Burjuva ideolojisinin “insan insanın kurdudur” biçiminde formüle edilen benmerkezci, rekabet ve bencillik üzerine kurulu sistemi, her şeyin değersizleştiği bir anlayışı egemen kılmaya çalışmaktadır. Kapitalizmin kar için fiziki veya ruhsal, insana dair tüm değerleri yağmaladığı bir dönemde sosyalizm bir insanlaşma projesi olarak doğdu.
İşçi sınıfı ve emekçiler için gökyüzünün bile karartıldığı bir ortamda sosyalizm, karanlığı yırtarak masmavi bir düşü gerçek kıldı. Sömürü ve zulmün olmadığı bir dünyanın yaratılmasına devrimciler kahramanca ve kararlı bir şekilde önderlik ettiler.
Paris Komünü’nden Ekim Devrimi’ne; Çin’den Küba’ya kadar yaşanan her devrimin öncelikli hedefi insanın insan tarafından sömürülmesine bir son verip; eşit, özgür ve kardeşçe bir yaşamı kurmaktı ve geçmiş deneyimler bu konuda eşsiz bir hazinedir. Almak isteyenler için sosyalizm adına yaşanan deneyimler çok büyük bir mirastır.
Kara propagandanın bu kadar etkili olduğu koşullarda bilimsel bilgiye ulaşmak da son derece zordur. Holodomor hakkında yaklaşık seksen yıldır çeşitli kitaplar basıldı; resimler sergilendi; filmler çekildi. Kısaca pek çok faaliyet yürütüldü. Konu hakkında hiç bilgisi olmayan bir insanın; bu kampanyalar, faaliyetler karşısında etkilenmemesi çok zor. Burjuva ideolojisinin saldırıları karşısında ön yargıdan uzak diyalektik bir yöntemle bu iddiaları ele alıp tarihsel bağlamından koparmadan cevap bulmaya çalışmak gerekiyor.
1932-33 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde kuraklık sonucu yaşanan kıtlık burjuva yazarlarca tarihselliğinden ve gerçekliğinden koparılarak bilinçli bir katliam ya da soykırım olarak nitelendirilmek isteniyor. O dönem bu kuraklıktan en çok etkilenen Ukrayna’da açlıktan ve salgın hastalıktan binlerce insan ölmüştü. Ancak kıtlığı ve salgın hastalıkları bile sosyalizme bir saldırı için vesile eden burjuva yazarlar hiçbir bilimsel ölçeğe ve tarihselliğe dayanmayan iddialarla bu dönemi Holodomor (Ukrayna dilinde açlıkla öldürmek) adıyla anmaya çalışmaktadır. Hatta iş o kadar ileri götürüldü ki Holodomor’u şu an 26 ülke soykırım olarak kabul etmektedir. Ukrayna’da her yılın Kasım ayının son Cumartesi günü, Holodomor kurbanlarını anma günü ilan edilmiştir.
Geçmiş sosyalizm deneyimleri hakkında burjuva yazarlar akla hayale gelmeyecek iddialar ortaya atıyor. Bunlardan pek çoğu düpedüz yalana dayansa da çoğu zaman şaşırtıcı bir şekilde insanları etkileyebilmektedir. Sorular bazen sabır düzeyini aşsa da yanıt aramaktan kaçınmamak gerekiyor. Bu sayımızda Holodomor hakkında yer yer sosyalizme saldırıya, kara çalmaya kadar varan çeşitli iddiaları soru-cevap biçiminde ele alıp yanıt bulmaya çalışacağız.
Soru: Sosyalizmde her şey insan içindir deniyor ancak özellikle Lenin sonrasında sınıf mücadelesinin abartıldığı ve bu yüzden pek çok acı yaşandığı adeta kanaat haline geldi. Gerçekten de Lenin ve sonrası dönem arasında bir eksiklik, kopukluktan bahsedilebilir mi?
Cevap: Hiçbir devrim, steril ortamlarda gerçekleşmediği gibi devrim sonrasında da sınıflar mücadelesi bitmez. Hiç kimse devrimden sonra sorunların hemen çözüleceği ya da egemen sınıfların kaderine razı olacağını beklemesin. Sömürücü azınlığın binlerce yıla dayanan alışkanlıkları, birikimleri, kültürleri, paraları, silahları ve kendi adlarına savaştıracak adamları vardır.
Emperyalizmin saldırılarının yanı sıra iktidardan uzaklaştırılmış sömürücü sınıfların bu imkân ve olanakları göz önünde bulundurulduğunda sınıf savaşının devrimden sonra azalmak bir yana farklı araç ve yöntemlerle artarak süreceğini unutmamak gerekir.
