsel kronolojisini hatırlamakta fayda var:
-
1919 yılında Almanya’da Rosa Lüksemburg ve Karl Liebnecht’in katledilmesiyle sekteye uğrayan devrim 1923 yılında Hamburg barikatlarında tekrar ortaya çıkıyordu.
-
1919 yılında Macaristan’da Bela Kun önderliğinde gerçekleşen sosyalist devrim çeşitli hatalar sonucu yenilgiye uğruyor ve 1920 yılında General Miklos Hothy faşist diktatörlük kuruyordu.
-
1922 yılında Polonya’da Josef Pilsudski önderliğinde kurulan diktatörlük Sovyetler Birliği’ne ve komünizme düşmanlığıyla ün salmıştı. Ekim Devrimi sonrası yaşanan iç savaş sürecinde Polonya orduları Sovyet Devrimi’ni yıkmak için emperyalistler tarafından kullanıldı.
-
İtalya’da savaş sonrası ortaya çıkan İşçi Konseyleri ülkenin her yanında yaygınlaşmış ve devrimin taşları örülürken 1922 yılında sermaye çevrelerinin yardımıyla Mussolini darbe yaparak faşizmi kurdu.
-
Bulgaristan’da 1923 yılında Dimitrov’un yönettiği ayaklanma başarısız olunca Tsankov liderliğinde darbe yapılarak faşizm ilan edildi.
-
1923 yılında İspanya’da General Primo de Rivera darbe yaparak askeri diktatörlüğünü ilan etti.
-
1927 yılında Avusturya’da işçi sınıfının ayaklanmasının başarısız olması ardından ülke hızla faşizme kaydı. 1933 yılında parlamento kapatıldı ve komünist parti yasaklandı. 1934 yılında faşizme karşı işçi sınıfının gerçekleştirdiği Şubat ayaklanması da başarısız olunca Avusturya’da faşizm kuruldu.
-
1928 yılında Arnavutluk’ta Ahmet Zogu krallığını ilan ederek faşist bir rejim kurdu.
-
Romanya’da Kral II. Carol 1930 yılında faşizm ilan etti.
-
Japon faşizmi uzun yıllar sürdürdüğü sömürge siyasetine 1931 yılında Çin’in Mançurya bölgesini işgal ederek hız verdi. Bu olayın hemen ardından Çin’in işgaline başladı.
-
Portekiz’de 1932 yılında Salazar 36 yıl boyunca sürecek olan faşist diktatörlüğünü ilan etti. Salazar’ın sloganı “Tanrı-Vatan-Aile-Çalışma-Otorite” idi.
-
1933 yılında Naziler seçimleri kazandı. 1934 yılında Hitler Şansölye (Cumhurbaşkanı) ilan edildi. Almanya’da faşizm kuruldu.
-
1936 yılında Yunanistan’da General Metaxas faşizmi ilan etti.
-
1936 yılında Yugoslavya’da Dragas Cvetovic tarafından faşizm ilan edildi.
Avrupa’nın büyük bir kısmında faşist rejimlerin kurulmuş olması yükselen halk muhalefetini ezmek amacı taşıyordu. Komünist Enternasyonal’in dünya çapında yürüttüğü faaliyetler pek çok ülkede devrimci mücadelenin görülmemiş ölçüde yükselmesine yol açtı. Kriz sonrası Latin Amerika’da Küba, El-Salvador, Şili, Brezilya gibi ülkelerde birçok devrimci kalkışma yaşanırken; Avrupa’da Fransa ve İspanya’da Halk Cephesi hükümetleri işbaşına gelebiliyordu. Asya’da Çin, Vietnam gibi ülkelerde halklar bağımsızlıkları için savaşı yükseltiyordu. Sosyaliz min gücünü sırf Sovyetler Birliği’nden ibaret görmek kadar faşizmin gücünü de yalnızca
faşist rejimlerden ibaret görmekte yanlıştır.
