16 Şubat 1936 seçimlerini kazanan Halk Cephesi adına kurulan Azana liderliğindeki hükümette ABD, İngiliz ve Fransızlar’ın gönlünü hoş tutmak için sosyalistlere ve komünistlere yer verilmedi. Komünist Parti o dönem sınırlı bir üyeye sahip kadro hareketiydi. Ancak sosyalistlerin halk desteği çok fazlaydı. Hükümet, cumhuriyetçi partilerin kontrolündeydi. Azana Hükümeti’nin ilk işi; 1934 yılında Franco birlikleri tarafından işçi grevini bastırmak bahanesiyle yapılan katliam sonrası hapsedilenlerin genel af ile salıverilmesi oldu. İkinci adım ise özerk Katalan hükümetinin yeniden kurulması oldu. 10 Mayıs tarihinde ise Azana, Cumhurbaşkanı seçildi. Başbakanlığa ise Casares Quirigo seçildi. Haziran ayına gelindiğinde ise Fransa seçimlerinde Halk Cephesi hükümeti kurulmuştu.
1931 yılında cumhuriyetin ilanından beri sürekli hoşnutsuzluklarını bildiren, huzursuzlanan kralcılar, feodal toprak sahipleri, tekeller, ruhban sınıfı ve ordu sürekli katliamlara başvurarak işçi ve emekçileri sindirmeye çalışmıştı. 1936 seçimleri artık bu yolun da işe yaramadığını göstermiş oldu. Cumhuriyetin ilanından beri uluslararası faşist ve emperyalist sistemle sürekli işbirliği içinde olan sömürücü sınıflar onlardan aldıkları destek ve işaret ile birlikte harekete geçmek için hazırlıklara başladılar. Seçimlerin hemen ardından faşistler ülkenin hemen her yerinde siyasetçilere, sendikacılara, işçi ve köylülere yönelik suikast ve katliamlara hız verdi. Falanjistlerin amacı yarattıkları terör yoluyla halkı sindirmekti. 14 Mart tarihinde Falanj partisi hükümet tarafından yasadışı ilan edildi ve liderleri J.A. Primo de Rivera tutuklandı. Falanjistler işsavaşı tırmandırmak için suikastler yanında doğrudan halka saldırmaya da başladı. 14 Nisan 1936’da falanjistler resmigeçit töreninde halka ateş açtı. 13 Temmuz tarihinde cumhuriyetçi askerlere dönük katliamlar ise bardağı taşırdı ve sağcıların liderlerinden Calvo Sotelo cezalandırıldı. Böylece Generaller istediği fırsatı yakaladığını düşünerek Fas’ta iç savaşın işaretini verdiler.
İÇ SAVAŞ BAŞLIYOR!
İç savaş öncesi generaller, defalarca Cumhuriyete bağlılıklarını beyan eden yazılı ve sözlü açıklamalar yapmışlar hatta kendilerini cumhuriyetin sadık bekçisi olarak göstermeye gayret göstermişlerdir. Azana cumhurbaşkanı seçildiğinde tüm generaller onu kutlamış ve bağlılığını bildirmişti. İsyandan bir gün önce Franco Savunma Bakanı’na gönderilen telgraf generallerin ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyordu: “Ordunun Cumhuriyete karşı olduğunu söyleyenler yalan söylemektedirler. Kendi kirli ihtirasları yüzünden komplolar icat edenler sizi kandırmaktadırlar. Subayların endişe, şeref ve vatanseverliklerini komplo ve vefasızlık belirtileri olarak gösterenler ülkemize çok kötü bir hizmette bulunmaktadırlar. ” General Mola yine isyandan bir gün önce cumhuriyete bağlılığını ifade edip isyana katılmayacağına dair şeref sözü vermişti. Generallerin ikiyüzlülüğüne kanan hükümet isyan karşısında şaşkına döndü. Komünist Parti önderliğinin defalarca yazılı ve sözlü yaptığı tüm uyarılar dikkate alınmadığı gibi, komünistler orduyu tasfiye etmek istiyor biçiminde yansıtıldı. En son Komünist Partisinden bir heyet Başbakana çıkıp da, General Mola’nın isyan faaliyetlerine ait kesin deliller sunduğunda bile Başbakan’ın cevabı; komünistlerin “her yerde Faşist gördükleri” olmuştu. Halk Cephesi içinde faşist bir ayaklanmaya, isyana ve hele iç savaşa, komünistler dışında ihtimal veren yoktu. Sosyalist Parti önderlerinden Prieto, parti toplantısında faşist tehlikeye dikkat çeken bir konuşma yaptığında yoldaşları “Palavra! Kocakarı masalı” bunlar diye onla alay etmişti. İç savaş başladığında bile Başbakan Casares Quirigo isyanın küçük çaplı olduğunu ve kısa sürede anlaşılabileceğini düşünüyordu. İspanya’nın yarısı denetimden çıkana kadar herhangi bir girişimde bulunmadığı gibi, halka silah dağıtılması taleplerini de kabul etmedi. Başbakan en sonunda:”
Beyler, elimizdeki silâhların dağıtılması için emir vereceğim. Fakat ben istifa ediyorum ” diyerek hem mücadeleden kaçmış hem de faşistlere büyük fırsatlar yaratmıştı. 20 Temmuz’da Jose Gual’ın başkanlığında yeni hükümet seçildi.