Sosyalizm adına yaşanmış geçmiş deneyimler incelenirken öncelikle bu devrimlerin merkezinde insana verilen değerin yattığı hiç akıldan çıkarılmamalıdır. Hatalar ve eksikler olsa bile bunlara bir kişi ya da bir grubun işi olarak değil sınıf mücadelesi penceresinden bakılmalıdır. Burjuva ideolojisinin kara propagandasından sıyrılmadan hiçbir olay doğru değerlendirilemeyeceği gibi gerekli sonuçlar da çıkarılamaz. Lenin olsaydı böyle olmazdı söylemi onu hiç tanımayanlara aittir. Lenin’i aziz kategorisine yükseltme çabalarının arkasında içini boşaltma amacı yatmaktadır. Değerler söz konusu olduğunda Lenin’in diğer Bolşevik önderlerden daha sert tavır aldığı pek çok kez kanıtlanmıştır.
Lenin, iç savaş sürecinde eski sömürücülerin devrimi yıkma çabalarına aynı sertlikte karşılık verilmesini savunmuştur. Maksim Gorki anılarında bu gerçeğin altını çizmiştir:
“‘Ne yapıyorsunuz’ diye sordum. Lenin “…Halkı aç bırakan ağaları en iyi nasıl ortadan kaldırırız diye düşünüyorum: İnsanların açlığı ve sefaleti pahasına servetlerini artırmayı amaçlayanları, bütün olanaklarımızla, dolandırdıkları serveti, buğdayı, açlar için vermeye zorlamalıyız… eğer hala hükümetin emirlerine, işçi sınıfının isteklerine karşı koymaya kararlıysalar, onlara karşı zor kullanacağız, her şeylerini ellerinden alıp onları yok edeceğiz, manen yıkacağız” (Maksim Gorki, Lenin’den Anılar) ya da Lenin devrimin hemen sonrasında eski sömürücülerin tehditleri karşısında aynı net tavrını sürdürmüştür: “…sömürücülerin direnişi ne kadar acımasızsa, sömürülenlerin bunu bastırması da o ölçüde enerjik, sağlam, acımasız, başarılı olacaktır”(Lenin Seçme Eserler- 7-10 Ocak 1918)
Marksizm’in önderlerini birbirleriyle kıyaslayarak hatalar, eksikler bulmaya çalışanlar sosyalizmi hiç anlamayanlardır. Ekim Devrimi sırasında Lenin’i Marks ve Engels’i anlamamakla suçlayanlar; Lenin’in ölümü sonrasında bu kez benzer suçlamalarla Stalin’e saldırdılar. Paris Komünü’nün yenilmesinin sebebini komünarların karşı devrimcilere yumuşak davranmalarında, demokrasiyi fazla abartmalarında gören Marks ile Ekim Devrimi sonrası Lenin’in ve sonrasında Stalin’in tavrı birbiriyle çelişmediği gibi tam olarak örtüşmektedir.
Marksizm’in ustalarının duruşunda bir çelişki yoktur; çelişki sadece Marksizm’i anlamayanların kafasındadır.
Soru: Sosyalizmin zenginle yoksulu eşitleme yaklaşımı her zaman kıtlık gibi felaketlere yol açmıştır. Paris Komünü zamanında açlıktan fare eti bile yiyen insanlar olduğu gibi 1921-22 yıllarında Lenin döneminde yine başta Ukrayna olmak üzere kıtlık yaşanmış ve 29 milyon insan açlıkla pençeleşirken 5 milyon kişi ise ölmüştür. Bugün Kore’den sık sık açlık ve kıtlık haberleri basına yansımakta. Acaba açlık ve kıtlık sosyalizmin doğasında mı vardır? Sosyalizm zenginliğin değil yoksulluğun paylaşılması mıdır?
Cevap: Sorudan da görülebileceği gibi hiçbir bilimsel araştırmaya ya da kaynak göstermeye gerek duymaksızın sırf sosyalizme çamur atmış olmak için ortaya atılan iddialar normal koşullarda ciddiye bile alınmaz. Burjuva hukukta bile iddia sahibi önce iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Savunma daha sonra yapılır. Ancak içinden geçmekte olduğumuz konjonktür göz önünde bulundurulduğunda burjuvazinin ele geçirdiği psikolojik üstünlüğün etkisiyle, yaşamın her kesitinde önce iddialar gerçek gibi kabul edilmekte, suçlanan ise suçsuzluğunu ispat etmek zorunda bırakılmaktadır. Bu eşitsiz mücadelede taraflardan birinin kendini savunmak için silahının bile olmadığı halde düello yapmak zorunda bırakılması, işi zorlaştırsa da devrimciler yalnız gerçeklerden aldıkları güç sayesinde bu durumdan da zaferle çıkmasını bilecektir.