Faşizm, emperyalist-kapitalist sistemin bir çocuğudur ve emperyalizm tarafından özel gayretlerle desteklenmiş, büyütülmüştür.
İSPANYA’YI TANIMAK
İspanya çok çeşitli milliyetlerden oluşmuş bir mozaiktir. İspanya’da şu an bile Bask, Katalonya, Endülüs, Galiçya vb. birbirinden farklı dillere ve kültürlere sahip 17 özerk bölge var. İspanya, coğrafi keşifler sonrası sömürgeciliği başlatan ülkelerden biridir. İspanyol denizciler girdikleri her yerde yağma, talan, katliam yapmıştır. İspanya, 1588 yılında İngiliz donanması tarafından yenilgiye uğradıktan sonra pek çok sömürgesini kaybetti. 1898 yılında ABD ile yaptığı savaşı da kaybeden İspanya, Küba, Filipinler, Porto Riko gibi elinde kalan hemen tüm sömürgeleri
kaybederek siyasi ve ekonomik bunalıma sürüklendi. 1909 yılında Fas’ın bir bölümünü işgal etti ancak 1921 yılında İspanyol ordusunun yenilgisi İspanya’da siyasal krizin doğmasına yol açtı. 1923 yılında ise General Primo de Rivera darbe yaptı. 1929 krizi sonrası gözden düşerek iktidardan uzaklaştırıldı.
1931 yılına gelindiğinde krizin yükü altında ezilen işçi sınıfı ve yoksul halk ayaklandı ve cumhuriyet ilan edildi. Kral XIII. Alfonso sürgüne gönderildi. Monarşi taraftarları bir yıl sonra General Sanjurjo önderliğinde cumhuriyete karşı başarısız bir ayaklanma düzenledi.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikçe cumhuriyetçi koalisyon partileri çeşitli adımlar attı. Bunlardan birisi eğitim reformuydu. Eğitim tamamen laikleştirilirken dini eğitim veren okullar kaldırıldı. Geniş bir eğitim seferberliği başlatıldı. Ancak 1933 seçimlerini milliyetçi partilerin kazanması ardından sağcı partiler eğitim alanındaki kazanımları tamamen ortadan kaldırdı. Ayrıca 1932 yılında Katalonya’ya özerklik statüsü verildi. Cumhuriyetçi partilerin bir başka adımı ise askeri alanda yaptığı düzenlemeydi. 1931 yılında 866’sı general olmak üzere 21 bin subay ve 130 bin er vardı. Cumhuriyet 8 bin subayın dışındaki tüm rütbelileri emekli etti ancak bu önlem bile orduda istenen başarıyı sağlamaya yetmedi. Cumhuriyetçi partiler subayların büyük bir kısmını tasfiye etmekle beraber yerine bir şey koyamadılar. Eski sistem büyük oranda korundu.
Tekellerin ve büyük toprak sahiplerinin hizmetinde olan ordu iç savaş sırasında aşağı yukarı tam kadro karşı devrimin safına geçti. İç Savaş başladığında toplam 10 bin civarındaki subaydan sadece 200’ü cumhuriyete bağlı kalmış, tamamına yakını ise askerleri de yanlarına alarak karşı devrimin saflarına katılmıştı.
1933 seçimlerini kazanan Milliyetçi Cephe gerici subayları tekrar en kilit noktalara getirmiş;
Genelkurmay Başkanlığı’na ise Franko’yu atamıştı. 1936 seçimlerini kazanan Halk Cephesi ise bu generaller ve subayların yerlerini değiştirmekle işe başladı. General Franko Kanarya adalarına; General Goded Barsolena’ya; General Mola Navarre’ye; General Yagüe ise Tercio’ya atanmıştı. Generallerin faaliyetlerine yeterince önlem alamayan Halk Cephesi karşı devrimci komployu engelleyemediği gibi daha da hızlanmasını izlemekle yetindi.