İç savaşa faşistler çok kapsamlı hazırlanmıştı. İspanya’nın her yerinde aynı anda başlayan isyan bazı yerlerde başarı da kazanmıştı. Faşistler, sadece ordu aracılığıyla değil sivil faşist güçleri de kışlaya sokup onlara üniforma ve silahlar dağıtarak ayaklanmalara hız kazandırmışlardı. Faşistler işgal ettikleri yerlerde yağma, talan ve katliamlara başvuruyorlar, oluk oluk kan akıtıyorlardı. İşgal ettikleri her yerde onbinlerce insanı önce işkenceden geçirip ardından öldürüyorlardı. Faşistlerin katletmesi için çoğu zaman cumhuriyetçi bile olmak gerekmiyordu. Sömürücü sınıfları desteklememek bile cinayetler için yeterli bir gerekçeydi.
İsyan ancak işçi sınıfı ve köylülerin kitlesel olarak sokağa çıkıp elde silah faşistlere karşı çarpışmalara katılmasıyla durdurulabildi. Faşizm tehlikesi karşısında hükümetin halka silah dağıtılmaya başlamasıyla birlikte Komünistler, Sosyalistler, CNT üyeleri, Cumhuriyetçiler, Katalan Milliyetçileri, Basklılar ve diğer anti-faşistler birleşmişler ve Cumhuriyeti kurtarmak için kanlarını dökmüşlerdir. Halk Cephesi’ni oluşturan partilerin siyasal öngörüsüzlüğü, basiretsizliği halkın kanının daha fazla akıtılmasında önemli bir etken olmuştur.
1936 Ağustos’unda İspanya’nın en büyük kentleri olan Madrid, Barcelona, Valencia ve Bilbao’nun yanı sıra Bask bölgesi ve Katalonya’nın da cumhuriyetçilerde kalması, isyancıların hedefine ulaşamadığının göstergesi olmuştur. Cumhuriyet Hükümeti, Akdeniz ve Cantabrian kıyılarındaki önemli ticaret limanlarını, başlıca sanayi ve madencilik merkezleri ile en zengin tarım bölgelerini elinde tutuyordu. Cumhuriyetçi kuvvetler 24 Temmuz’da karşı saldırıya geçerek Bask bölgesinde işgal edilen şehirleri ve Cordoba’yı geri aldılar. Huesca ile Granada hemen hemen tamamen sarılmıştı, Zaragoza ile Cordoba gibi bölgelerde, Halk Milis kuvvetlerinin baskısı artıkça faşistlerin durumu güçleşiyordu. 16 Temmuz’da General Mola, General Francisco Franco ve General Jose Sanjurjo önderliğinde Fas’ta askeri ayaklanmanın işareti verildi ve 19 Temmuz’da ise üst düzey subayların büyük bir kısmı faşizmin tarafına geçti. Ayrıca bakanlıklardaki, mahalli idarelerdeki yüksek memurların, sanayi işletmelerindeki yöneticilerin %75 ila %90’ı aynı şekilde hareket ettiler. 20 Temmuz 1936’da General Sanjurjo, İspanya’ya isyanın başına geçmeye giderken, bindiği uçağın Lizbon yakınlarında esrarengiz bir şekilde düşmesi başsız kalan isyan hareketinde liderlik yarışı başlatmıştı. General Mola ile Franco arasında bir yıla yakın süren mücadele, 1 Temmuz 1937’de General Mola’nın da esrarengiz bir uçak kazası sonunda ölmesi ile Almanya’ya daha yakın olan Franco yararına çözümlenmiş oldu. Kuşkusuz cumhuriyete sadık kalan generaller ve ordu birlikleri de mevcuttu. Santander, Valencia, Murcia, Cas-tellon, Bilbao, Cartagena, Malaga, Tarragona, Alicante, Huelve, İrun gibi şehirlerde ordu saflarından isyana hemen hiç katılım olmamıştır. Logrono, Palencia, Valladolid, Cadiz ve El Ferrol’da isyancılarla cumhuriyete sadık kuvvetler arasında ciddi çatışmalar olmuştur. Tetuan, Melilla, Pollensa ve Leon hava üstlerinde havacılar isyancılara karşı koymuşlar ve Cumhuriyeti savunma uğruna hayatlarını feda etmişlerdir. General Villabrille, Pita Caridad, Salceda, Batet, Gomez Morato, Romerales, Nonez del Prado ve Molero ile Amiral Arazola ve diğer yüzlerce subay bu nedenle öldürülmüşlerdir.
İspanyol halkı Cumhuriyeti kurtarmıştı. Bu büyük çatışmada İspanyol halkının sömürücülerden daha güçlü olduğu ortaya çıkmıştı. İşte bundan sonra uluslarası emperyalist ve faşist güçler devreye girdi. Bir yandan güya demokratik ülkeler (ABD, İngiltere ve Fransa) “Müdahale etmeme”
politikasıyla cumhuriyetçilerin elini kolunu bağlarken; Alman ve İtalyan faşizmi ise İspanya Cumhuriyeti’ne açıktan ve utanmazca askeri müdahale ediyordu.
FAŞİZMİN ULUSARASI DESTEĞİ
İç savaşı başlatırken sömürücü sınıflar ve generaller neye güveniyorlardı? Daha önce de belirttiğimiz gibi iç savaş hazırlıkları cumhuriyetin ilanına kadar dayanır. Monarşi taraftarları ve toprak sahipleri çeşitli defalar İtalya’ya geçip çeşitli görüşmeler yapmış, anlaşmalar imzalamıştı. İspanyol tekellerinin temsilcileri ve Generaller ise Almanya ve İtalya’ya yaptıkları ziyaretlerde para, silah ve asker desteği karşılığında maden yataklarını faşistlere devreden çeşitli anlaşmalar imzalamışlardı.