Paris Komünü işçi sınıfı ve emekçiler için bir dönüm noktasıdır. Komün, sosyalizmin uygulanabilir bir proje olduğunu göstermekle kalmayıp insanlığın gerçek kurtuluşu için bir sembol olmuştur. Birbiriyle savaşan devletler komün karşısında birleşerek komünarları katletme yolunu tutmuşlardır. Komün direnişçilerinin özgürlük ve eşitlik mücadelesinde kanının son damlasına kadar barikatlarda savaştığı bir dönemde fare etini bile yemeyi göze almaları ayıplanacak ya da acınacak bir durum değil; tam tersine önünde saygıyla eğilinecek bir davranıştır.
Ekim Devrimi’nin ardından emperyalist devletlerin açık işgali yanı sıra, içerde işbirlikçiler de iç savaş başlatmışlardı. Katil sürüleri bu süreçte pek çok masum insanı katletmekle kalmayıp önlerine çıkan her şeyi hem yağmalıyor hem zarar vermek için yakıp yıkıyordu. İç savaş sürecinde 6 milyon Sovyet vatandaşı emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından katledilmiştir. İşte bu gerçekleri tersine çevirip katilleri değil de katliama uğrayan kişileri sorumlu tutmak insanlıktan nasibini almamış olanların işidir. Sırf Lenin’i lekeleyebilmek için gerçekleri tepetaklak etmek, iddia sahiplerine bir şey kazandırmayacağı gibi sosyalizme olan kin ve nefretleri ile bilimi bile kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmediklerine iyi bir örnek teşkil eder.
Aradan yüz yıl bile geçse burjuva yazarların yöntemlerinde en ufak bir değişiklik olmadığı gibi yalan ve çarpıtmaların daha da arttığı görülüyor. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti hakkında uzun yıllardır üretilen açlık ve kıtlık gibi haberler gerçeği yansıtmadığı gibi emperyalizmin abluka ve ambargolarının sonucu yaşanan sıkıntılar ise KDHC yönetimine fatura edilmeye çalışıldı. Kim Jong İl’in ölümünün ardından halkın görülmemiş düzeyde sahiplenmesiyle kara propaganda boşa düşmüştür.
“Sosyalizm yoksulluğun paylaşılmasıdır” biçiminde geçmişten beri sıkça karşılaştığımız bir başka kara propaganda konusunda ise tarihsel gerçeklik tam tersini kanıtlamaktadır. Dünyada devrim yapmış hangi ülkeyi incelersek inceleyelim, halkın yaşam standardının yıllar geçtikçe sürekli arttığı görülür. Her devrim başlangıçta emperyalist ablukadan işgale, iç savaşa kadar pek çok saldırıya maruz kalıp, adeta varlık yokluk mücadelesi verir. Bu dönemlerde yaşanan kimi olumsuz tablolar burjuva yazarlarınca tarihselliğinden/gerçekliğinden koparılarak bir eksiklik olarak sunulmaya çalışılır. Burada düştükleri hata ilgili ülkeleri devrim öncesiyle kıyaslamak yerine yüzlerce yıldır sürekli yağma, talan ve sömürü yoluyla görece refah düzeyini artırmış gelişmiş kapitalist ülkelerle karşılaştırmak, yarıştırmak istemeleridir.
Kaldı ki sosyalizm yalnızca ekonomik düzeye indirgenemeyecek zenginlikte bir sistemdir. Ekonomik parametre dışında, üst yapı kurumlarındaki (hukuk, sanat vb.) gelişmeler de dikkate alınmalıdır. Sosyalizm; eğitimden sağlığa; ulaşımdan sanata, spora kadar yaşamın her alanında bir insanlaşma projesidir.
Soru: Sovyetler Birliği’nde özellikle Ukrayna halkının Holodomor’a (açlıktan öldürme) tabi tutulduğu iddiaları ne zaman ortaya atıldı? O dönemki dünya kamuoyunun tepkisi neydi?