İspanya sağı iç savaşa 1936 seçimlerinden çok önce yani cumhuriyetin ilanından (1931) itibaren hazırlanıyordu. 31 Mart 1934 tarihinde Mussolini ile monarşistlerin yaptıkları gizli toplantı ve imzaladıkları anlaşma ortaya çıkarıldı. Mussolini, anlaşma karşılığında başlangıç olarak 20 bin tüfek, 20 bin el bombası, 200 mitralyöz ve 1,5 milyon peseta para vermeyi taahhüt ediyordu. Alman ve İtalyan faşistlerinin İspanyol gericilerine yardım etmesinin sebeplerinden biri Cumhuriyet’i yıkmak iken bir diğer sebep de demir, bakır, civa gibi değerli madenlerin işletim hakkına kavuşmaktı. Ayrıca Fransa’nın Akdeniz ve Prine dağları üzerinden yani güneyden kuşatılması da bir başka amaçtı. Faşistler bu yolla Fransızların Afrika’daki sömürgeleriyle irtibatını kesmeyi amaçlıyorlardı.
Burjuvazi ve monarşistlerin Cumhuriyet’i yıkmak için attıkları adımlardan biri de terördü. Karşı devrimciler faşizmin Almanya’daki başarısının yarattığı atmosferle harekete geçip José Antonio Primo de Rivera ve Onesimo Redondo önderliğinde Falanj (faşist) partisini kurdu. Falanjın kurulma amacı iktidarı ele geçirmek değil; terör yoluyla ülkenin iç savaşa sürüklenmesini sağlamaktı.
Falanjistler ülkenin her yanında harekete geçerek çeşitli suikastlar ve katliamlar gerçekleştirdi. 1933 yılı sonunda yapılan seçimlerde reform yapmakta yetersiz kalan Cumhuriyetçiler başarısızlığa uğradı ve aşırı sağ koalisyonun (CEDA)’nın başarısı ve
ile birlikte koalisyon hükümeti kurması üzerine politik durum daha da gerginleşti. Yeni hükümet Mussolini ile gizli bir anlaşma yaptı. Monarşi yanlıları İtalya’ya askeri eğitim almak için gönderildi. Hükümetin işçi düşmanı uygulamaları başlangıçta çeşitli eylem ve grevlere yol açmış; bir süre sonra ise işçi eylemleri ayaklanmaya dönüşerek ülkenin çeşitli yerlerinde komünler kurulmuştur. Bunun üzerine sağcı hükümet Fas’ta bulunan lejyoner ordusunu ayaklanmaları bastırması için İspanya’ya getirmişti. General Franko Asturias madencilerinin ayaklanmasını binlerce kişiyi öldürüp on binlercesini de tutuklayarak bastırmıştı.
İSPANYA’DA KAPİTALİZMİN GELİŞİMİ
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İspanya savaşa katılmadığı gibi savaşan tarafların ihtiyaç duyduğu ürünleri ihraç ederek sermaye birikimini görülmemiş düzeyde artırdı.
İhracat ekonomisi kısa sürede kapitalizmin gelişmesine yol açtı. Kapitalizmin gelişmesi burjuvazinin yanı sıra işçi sınıfının da siyasal olarak gelişmesine yol açıyordu. İhracat ekonomisi sanayinin daha çok liman kentlerinde kurulmasına yol açtı. Atlas Okyanusu yoluyla İngiltere, Almanya ve ABD’ye açılan kapı olan Bask bölgesi ile Akdeniz üzerinden Fransa ve İtalya’ya açılan kapı olan Katalonya bu dönemde çok yoğun sanayi bölgeleri oldular. Savaş sonunda ortaya çıkan büyük şirketlerin %80’i Katalonya’da kurulmuşken; yaklaşık %15’i ise Bask bölgesinde bulunuyordu.