Emperyalist ve faşist devletlerin çıkarları İspanya’da çakışıyordu. Halk Cephesi her şeyden önce kendi ülkelerine kötü bir örnek ve risk oluşturuyordu. Fransa’da Halk Cephesi hükümet kurmuştu bile. Emperyalistlerin Sovyetler Birliği’ne saldırtmak için sürekli besleyip büyüttükleri Alman ve İtalyan faşistleri için İspanya Cumhuriyeti iyi bir cephe gerisi olmayacaktı. Ayrıca İspanyol madenleri faşist savaş sanayii için gerekliydi. Faşistlerin İspanya’ya hiçbir engelle karşılaşmaksızın açıktan müdahalesi diğer kapitalist ülkelerdeki yönetimlerin de faşizme kayışını hızlandırdı. İspanya iç savaşı sonrası Alman ve İtalyan faşistleri Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa’da hızla yayıldı.
Emperyalizmin ve faşizmin İspanya’ya müdahalesi iç savaşın da niteliğini değiştirdi. Başlangıçta oligarşiyle (monarşistler, toprak sahipleri, tekeller, ordu vb.) halk arasında süren mücadele uluslararası müdahaleler sonrası Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ne dönüşmüştür. 18 Ağustos 1936’da İspanya Komünist Partisi yeni gelinen aşamayı yayınladıkları bildiride şu sözlerle dile getiriyordu: “Bir yanda ülkemizin askeri ve reaksiyoner kuvvetleri, diğer yanda demokrat ve ilerici bir İspanya isteyenler arasında bir mücadele olarak başlayan savaş, kısa zamanda bir bağımsızlık savaşına dönüşmüştür. Ülkemizin zorba yabancıların kanlı çizmeleri altında çiğnenmesine engel olmak için bütün milletimiz ayağa kalkmalıdır.”
İç savaşta faşistlerin kaybettiği ortaya çıkınca Almanya ve İtalya, İspanya ile Fas arasındaki cumhuriyet donanmasına uçak ve denizaltılarla saldırıp bölgeden uzaklaştırdı. Böylece oluşturulan koridordan Fas’ta toplanmış olan Franco’nun birlikleri, Arap paralı askerleri ve İtalyan birlikleri İspanya’ya taşındı. Bunlar savaş deneyimi olan birliklerdi. Özellikle İtalyan askerleri Habeşistan’ın işgalinden daha yeni gelmişti.
İspanya’daki iç savaşı destekleyen ülkelerin başında Almanya ve İtalya gelir. İspanya Savaşı’nda rol alan İtalyan asker sayısı 150 bini bulmuştur. İtalyan Hava Kuvvetleri’ne ait yaklaşık 1000 civarındaki uçak 86420 uçuş gerçekleştirerek İspanya halkının üzerine 11585 ton bomba atmıştır. Ayrıca İtalya, Franco’ya; 2 bin top, 10 bin otomatik silah, 200 bin tüfek, 1700 ton bomba, 10 milyon mermi ve binlerce askeri araçtan oluşan müthiş bir malzeme desteği de sağladı. Alman ve İtalyan denizaltıları özellikle Akdeniz’de İspanya’ya giden Rus, İngiliz,Norveç vb. yük gemilerini de batırarak cumhuriyeti hem parasal olarak zarara uğratmış hem de denizden ablukayı sıkılaştırmıştır.
İspanyol faşizminin uluslarası alanda en önemli destekçilerinden birisi Alman faşizmidir. Almanlar’la Franco’nun ilişkileri birinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası İspanyol Fası’na kadar dayanır. Almanya 1936 Ekimi’nde İspanya Cumhuriyeti’yle savaşmak üzere General
Sperrle kumandasında Kondor Lejyonu adıyla bir hava birliği gönderdi. Almanya, Franko ordusunu eğitmek ve örgütlemek için binlerce subay ve ayrıca tank, topçu ve muhabere birlikleri de göndermişti. İspanya iç savaşında rol alan Alman subay ve uzmanlarının 50 bin kişiyi bulduğu bildirilmektedir. Bu dönemde Alman Hava Kuvvetleri’nin (Luftwaffe) kondor lejyonunun Blitzkırig (Yıldırım Savaşı) diye bilinen yeni hava taktiklerini burada denediği söylenir.
İç savaşa doğrudan askeri destek veren ülkelerden birisi de 1932 yılından beri Salazar’ın faşist diktatörlüğüyle yönetilen Portekiz’di. Salazar, silah yardımı yapmadı, ama hem 15 bin asker yolladı (8 bini öldü), hem de Franco’ya giden her türlü malzeme, Portekiz üzerinden taşındı.
Almanya’nın asker, mühimmat, yiyecek ve diğer malzeme şeklindeki geniş savaş yardımları ve Franco’nun ABD’den sağladığı taşıt, yakıt ve malzemeler ancak deniz yoluyla İspanya’ya ulaştırılabilirdi. Salazar, bütün bunların Lizbon veya Porto limanlarından alınarak Franco bölgesine ulaştırılmasında yaşamsal bir rol oynadı, nakliye trafiği onsuz bu kadar rahat başarılamazdı. Portekiz toprakları, hava alanları, ulaşım ve radyosu, hatta ordu ve polisi bile Franko’nun emrine verilmişti. Portekiz hava alanlarından kalkan Alman uçakları İspanyol şehirlerini bombalıyorlardı.