Cevap: Holodomor iddiaları ilk olarak SSCB’ye karşı savaş hazırlıklarını meşrulaştırmak ve işgal için kamuoyu oluşturmak için Naziler tarafından ortaya atıldı. İtibar görmediği için Nazilerin bile vazgeçtiği bu iddialar daha sonra dünyanın en büyük medya patronu William Randolph Hearst tarafından canlandırılmaya çalışıldı. Hitler ve Goering ile yakın ilişkilere sahip olan Hearst 1934 yılında Almanya’ya gitti. Nasyonal partiyle çeşitli temasların ardından önce kendi gazetelerinde Goering’in bir dizi makalesini yayınladı ancak ABD kamuoyunun yoğun tepkisi karşısında bu yayınlara son vermek zorunda kaldı. Hearst’un gazetelerinin günlük tirajı 13 milyondu ve ABD nüfusunun üçte biri bu gazeteleri okuyordu. 18 Şubat 1935’te Nazi propagandası bu kez Hearst’un gazetelerinde kurmaca malzemeler ve hayali muhabirler eşliğinde ‘Sovyetler Birliği’nde 6 milyon insan açlıktan öldü’ manşetiyle başlatıldı.
Savaştan sonra da Nazilerden devralınan hayali Holodomor iddiaları CIA ve MI5 tarafından hazırlatılan kitap, film, fotoğraf vb. malzemeler eşliğinde gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Kıtlıktan öldüğü söylenen milyonlarca insan hakkında en fazla yazı yazan iki kişiden biri Conquest’tir. 1978 tarihinde Guardian Gazetesi tarafından İngiliz istihbaratı için çalıştığı belgelenen Robert Conquest, önce Büyük Terör (1969), sonra da Acı Hasat (1986) adlı kitaplarıyla tanındı.
Holodomor hakkında en çok itibar edilen yazarlardan bir diğeri ise ünlü sosyalizm düşmanı, faşist Rus yazar Aleksandr Soljenitsindir. Emperyalistler, sosyalizm düşmanı faaliyetlerini ödüllendirerek 1970’te Gulag Takımadaları kitabıyla Nobel Edebiyat Ödülü’nü ona verdiler.
Holodomor iddialarıyla ilgili SBKP’nin açıklamaları belki taraflı olarak değerlendirilebilir ancak o dönem Sovyetler Birliği’ni ziyaret edip iddiaları yerinde araştıran ünlü yazar ve siyasetçilerin açıklamaları sanırız konunun aydınlatılmasında etkili olacaktır.
İrlandalı ünlü yazar George Bernard Shaw İngiltere’den etkin bir grupla birlikte iddiaları yerinde araştırmak için Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti. Shaw ve beraberindekiler iddiaları yalanladı.
Eski Fransa Başbakanı Edouard Herriot da Ukrayna’yı ziyaret etmiş o da iddiaları yalanlamıştı.
Pulitzer ödüllü gazeteci Walter Duranty de New York Times’da yer alan makalesinde “…Holodomor’dan söz etmek saçmalıktır” dedi.
Dünyanın o dönem en itibar edilen kişilerinin bahsi geçen olayları yerinde incelemelerine rağmen kesinlikle bu iddiaları yalanlamaları önemlidir. Çünkü gerçekten böyle bir şey olsa burjuva yazarlar dünyayı ayağa kaldırmaz mıydı?
Soru: Holodomor iddialarının içeriği neydi? Sovyet yönetimi ne ile suçlandı?
Cevap: 1932-33 yılları arasında Sovyet yönetimi milyonlarca insanı bilerek, isteyerek öldürmekten sorumlu tutulur. Burjuva yazarlarca Ukrayna’da yaşandığı söylenen Holodomor sonucu ölenlerin sayısında sürekli bir artış görülür. Abartı öyle bir noktaya taşınmıştır ki telaffuz edilen sayı 1 milyon ile 15 milyon arasında değişmektedir. Bilimsel hiçbir yanı olmayan bu sayılar keyfe göre belirlenebilmektedir. Holodomor ile ilgili hazırlanan film, kitap, broşür vb. incelendiğinde hazırlayanlardan, tanıklara kadar pek çoğunun Ukraynalı faşistler olduğu gözükür. Nazi işgali döneminde faşistlerin yanında yer alıp Sovyet halklarının katledilmesinde aktif rol alanlar yıllar sonra mağdur, tanık sıfatıyla ortaya çıkmaktadır. İşte burjuva yazarların hukuk anlayışı! Böylesine büyük bir felaketin hiç iz bırakmadan ya da ardında çok az tanık bırakarak yaşanmasında bir tuhaflık yok mu? Konuyu kara propaganda malzemesi olmaktan çıkarıp gerçekten tarihsel anlamda 1932-33 yılları arasında neler yaşandığını araştırdığımızda farklı sonuçlarla karşılaşırız.
Soru: 1932-33 yılları arasında Ukrayna’da kıtlık yaşanmasından ve milyonlarca insanın ölümünden Stalin ve Bolşevik parti mi sorumludur?