İspanya’da kapitalizm, içsel dinamiklerden ziyade uluslar arası tekellerin kontrolünde gelişti. Hemen her sektör yabancı tekellerin doğrudan kontrolü altındaydı. Kimya sanayi Fransız ve Alman tekellerinin; demiryolları İngiliz ve Fransız tekellerinin elindeydi. Tramvay işletmesi, Belçika tekellerinin; Turizm ve haberleşme Amerikan tekellerinin elindeydi.
Madencilik sektöründe de değişen bir şey yoktu: Bakır, demir ve civa gibi madenler yine yabancıların denetimindeydi. Ayrıca tekstil sektörü de yabancı tekellerin denetimindeydi.
İspanya sınıf çelişkilerinin keskinleştiği bir ülkeydi. Toprakların yarısından fazlası nüfusun
%1’ini geçmeyen zengin ailelerin elindeydi. Krallık rejimi altında monarşi o kadar baskındı ki köylü kitleleri din tüccarlarının elinde uyuşturulmaya, gericileştirilmeye çalışılıyordu. Eğitimsizlik cehaleti daha da büyütüyordu.
İşçi sınıfı nicel gelişimini nitelik sıçramasına çevirerek sendikal ve siyasal alanda çeşitli örgütlenmeler kurma yoluna gitti. Bunlardan biri ağırlıklı Katalonya bölgesinde örgütlü olan CNT’dir (Ulusal Emek Konfederasyonu). 1910 yılında Anarko-sendikalist temelde Barselona’da kurulan sendika Anarşizmi benimsiyordu. İlerleyen yıllarda gücünü daha artıran örgüt üye sayını 1 milyona çıkararak ülkenin en büyük sendikası haline geldi. Anarşist hareketin siyasal örgütlenmesi ise FAİ (İspanya Anarşist Federasyonu) idi. Anarşistler İspanya’da büyük bir siyasal ağırlığa sahipti. Troçkistler
de İspanya’da güçlenmişti. 1935 yılında Andres Nin ve Juan Andrade’nin liderliğinde POUM (Marksist İşçi Birliği Partisi) kuruldu. Bu parti de Katalonya bölgesinde güçlüydü. POUM’un en öne çıkan yönü ise anti-Stalinizm söylemidir. İç Savaş sırasında bu söylem Stalin ve SSCB düşmanlığına kadar vardırılacaktı. İspanya’da öne çıkan örgütlenmelerin en eskilerin biri de PSOE’dir (İspanya Sosyalist İşçi Partisi). 1879 yılında kurulan PSOE İkinci Enternasyonal üyesiydi ve Ekim Devrimi sonrası kurulan Komünist Enternasyonal’e girmeyi reddetti. PSOE, sendikal alanda ise 1888 yılında kurulan UGT (Sosyalist Genel İşçi Birliği) üzerinde etkiliydi. UGT’nin 200 binin üzerinde üyesi vardı. PSOE’nin İkinci Enternasyonal’den yana tavır koyması parti içinde bölünmeyi getirdi. 1921 yılında İspanyol komünistleri birleşerek PCE’yi (İspanya Komünist Partisi’ni) kurdu ve Komünist Enternasyonal’e üye oldu. PCE’nin liderliğini Jose Diaz ve Dolares Ibarruri yapıyordu.
İSPANYA’DA SEÇİM SÜRECİ
1933 seçimleriyle iktidara gelen sağcı partilerin gerici uygulamaları Cumhuriyet’in kazanımlarını tehlikeye sokmuştu. Eğitimin laikleştirilmesi sağcı hükümet tarafından baltalanmış tekrar eski düzen tahsis edilmişti. 1934 yılında Asturya bölgesindeki büyük işçi grevi Franko komutasındaki askerlerce tam bir katliamla bastırılmıştı. 5 binin üzerinde işçi katledilirken 30 bini ise hapishanelere dolduruldu. Sağcı hükümetin hem cumhuriyete hem de işçi, köylü ve küçük burjuva kesimlere saldırısı karşısında sol partiler birbirlerine daha fazla yaklaşarak hemen seçimlerin öncesinde 15 Ocak 1936 tarihinde Halk Cephesi’ni kurdular.