İspanyol faşistlerinin savaşa sürdüğü askerlerin bir kısmı da Arap kökenli askerlerdi. Kuzey Afrika’dan toplanan bu paralı askerlerin sayısı 100 bini buluyordu. Bu birlikler İspanyol Fası’ndan ziyade Fransızlar’ın kontrolündeki Fas ve Cezayir’den toplanmıştı. O dönem Fas halkının ilerici kesimleri, Araplar’ın Franko ordusuna alınmasını protesto etmişler, hatta Fransız yönetimine karşı ayaklanmalar bile düzenlenmişti.
İspanya’da savaşa katılan yabancı güçlerin toplamı Franco’nun elinde bulanan İspanyollar’dan kat kat fazlaydı. Hatta Franco’nun ordusu başlangıçta çok büyük oranda yabancı askerler ve savaşçılardan oluşmuştu. İspanya’daki iç savaşa müdahale eden İtalyan, Alman, Portekiz ve Arap askerlerinin sayısı 300 bin kişiden fazlaydı.
İspanyol faşistlerinin gücü yalnızca yabancı askerle sınırlı değildi. Uluslararası güçler içinde faşist ülkelerin doğrudan cephede savaşmasının yanı sıra bir de onları para, politika, silah, mühimmat, taşıt, petrol, gıda vb. her yolla açık-gizli destekleyen emperyalist ülkeler vardı. Bu ülkelerin başında ise ABD, Fransa ve İngiltere üçlüsü yer almaktaydı.
Amerikan Kongresi, önce ikiyüzlüce seçilmiş bir hükümeti, onu devirmek için ayaklanan faşistlerle bir tutarak tarafsızlık kararı aldı. Uluslararası hukuk (burjuva hukuk) için bile yüzkarası olan bu karar Amerikan emperyalizmi için yalnızca bir kamuflaj görevi görüyordu. Ford, Studbaker, General Motors, Standart Oil ve başka Amerikan tekelleri Franco’ya yardım ediyor, taşıt ve borç veriyorlardı. İspanyol faşistleri böylece iç savaş boyunca sınırsız bir petrol kaynağına sahip oldu. Kendisi yakıt sıkıntısı çeken Alman ve İtalyan faşistlerinin uçak ve tankları Amerikan petrolü ve uçak yakıtı sayesinde İspanya halkının başına bomba yağdırabildi ya da paletler altında ezdi. ABD’nin daha savaşın başında yaptığı petrol yardımı 344 bin tona ulaşmışken; bu oran iç savaşın sonu olan 1939 yılında 624 bin tona çıkmıştır. Ayrıca ABD Franko’ya milyonlarca dolarlık kredi açarak iç savaşı finanse etmiştir. ABD Başkanı Roosevelt, 21 Nisan 1938’de iç savaşın sonlarına doğru artık gizlenecek bir şey kalmayıp her şey ortaya dökülünce “Franko uçaklarının Barselona’ya Amerikan yapısı bombalar attığını duyduk. Bunlar Alman hükümetine veya bir Alman şirketine satılmış ve oradan tekrar ihraç edilmiş olabilir.” diyerek bu ilişkiyi dolaylı yoldan kabul etmiş oldu. İç savaşta en çok kullanılan araçlardan birisi de kamyonlardı. Franco’ya yapılan kamyon yardımı incelendiğinde Almanya’nın 1200, İtalya’nın 1800 ve ABD’nin ise 12800 adet kamyon yardımında bulunduğu görülüyor.
Franko’nun Dışişleri Bakan Yardımcısı Jose Maria Doussiangue “Amerikan petrolü, Amerikan kredisi ve Amerikan kamyonları olmasaydı savaşı kazanamazdık.” demiştir. İspanyol faşistlerini destekleyen ülkelerden birisi de İngiltere idi. İç savaştan önce ve sonrasında büyük İngiliz tekelleri Franko’ya muazzam para yardımlarında bulundular. İngiliz Petrol kralı Sir Henry Deterding (Shell) Franko’ya büyük paralar vererek iç savaşı finanse etti.
Fransa’da 1936 yılı haziran ayında kurulan Halk Cephesi İspanya’ya destek sözü vermişti. Leon Blum, iç savaş başlar başlamaz İspanyol hükümetinin parasını ödeyerek almak istediği silahları hiçbir zaman vermedi. Belki de bu silahlar gelmiş olsa Cumhuriyet hükümeti, Francocular’ın İtalya ve Almanya’dan aldıkları yardıma rağmen, bu faşist isyanı çok kısa bir süre içinde bastırabilecekti. Bununla da yetinmeyen Leon Blum, 1 Ağustos tarihinde ise başlıca Avrupa devletlerine başvurarak İspanya’daki savaşa ilişkin toplu bir “Müdahale etmeme” siyasetinin uygulanmasını istedi. ‘ Müdahale etmeme’ siyasetinin (!) mimarlarından birisi Ekim Devrimi’nin en büyük düşmanlarından eski İngiliz İşçi Partisi lideri ve Başbakan Mac Donalds iken; diğeri Fransız Halk Cephesi hükümetinin Başbakanı Fransız Sosyalist Partisi lideri Leon Blum idi. İkinci Enternasyonal’in yeminli komünizm düşmanları İspanyol halkının faşizme altın tepside sunulmasına hizmet etti. Fransa daha iç savaşın başında ‘müdahale etmeme’ siyasetini tüm Avrupa’lı devletlere kabul ettirmişti.