Cevap: Kıtlık, salgın hastalık vb. durumlardan doğrudan SBKP’yi ya da Stalin’i sorumlu görmek eksik ve bir o kadar da yanlış bir çıkarım olur. Tarihsel olarak Ukrayna sürekli kıtlık ve kuraklıkla anılır. Çarlık döneminde sıkça yaşandığı gibi, Ekim Devrimi sonrası iç savaş döneminde ve son olarak bahsi geçen tarihte kuraklık, kıtlık ve salgın hastalık yaşanmıştır.
Ayrıca o dönem dünyanın çeşitli yerlerinde çok daha ağır salgınlar yaşanmıştı. 1918-20 yılları arasında İspanya’da yaşanan grip salgını Avrupa ve ABD’ye yayılmış ve kitlesel ölümler gerçekleşmişti. 18 ay içinde tüm dünyada 50-100 milyon insanın bu gripten öldüğü kabul edilmektedir. Emperyalist devletlerin yöneticilerini soykırımla ya da halkını katletmekle suçlamanın burjuva yazarlarının hiç aklına gelmemesi tuhaf! Yine 1929 krizi sonrası başta ABD olmak üzere tüm Avrupa’da işsizlik, kıtlık ve açlık sonucu milyonlarca insanın ölüme terk edildiği biliniyor. Sadece o dönem ABD nüfus dairesinin verilerine göre nüfusta artış bir yana 7 milyon kişinin azalmış olmasını neyle açıklamak gerekiyor?
2. Dünya Savaşı öncesi bir salgın hastalıkla baş etmek veya önlemek son derece zordu. 1940’lı yılların sonunda penisilin geliştirilene kadar Sovyetler Birliği de dahil dünyanın çeşitli yerlerinde salgın hastalıklarla mücadele etmek çok zor olmuştu. Çoğu zaman kitleler halinde insanlar ölüyordu. Ancak büyük yıkımların ardından hastalıklar tamamen son buluyordu.
Soykırımı ya da açlıktan insanların nasıl öldürüldüğünü anlamak için çok geriye gitmeye gerek yok. Günümüzde emperyalizm başta Afrika kıtası olmak üzere dünyanın her yerinde milyonlarca insanı açlıktan, susuzluktan öldürüyor. Ruanda’da 15 yıl önce ABD ve Fransız emperyalizminin doğrudan desteğiyle üç ay içinde 1 milyon civarında insan katledilmiştir. Daha bu sene BM eliyle yaratılan suni kıtlık sonucu Somali’de milyonlarca insan ölümle pençeleşmektedir. Tarihi boyunca hep kan, gözyaşı ve katliamlarla anılan kapitalist sistemin uydurduğu Holodomor’un asıl amacı Ukrayna halkını sahiplenmek değil bir yandan kendi suçlarını unutturmak diğer yandan insanlığın umudu olan sosyalizmi gözden düşürmektir.
Soru: Sovyetler Birliği’nde haksız ve hatalı bir şekilde uygulanan kolektifleştirme politikasının kıtlığın sorumlusu olduğu doğru mudur? SBKP ve Stalin’in doğrudan olmasa da dolaylı olarak yaşananlardan sorumlu olduğu söylenebilir mi? Yanlış siyaset böyle bir kıtlığa yol açmış olabilir mi?
Cavap: Sovyetler Birliği’nde ilk 5 Yıllık Plan, 1929 yılında başlamıştır. O tarihte hızlanan sanayileşme hamlesi ile geri bir tarım ülkesi olan Sovyetler Birliği güçlü bir sanayi ülkesi olma yönünde önemli bir adım atmıştı. 1929 yılındaki Plan, zamanından çok önce başarıyla sonuçlandırılmakla kalmayıp 1929 buhranını yaşayan dünyanın müthiş ilgisini çekmiştir.
Kapitalist sistemin tepetaklak olduğu bir ortamda Sovyetler Birliği bir yıldız gibi parlamış ve tüm dünyada işçi sınıfı ve ezilen halkların gönlündeki yeri pekişmiştir.
Sanayileşme hamlesi gerçekleştirilirken büyük projelerin hayata geçirilmesinde gerekli kaynak, tarımsal gelirden sağlanmıştır. Peki tarımdan elde edilen gelirin sanayileşmeye harcanması tarımı geriletmiş dolayısıyla kıtlığa yol açmış olabilir mi? Hayır Sovyetler Birliği’nin sanayileşme hamlesi içinde tarım sektörü de önemli bir yer tutar. Ukrayna’da bilinçli kıtlık çıkarmak bir yana, hayati önemdeki yatırımlar bu bölgeye yapılarak önlem alınmaya çalışılmıştır. Bu projeler arasında 1932’de faaliyete geçen Avrupa’nın en büyük hidroelektrik santrali olan Dnepro-GES, 1934’te üretime başlayan dev metalürji kombinası Krivorojstal, Harkov traktör fabrikası, vb vardı. Örneğin Harkov’da üretilen traktör, biçerdöver vb. tarım aletleri sayesinde tarımın makineleşmesi ve verimin artırılması sağlanmıştır. Harkov sadece Ukrayna’nın değil tüm Sovyetler Birliği’nin ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte bir projeydi.