Halk Cephesi’nin sağ kanadı Cumhuriyetçi sol, Cumhuriyetçi Birlik, Esquerra Katalonya Partisi ve Federal Cumhuriyetçi Parti’den oluşuyordu. Sol kanat ise 200 bin üye ve köklü bir geleneği olan UGT sendikasını arkasına almış Sosyalist Parti, sağlam bir kadro yapısına sahip Komünist Parti, küçük çaptaki sendikalist partiler ve Marksist Birlik Partisi. Halk Cephesi’nin ve seçim mücadelesinin dışında tutulmasına rağmen, güçlü iki anarşist örgüt yani FAİ (İspanya Federasyonu) ve CNT (Milli Emek Federasyonu) Halk Cephesi’ne geniş ölçüde destek oluyordu. CNT’nin o dönem ki üye sayısı 1 milyona yakındı.
Halk Cephesi’nin programına göre hapishanelerdeki 30 bin sosyalist serbest bırakılacak, iş günü 8 saat ve haftalık yasal çalışma süresi 40 saat olarak kabul edilecek, çalışanlar için asgari bir ücret belirlenecek; tarım vergisi indirilecek, küçük ve orta köylüye kredi açılacak; din ve devlet işleri birbirinden ayrılacak; eğitim tümüyle laikleştirilecekti.
16 Şubat 1936’da yapılan seçimlerin milletvekilliği dağılımına bakıldığında solun tam bir zafer elde ettiği görülür. Cephelerin oy ve milletvekili dağılımı karşılaştırıldığında ise bir tutarsızlık olduğu görülür. Halk Cephesi ile Bask Milliyetçileri’nin toplam 4.352.000 oyu varken 280 milletvekili çıkarabilmiş; sağcı cephe 3.783.000 oy almasına rağmen bunun ancak yarısı kadar milletvekili çıkarabilmiştir. Seçim sonuçlarına bakıldığında İspanya’nın İç Savaş öncesi tam olarak kamplaştığı görülür.
Cepheler
Oy Sayısı (Bin)
Millet
Vekili
Sayısı
Milliyetçi Cephe
3.783
142
Merkez Partiler
681
31
Halk Cephesi
4.176
271
Bask Milliyetçileri
176
9
Seçimin gösterdiği bir diğer gerçek Halk Cephesi’nin içindeki karmaşık yapıdır. Halk Cephesi’nin görece sağ kanadı 155 milletvekili çıkarmışken; sol kanadı ise 116 milletvekili çıkarmıştır. Sol partiler içinde Sosyalistler ağırlıktayken Komünist Parti yalnızca 16 milletvekili çıkarabilmiştir. O dönem komünist partisinin üye sayısının yalnızca 30 bin idi.
Halk Cephesi Partileri Millet Vekili Sayısı
Cumhuriyetçi Birlik
37
Cumhuriyetçi Sol
80
Katalan Solu
38
Toplam
155
Bask Milliyetçileri
9
Sosyalistler
90
Sendikalistler
2
Komünistler
16
Bağımsız Sol
8
Toplam
116
Genel Toplam
280
FAİ ve CNT gibi İspanya’da çok güçlü anarşist parti ve anarko-sendikalistler seçimlere katılmayıp Halk Cephesi’ni desteklemişlerdi. O yüzden sol partilerin milletvekili sayısı gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Bu ayrıntılar İspanya İç Savaşı’ndaki sınıf mücadelesinin ve siyasi oluşumların ne denli karmaşık olduğunu ve toplumun bütün kesimlerinin politikleşmiş olduğunu göstermektedir. Bir İç Savaş’ın bütün özellikleri o tarihsel kesitte mevcuttu.
Sayı 37 (Ağustos – Ekim 2012)