Bu politikanın ruhu Cumhuriyet’e silah gönderilmesini engellemek, Alman ve İtalyan faşistlerinin büyük uçak, silah ve askeri yardımlarını dünya komuoyundan gizlemekti. İkinci
Dünya Savaşını başlatan işte bu ‘Müdahale etmeme’ siyasetiydi. Bunun ilk ve başlıca kurbanı İspanyol halkı oldu. ABD, İngiltere ve Fransa güttükleri bu siyaset ile faşizmin Fransa ve İspanya’daki Halk Cephesi’ni yıkmasına yardım edeceğini, daha sonra da faşist saldırılarını Sovyetler Birliği’ne yöneltmenin kolay olacağını düşünüyorlardı.
İkinci Enternasyonal’in önde gelen liderlerinden olan Leon Blum “Müdahale etmeme” siyasetini ortaya atmasından on ay sonra FKP’nin (Fransız Komünist Partisi) geniş bir Halk Cephesi hükümeti kurma teklifini geri çevirerek istifa etti ve yerine Hitler’in ve Camberlean’ın adamı Georges Bonnet ve Dadalier geldi. Artık İspanya’nın cumhuriyetçilerinin karşısında tüm emperyalist-faşist blok bir bütün halinde dikilmiş oluyordu.
CUMHURİYETÇİLER’İN HAZIRLIKLARI
Hükümetle iktidarın aynı şey olmadığı, İspanya’da bir kez daha kanıtlanmış oldu. İç savaşın başlamasıyla birlikte Casares Quirigo istifa etti ve yerine Jose Giral (Sol Cumhuriyetçi) başbakanlığa getirildi. Halka silah dağıtılmaya başlandı. Cumhuriyeçilerin güvendiği ABD, Fransa ve İngiltere’nin hükümetin yanında olması bir yana dolaylı olarak faşistleri desteklemesi Komünistler dışında Halk Cephesi içinde yer alan tüm güçleri şok etmişti.
Halk cephesi hükümetinin en büyük yanlışlarından biri; ordunun, kilit noktalarında bulunan faşist generalleri tasfiye etmemesidir. Franko, Fas’a çok yakın olan Kanarya Adalarına, General Mola, koyu Katolik ve mutlak monarşi yanlısı Karlistler’in kalesi olan Pamplona’ya, Goded ise Balear Adaları komutanlığına atandı. O dönem Komünistler her gün düzenledikleri toplantılarda, basında, parlamentoda ve hatta cumhuriyetçi yetkililere sürekli faşist tehlikeye karşı önlem alınması gerektiğinden bahsetti. Komünistler, başta Franko olmak üzere komplocu generallerin adlarını açıklıyorlar, bunların bulundukları görevlerden alınmalarını ve faşist kuruluşların yasaklanmasını talep ediyorlardı. İspanya Komünist Partisi sadece faşist tehlikeye dikkat çekmekle kalmayıp çeşitli hazırlıklara da girişmişti. Bunlardan birisi Halk Milisleri’dir.
İspanya’nın çeşitli yerlerinde kurulan bu milislerin en ünlüsü meşhur 5. Alaydır. Daha iç savaş başlamamışken Madrid’de kurulan Beşinci Alay, ileride oluşturulacak Cumhuriyetçi Halk Ordusu’nun çekirdeği ve temel taşı olacaktı. İç savaşın ilk aylarında Beşinci Alay’ın mevcudu 70 bini bulmuştu. İç savaş yayıldıkça 5.Alay askeri birlik olmaktan çıkıp Askeri Akademi halini aldı. Beşinci Alay ordunun acil ihtiyacı olan pilot, tankçı, topçu vb. yetiştirmeye başladı. İç savaşın savaş alanlarında yetişen komutanlarından en ünlüleri olan Lister, Modesto vb. Beşinci Alay’ın saflarından çıkmıştı. Beşinci Alay’ın bir başka özelliği; bütün birliklerinde siyasi komiserler bulunmasıydı. Bu, Kızılordu türü örgütlenmeydi. 1936 Şubatı’nda Komünist
Partisi’nin üye sayısı 30 bin iken; Temmuz ayında 107 bine yükselmişti. Komünistlerin iç savaşta gösterdiği fedakârlık ve siyasal öngörü böyle bir sonuca yol açmıştı.
İç savaş başladığında Troçki’nin bile içine sindiremediği POUM (Birleşik Marksist İşçi Partisi) enerjisini faşistlerle mücadeleden daha çok İKP, Stalin ve SSCB’ye ayırmıştı. Neredeyse İKP’ni Franco’culardan, SSCB’yi Alman Faşizminden ve Stalin’i de Hitler’den daha tehlikeli görüyorlardı. İç savaş sürecinde POUM’un en iyi anlaştığı kesim anarşistler olmuştu. Daha çok Katalonya bölgesinde varlığını sürdüren POUM’un liderliğini A ndreu Nin ve J oaquín Maurín yapıyordu. POUM, savaşın kötü gittiği dönemlerde bozguncu faaliyetlerine hız verdiği gibi faşist orduların Barcelona kapılarına dayandığı süreçte ise karşı devrimci ayaklanmalar çıkararak ülkeyi Franco’culara teslim etme yarışına girmişlerdir.