1929 yılında başlanan ve sonraki yıllarda da süren 5 Yıllık Kalkınma Planları sayesinde Sovyetler Birliği geri bir tarım ülkesinden en ileri sanayi ülkesi konumuna gelmiştir. Bu sayede dünyanın başına bela olan ve milyonlarca insanı katleden faşizmi dize getirmiştir. Diğer dost ve kardeş sosyalist ülkelerin doğup gelişmesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Sovyet insanını her alanda dünyanın en donanımlı halkı haline getirmiştir.
Soru: Kulakların (Zengin köylü) temizlenmeye çalışılması böyle bir sonuca yol açmış olabilir mi?
Cevap: İşçi ve köylü ittifakına dayanan Ekim Devrimi yaklaşık 15 yıl boyunca gönüllülük temelinde kolektif tarımı geliştirmeye gayret etti. Bu süre zarfında zengin köylülerin (Kulak) emek sömürüsüne dayanan tarım yöntemine son verildi. “ Toprak işleyenin” siyaseti sayesinde herkesin işleyebileceği kadar bir toprağa sahip olabilmesini sağlayan tarım devrimi yapıldı. İşlenmeyen toprak bırakılmadı. Karaborsacılığa, tefeciliğe, stokçuluğa ve vurgunculuğa savaş açıldı. 1930’lu yıllara gelindiğinde makineleşme ve elektrifikasyon sayesinde tarımda parçalı üretim yerine kolektif üretimin temeli atılmış oldu. Traktör, Biçerdöver, çeşitli tarım ve zirai aletlerin kitlesel üretimi sayesinde geniş topraklar sürülüp ekilebilir hale geldi. Sovyet yönetimi başlangıçta gönüllülük temelinde kolektivizmi geliştirmeye çalıştı.
Çarlık, yoksullara karşı zenginleri gözetiyorken; kollektivikasyon, zenginlere karşı yoksulları gözetti.
Konumları sarsılan zengin köylüler (kulak) karışıklık çıkarmaya başladılar. Aslına bakılırsa, yiyecek maddelerini stoklayıp daha sonra fiyatları yükseltebildikleri için zenginler kıtlıklar sırasında daha da zenginleşiyorlardı.
Ekim Devrimi’nden itibaren konumunu hızla kaybeden eski sömürücüler sabotaj, cinayet, karaborsa gibi yollarla Sovyetler Birliği’ni yıkmaya çalıştılar. Tarımda kollektivikasyonun ardından kulakların bazen insanın kanını donduran acımasız yöntemlere başvurmasında şaşılacak bir durum yok. Kulakların, kıtlığın yaşanmasında rolü Sovyet Birliği karşıtı kaynaklarda bile yadsınmamaktadır. Örneğin tüm dünyada çok büyük bir izleyici kitlesine sahip Wikipedia bile bu durumu kabul etmek zorunda kalıyor. “Ukrayna köylüsü zorlamalar karşısında tarım üretiminden vazgeçerek, üretimi durdurmuştur… Çiftlik sahipleri, kooperatiflerde çalışmaları için devletin el koymak istediği büyük baş hayvanları kestiler ve bu yüzden tarlada üretimde kullanılabilecek hayvan sayısı azaldı.”
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Holodomor)
Sovyetler Birliği’nde 5 Yıllık Kalkınma Planı 1930’lu yılların başında tamamlanırken ağır sanayi başarıyla kurulmuş; tarım makineleri üreten devasa fabrikaların (traktör, biçerdöver vb.) faaliyete geçmesiyle tarımda kolektifleştirme hız kazanmıştır. İşte bu koşullarda kırda konumu hızla sarsılan burjuvazi (Kulaklar) Sovyetler’e isyan bayrağını çekti. Hemen her yerleşim yerinde sanki sözleşmişçesine karışıklık, sabotaj, karaborsa, çetecilik yaygınlaştı, kolektiflerin pek çoğu talan edildi. Kulaklar ve onların kandırdığı kesimler önlerine çıkan canlı namına ne varsa yakıp, yıkmaya, öldürmeye başladılar.
Burjuva yazarların kara propagandaları yetmezmiş gibi kimi sol yapı ve çevrelerin de bilimsellikten uzak kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırladıkları yazılar karalama kampanyasına çanak tutmaktadır. Holodomor konusunun emperyalistlerce tekrar gündeme getirildiği bir tarihte Birgün Gazetesi de bu tür yazılara yer vererek özensiz davranmıştır. Sovyet düşmanlarının bile hakkını teslim ettiği kimi gerçekler bile göz ardı edilerek hazırlanan yazıyı ders için aktarmakta fayda var.
“Öte yandan Sovyet yönetimi, açlığa karşı önlem almıyor, tahıl ihracına devam ediyordu. 1932`de 1.7 milyon ton, 1933`te ise 1.84 milyon ton tahıl ihraç edildi. Ayrıca açlık nedeni ile bölgeden uzaklaşmak isteyenlere engel olunarak, bölge dışına seyahat izne bağlandı. Bölgeye gitmek isteyen yabancı gazetecilere de engel olunarak, bölgenin dünya ile bağlantısı kesildi.
Bazı ifadelere göre dakikada 17, saatte 1.000 ve günde 25.000 kişi açlıktan ölüyordu.
“Soykırım” söylemi, ülkemizde daha çok 1990’lı yıllarla birlikte “1915 olayları” bağlamında siyasal tartışma gündemine girdi. Holodomor konusundaki söylemler bazı benzerlikler taşısa da, arada önemli bir fark var : Bu kez olayın faili olarak görülenler, sosyalistler ve komünistler!” (Doğan Subaşı – Birgün Gazetesi, 22 Kasım 2008)
Soru: Peki kıtlığın yaşanmaması için SBKP tedbir aldı mı?
Cevap: İsyanın başladığı tarihlerde köy işletmelerinin %60’dan fazlası kolektiflere gönüllü girmişti. Sovyetler Birliği bir yandan yaklaşmakta olan savaşa hazırlanıyor diğer yandan kırlarda süren sınıf savaşımını başarıya ulaştırmaya çalışıyordu. Kırlarda 120 milyon yoksul köylü ile 10 milyon civarında zengin ve orta köylü arasındaki sınıf mücadelesi gün geçtikçe şiddetleniyor, kulaklar yüzyıllardır elde ettikleri refahı, zenginliği bırakmaktansa her yanı cehenneme çevirmeye çalışıyorlardı.
SBKP ve Stalin bu dönemde ne yaptı? Süreci oturup izledi mi? Gerçekten yaşanan dramlara, acılara Sovyet yöneticileri kayıtsız mı kaldı? SBKP’nin Kongre ve Konferans belgeleri incelendiğinde iddiaların tam tersinin yaşandığı görülür. Parti yaptığı hazırlıklar sayesinde değişim ve dönüşüm için köklü adımlar attı. SBKP belgelerinden derlediğimiz aşağıdaki bilgiler ışığında oluşturduğumuz şemayı inceleyelim:
1929-33 yılları arasında hayvan sayısının dramatik bir şekilde düştüğüne tanık olmaktayız. Bu korkunç duruma ne yol açmış olabilir? Kulaklar hayvanları keserek, öldürerek, yakarak ya da doğaya salarak zarar verdiler. Tahıl üretiminde ise 1930 yılında 835,4 milyon kg tahıl elde edilirken kuraklığın en yoğun olduğu 1932 yılında tahıl üretimi 698,7 milyona (%20) düştü. Bu düşüşte kuraklık etkili olmuştur. Ancak kulakların tarlaları ateşe vermeleri, tarım aletlerini kırmaları ve kolektif çiftlikleri yağmalamaları da önemli bir etken olmuştur. 1929-33 yılları arasında ekilen toprak yaklaşık 5 milyon hektar artarken asıl değişiklik Sovyet çiftlikleriyle kolektif çiftliklerin artışında yaşanmıştır. 1929-33 yıllarında makineli tarıma geçildiği rahatlıkla görülüyor. Hem tarım makineleri sayısında hem de tarım makinelerinin gücünde müthiş artış olmuştur. SBKP’nin attığı adımların 3-4 yıl gibi kısa sürede büyük sonuçları olmuş; karasabana, ata, öküze dayanan ilkel tarım yerini bilimsel temellere dayanan modern tarım yöntemlerine bırakmıştır.
Tarımın bilimsel temelde geliştirilmesi için 23 bin kadro yönetici olarak kolektiflere gönderildi. Ayrıca 111 bin mühendis, teknisyen ve tarım uzmanı yoksul köylülüğün ayağa kalkması için kıra gönderildi. Yaklaşık 2 milyon traktör ve biçerdöver sürücüsü ile yardımcı eleman yetiştirildi. Yine 1,6 milyon kişi kolektiflerde başkanlık, hayvan yetiştirme, tarım ekip şefi ve muhasebecilik için yeniden eğitimden geçirildi.