Halk Cephesi hükümeti kurulduğunda İspanya’daki en güçlü yapı anarşistler olmasına rağmen iç savaşa doğru giden süreçle hiç ilgilenmedikleri gibi ciddi hiçbir hazırlık da yapmadılar. İç savaş başladığında bile yerlerinden kıpırdamadıkları gibi Halk Cephesi’nin almaya çalıştığı önlemleri çoğu zaman baltamaya çalıştılar. İç savaşın hemen öncesinde çeşitli kentlerde yarattıkları grev dalgasıyla yalnızca ekonomi baltalamakla kalmayıp; hükümetle işçi sınıfını karşı karşıya getirmeye çalışarak dikkatleri dağıtmış kolektif enerjinin boşa akmasına yol açmışlardır. Anarşistler bu tavırlarıyla niyetleri farklı olsa da düşmana hizmet etmiştir.
Anarşistler Bask milliyetçilerinin de desteğiyle iktisadın millileştirilmesine ve merkezileştirilmesine ve gerçek bir savaş sanayiinin kurulmasına karşı çıktılar. Franco birliklerinin ve ulusarası bağlaşıklarının ele geçirdiği yerlerde onbinlerce insanı katlederek hızla ilerlediği bir süreçte tüm dikkatlerin düşmana çevrilmesi gerektiği bir anda, üst üste cinayet gibi hatalar işlediler. Faşist güçlerin tank, top, uçak vb. ağır silahlarla şehirleri bir bir ele geçirdiği bir dönemde, Halk Ordusu’nun kurulmasına ve ona asker gönderilmesine uzun süre karşı çıkarak küçük gruplar halindeki milis örgütlenmesinde ayak dirediler. Ancak iş işten geçtiği, pek çok bölgenin sanayisi, tarımı ve en önemlisi insanlarıyla birlikte elden çıktığında yani faşist ordular Barcelona, Valencia ve Madrid kapılarına dayandığında harekete geçmeye çalıştılar. 20 Kasım 1936 tarihinde ünlü anarşist lider Durruti’nin (Buenaventura Durruti Dumange) duruşunu diğerlerinden biraz ayrı ele almak gerekir. Durruti’nin faşistlerin Madrid kapılarına dayandığı bir sırada yanında son derece disiplinli bir askeri gurupla Barcelona’dan yola çıkıp savaşa dâhil olması ve şiddetli çarpışmalar sırasında şaibeli bir şekilde ağır yaralanarak ölmesi dramatik bir olay olmuştur. Durruti’nin ölüm biçimi hakkında çeşitli spekülasyonlar hala sürmektedir, ancak onun ölümüyle anarşistlerin asıl yitirdiği şey disiplinli, diri ve savaşçı ruh olmuştur.
Durruti’nin ölümünün ardından uzun süredir hapiste tutulan Falanj’ın kurucusu J.A. Primo de Rivera idam edildi.
Anarşistler, ordunun ve şehirlerin en çok ihtiyaç duyduğu yiyecek, giyecek ve çeşitli erzakların sağlanması için tarımsal üretimin arttırılması gerektiği dönemlerde planlı üretime de karşı çıktılar.
Sanayi üretiminin düştüğü, savaş sanayinin hızla merkezileşmesinin zorunlu olduğu bir dönemde, Halk Cephesi Hükümeti’nin tüm çabalarına rağmen, ne Bask milliyetçileri ne de Katalonya’daki anarşistler buna yanaşmadı. Ordu, cephede malzeme ve erzak yokluğundan kırılırken onlar küçük çıkarlarının peşinden koşmaya çalışıyordu.
Anarşistler, başlangıçta Uluslararası Tugaylar’ın Fransa üzerinden İspanya’ya girişini bile engellemeye çalışmış; ancak dünya çapında yapılan protestolar sonucu izin vermek zorunda kalmıştı.
SOVYET DAYANIŞMASI
İspanya’nın cumhuriyetçi hükümetinin ABD, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelerden beklediği destek hiçbir zaman gelmediği gibi onlar iç savaş boyunca düşmanca faaliyetlerden, cumhuriyeti altın tepside faşizme sunmak için hiçbir çabadan da uzak durmadılar. Sovyetler Birliği’ne uzun süre mesafeli duran cumhuriyet, yapayalnız ve çaresiz kaldığında yardım talebinde bulundu. Bu çığlığı dünyada Sovyetler Birliği ve Meksika dışında hiçbir ülke duymadı. Meksika’nın desteği gerek mesafe gerekse de imkânlar göz önünde bulundurulduğunda sembolik kaldı. Ancak Sovyetler Birliği halkları ve Enternasyonal tüm kaynaklarını hiçbir karşılık beklemeksizin seferber etti. Sovyetler Birliği insan, silah, mühümmat, yiyecek, giyecek, sağlık ve çeşitli yardım malzemelerini imkânlar dâhilinde adeta İspanya’ya yağdırdı. Sağda solda bu desteği küçümsemeye ve elindeki karayı Sovyet Halklarının yüzüne sürmeye çalışanlar olsa da onlar yalnızca sahibinin sesi olarak kalacaktır.
Kızılordu’nun en seçkin binlerce subayı, pilotu, denizcisi ve tankçısı, istihkâmcısı, eğitmeni yardım için İspanya’ya koştu. Sovyetler Birliği’nin ilk planda iç savaşta cumhuriyetçilere binin üzerinde uçak (modern avcı ve bombardıman uçakları), bine yakın tank, yüzlerce zırhlı araç, binlerce sahra topu, yüzbinlerce silah ve 30 bin ton cephane verdiği bilinir. Üstelik bu yardımlar silahları kullanacak yetişmiş teknik personelle birlikte gönderildi.
Sovyetler Birliği ve Stalin, desteklerini hiçbir zaman övünme ve propaganda malzemesi olarak görmedi, aksine bu yardımları yalnızca yapılması gerekli bir görev olarak adlandırdı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi adına Stalin’in İspanya Komünist Partisi Genel
Sekreteri Jose Diaz’a gönderdiği ünlü telgraf bu tutumu teyit etmişti: “İspanya’nın devrimci kitlelerine kendi güçlerinin yettiğince her desteği vermekle Sovyetler Birliği emekçileri yalnızca görevlerini yerine getirmektedirler. Onlar İspanya’nın faşist gericilerin baskısından kurtuluşunun yalnızca İspanyolların özel bir meselesi olmadığını, ama tüm gelişmiş ve ilerici insanlığın ortak davası olduğunu kavramışlardır. Kardeşçe selamlar”
(J. Stalin-Enternasyonal Basın Yazışmaları, Cilt 18, No. 24, 17 Mayıs 1938)
Uluslararası emperyalist ve faşist güçlerin “müdahale etmeme” siyaseti olarak ortaya attığı, Cumhuriyet’e her türlü silah, asker, insani malzemenin İspanya’ya sokulmasını yasakladığı ve bunu bir savaş sebebi adlettiği bir dönemde Sovyetler Birliği’nin savaşı göze alarak yardımları İspanya’ya ulaştırması halk arasında büyük bir coşkuyla ve minnetle karşılandı. Kızılordu subayları ve teknik personeli İspanya’da milis mücadelesinin Halk Ordusu’na dönüşmesi için tüm imkânları seferber ettiler. Bu çabalar sonucu İspanyol halkı içinden yeni yeni pilotlar, tankçılar, topçular vb. yetişti. Kızılordu subayları dört yıl boyunca çok zor koşullarda sürdürülen pek çok çarpışmada, planlamadan organizasyona kadar her aşamada aktif olarak rol almıştır. Franco ve müttefiklerinin cephede asker sayısından silah gücüne ve diğer üstünlüklerine rağmen direnişin sürdürülmesinde ve pek çok başarı kazanılmasında önemli görevler üstlenmişlerdi. Madrid Savunması’nın da Kızılordu subayları tarafından hazırlandığı ve koordinasyonunda aktif rol aldıkları bilinir.
ENTERNASYONAL VE ULUSLARARASI TUGAYLAR
Cumhuriyetçilerin çok güvendiği ABD, İngiliz ve Fransız emperyalizminin ihaneti ve Halk Cephesi’nin yardım talebi üzerine toplanan Komünist Enternasyonal, 26 Temmuz tarihinde Prag toplantısında İspanya’ya yardım edeceğini açıkladı. Enternasyonal’in çağrısıyla İspanya halkının yalnız olmadığı bir kez daha görülmüş oldu. Enternasyonal’in çağrısını işçi sınıfı ve emekçiler ile ezilen halklar dünya çapında çığ gibi büyüyen bir destek kampanyasına çevirdiler. Dünyanın her yanından işçisi-köylüsü, genci-yaşlısı, kadını-erkeği, siyahı-beyazı ile her sınıftan, renkten, dilden, dinden vb. insanlar bir sel gibi akıp İspanya halkının yardımına koştu.
Troçkistlerden Marksistlere; Anarşistlerden sosyalistlere; İrlanda Cumhuriyetçilerinden
anti-faşistlere; Hristiyanından Yahudisine kadar nerdeyse tüm dünyanın renkleri seferber oldu. İspanya halkı için her şeylerini vermeye hazır insanlar para, silah, her çeşit ihtiyaç için malzeme topladılar. İspanya’da savaşmak için onbinlerce insan gönüllü yazıldı ve binlerce kilometrelik dağları, denizleri, çölleri aşıp Fransa’yı katederek, Pirene dağlarını aşıp Cumhuriyetçiler’in saflarına katıldılar. İspanya artık emperyalist-faşist katil sürüleriyle dünya halklarının karşı karşıya geldiği bir savaş meydanına dönüştü.
Uluslararası Tugaylar’ın örgütlenmesinde, FKP’nin (Fransız Komünist Partisi) lideri Maurice Thorez’den YKP (Yugoslav Komünist Partisi) lideri Bronz Tito’ya, AKP’den (Arnavutluk Komünist Partisi) Mehmet Şehu’ya kadar ileriki yıllarda faşizmin ezilmesinde eşsiz katkıları olan kişiler de önemli roller aldı. 55 ülkeden yaklaşık 50 bin gönüllü pek çoğunun hemen hiç askeri deneyimi olmadığı halde, İspanyol halkının yardımına koştu. 15-20 bini bir daha geri dönemedi ve o toprakları kanlarıyla suladı. Uluslarası Tugaylar’ın yaklaşık dörtte birini Fransızlar oluşturuyordu. Almanlar, Avusturyalılar, İtalyanlar, Amerikalılar, Meksikalılar, Kanadalılar, İngilizler, Sovyetler, Arnavutlar… Hatta Türkiye’den bile gidenler olduğu söylenir. Anti-faşist mücadelede direnmediler biçiminde haksız eleştirilere uğrayan Yahudilerin çeşitli ülkelere dağılmış bir halde 8-10 bin kişilik muazzam bir sayıyla İspanya’ya gelip büyük fedakârlıklar gösterdikleri çoğu zaman unutulur.
Uluslararası Tugaylar’ın üyeleri İspanya’dan ayrılmak zorunda kaldıklarında bile anti-faşist mücadelede hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Çoğu zaman İtalyan ve Alman faşizminin İspanya iç savaşında çeşitli strateji ve taktikleri denedikleri ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında bundan yararlandıkları ifade edilir ancak bilinmelidir ki Uluslararası Tugaylar’ın üyeleri de Fransız direnişinde, Arnavutluk, Yugoslavya devrimlerinde benzer deneyimlerden fazlasıyla yararlanmışlardır. Hatta Sovyetler Kızılordu kurmay heyetinin hazırladığı Madrid Savunması’ndan çıkarılan eşsiz derslerden, Moskova ve Stalingrad’da yararlanılmadığını kim iddia edebilir.
İspanya iç savaşında yer almış Küba’lı Alberto Bayo’nun yıllar sonra 1955 yılında Meksika’da başta Fidel, Che ve Raul olmak üzere 82 Kübalı devrimciye gerilla eğitimi verdiği çoğu zaman bilinmez. İşte bu insanlardan Granma’yla yola çıkan ve Küba’ya vardıklarında iki elin parmaklarını geçmeyen bu devrimciler, Sierra Maestra’ya tırmanmış; Amerikan emperyalizminin arka bahçesinde hala dimdik ayakta kalan bir devrim gerçekleştirmişlerdir.
İspanya devriminde ekilen tohumun Küba’da yeşerip çok güzel bir çiçek açtığını kim inkar edebilir.
Uluslararası Tugaylar’ın askeri niteliğinin yanında, yarattığı enerji daha büyük önem taşımaktadır. Enternasyonal’in çağrısıyla faşizme karşı adeta dünya çapında seferberlik ilan edilmişti. İspanya’ya insanlar sadece savaşmak için gelmiyor; her yerde sayısız yardım kampanyaları, dayanışma eylemleri, mitingler, gösteriler düzenleniyordu. Sanatçılar, yazarlar, filozoflar kısaca herkes ayağa kalkmış, elde silah İspanya halkına yardıma gidiyordu. Kimler yoktu ki:
Alman şarkıcı , kabaretist , oyuncu ve yönetmen Ernst Busch, Kanadalı doktor Norman Bethune .
Bethune daha sonra Çin devrimine katılmıştı. Mao Zedung ile çok sıcak ilişkiler kurmuş ve tıp konusunda Çin’li yoldaşlarını yetiştirmişti. Şanssız bir şekilde orada öldü. Alman Başbakanı Willy Brandt, ünlü yazar
Ernest Hemingway , İngiliz aktör James Robertson Justice, Amerikalı besteci Conlon Nancarrow, Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Ezekias Papaioannou, Fransız filozof Simone Weil vb. sayısız sanatçı, yazar, filozof Enternasyonal’in çağrısına uyarak geldi ve aralarından pek çoğu İspanyol topraklarını kanlarıyla suladı.
Uluslararası Tugaylar’ın arasına karışan az sayıda casus ve karşı devrimciyi de belirtmeden geçmeyelim. Ancak bunların hiçbiri şanlı Uluslararası Tugaylar’ın fedakâr evlatlarına en ufak bir leke bile süremez. Bu ajanların en ünlüleri Britanya Taburuyla İspanya’ya gelir gelmez troçkist POUM’un yanına koşan Arthur Köstler, Stephan Spend ve George Orwell’di. İlk ikisi özellikle 1945 sonrası komünizmin yeminli düşmanı olduklarını ilan edip açıktan para karşılığı CIA adına faaliyetler yürütmüşlerdi. George Orwell
ise “Hayvan Çiftliği” ve “Katalonya’ya Selam” gibi yapıtlarıyla yeminli bir anti-komüniste dönüşmüştü. Orwell, meslektaşlarını İngiliz istihbaratına gammazlamaktan geri durmamış; aralarında komünist, Yahudi ve eşcinsel ne kadar aydın varsa hepsini MI5 ve CIA’e bir liste halinde bildirmiştir. İngiliz gazeteleri bu gerçekleri yıllar sonra belgeleriyle birlikte yayınladı.
SLOGANIN ÜZERİNE
Slogan; somut durumu ve koşulları en yalın biçimde ifade ettiği gibi, çözüm yolunu da gösterir ve bunu tüm halkın kavramasını ve sahip çıkmasını sağlar. Slogan, kitaplar dolusu bilgiyi yoğurup sadece tek bir kelimeyle ya da cümleyle bilince çıkarır. Kısacası, slogan üretmek çok zor bir iştir. İspanya iç savaşından bugüne aktarılabilen çok az değer kaldı. Aktarılabilen sınırlı birikimden birisi de slogandır. İspanya Cumhuriyetçileri’nin savaşta iki sloganı öne çıkmıştı. Biri; (faşizme) Geçit Yok anlamında, tüm yurdu saran ve direnişin sembolü haline gelen “No Pasaran” dı. Slonganı ilk ortaya atan İKP (İspanya Komünist Partisi) liderlerinden Dolores İbárruri’dir. Diğer slogan ise “Yaşasın İspanya” anlamında kullanılan “Arriba España” (İspanya Geliyor) idi. Faranco’nun baş sloganı ise “Viva la Muerte” (Yaşasın Ölüm) idi.
İspanya iç savaşı, mini bir dünya savaşı sayılır. Evet, savaş İspanya topraklarında sürdü ancak sahnenin arkasında emperyalist ve faşist dünyaya karşı işçi, emekçi ve ezilen halkların dünyası vardı. Emek ve sermaye, İspanya topraklarında bir kez daha çarpışıyordu. “Faşizme geçit yok”
diyenlerle “Yaşasın ölüm” diyenlerin mücadelesi bugün hala tüm dünyada sürmektedir.
Sayı 38 (Kasım 2012 – Ocak 2013)