Sovyetler Birliği düşmanlarının iddialarını kanıtlamak için arşivlerin açılması yönünde yürüttükleri kampanya meyvesini verdi ve belgeler açıldı. Görüldü ki iddiaların hiçbirinin yaşanan gerçeklikle ilgisi yok. Anti-komünistler bu durum karşısında arşive olan ilgilerini tamamen kaybettiler ve sessizliğe gömüldüler. Belgeler neyi gösteriyordu? 1932-33 yılları arasında kulakların; isyan, yağma, talan, karaborsa, ürünleri yakma, katliamlar vb. yollarla çıkardıkları isyan, kuraklık ve devamında salgın hastalıklarla birleşince tüm Sovyetler Birliği’nde 1 milyona yakın insan öldü. Ölümlerin çok büyük bir kısmı salgın hastalıklar yüzünden yaşandı. Kulaklar sınıf savaşını öyle bir noktaya taşıdı ki kuraklık, açlık, kıtlık yaşanırken bile hayvanları öldürmekten, tarlaları ateşe vermekten çekinmediler. Saldırılarını acımasızca sürdürdüler.
Soru: 15 yıl önce devrimini yapmış bir ülkede hala kıtlıktan, açlıktan bahsetmek tuhaf değil mi? Sovyet yönetiminin yaşanan bu acılarda hiç mi payı yok?
Cevap: Ekim Devrimi gelişmiş kapitalist bir ülkede değil; yüz yıllarca Çarlık despotizmiyle ezilmiş, geri bir tarım ülkesinde yapıldı. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yaşanan acılara devrim sonrasında emperyalist işgalin ablukanın ve eski sömürücülerin başlattığı iç savaşın da eklenmesiyle ülke yangın yerine döndü. Sovyetler Birliği’nin kaybı sadece 6 milyon insanın ölümü değil; ekonominin tamamen çökmesi oldu. NEP dönemiyle burjuvaziye verilen tavizlerin geri alınmaya başlandığı 1930’lu yılların başında sınıf savaşı ülke boyu şiddetlendi. Şehirlerde ve kırda konumları sarsılan eski zenginler başkaldırmaya, örgütlü bir şekilde ayaklanmaya başladılar. Evet, devrimden 15 yıl sonra bile eski yönetici sınıfların ayaklanabilecek güç ve imkanlara sahip olması düşündürücüdür. Sovyet yöneticilerinin o tarihe kadar yumuşak geçiş çabalarının istenen sonucu vermediği ortaya çıkmıştır. Devrimden sonra geçen 15 yıllık süre; çeşitli gerekçelerle ertelenmiş bir sınıf savaşının mutlaka yaşanacağının göstergesidir.
Yaşanan acılarda Sovyet yönetiminin payı nedir sorusuna gelince: SSCB’de 120 milyondan fazla insanın katıldığı bir sınıf savaşında partinin ya da kadroların eksikleri olabilir. Detaya inilse kuşkusuz bu tür örnekler bulup çıkarmak mümkündür. Başta Stalin olmak üzere SBKP yöneticilerinin kusursuz ya da hatasız olarak bu süreci yönettikleri söylenemez. Böyle bir iddiaları da yoktur. Sosyalizme ihaneti küçümseyip gerekli tedbirleri zamanında almayanlardan mücadeleyi abartanlara kadar çeşitli yanlışlıklar yaşanmış olabilir. Milyonların katıldığı bir mücadelede çeşitli dramların, acıların ortaya çıkmaması yalnızca kurgusal olarak mümkündür. Özellikle köylülük içinde feodal kalıntıların henüz aşılamadığı koşullarda çeşitli haksızlıkların yaşanmamış olduğunu iddia etmek pek de mantıklı olmaz. Sorun bu da değildir. Stalin ve SBKP’nin bu süreçte aldığı tutum önemlidir. Sovyet önderliği yaşanan acılara kayıtsız mı kalmıştır? Bilinçli ve planlı bir şekilde kendisi mi tasarlamıştır? Bu sorulara aklı başında hiç kimse (Sovyet düşmanları da dâhil) evet demez.
Sorun şurada düğümleniyor: SBKP ve Stalin önceden alacakları önlemlerle tüm Sovyet topraklarında 1 milyona yakın insanın ölümünü sınırlı bir sayıya düşüremez miydi? Aslında Sovyet yöneticileri sanayileşme ve tarımın makineleşmesi için müthiş işler yapmıştır. Sınırlı imkân ve olanaklarla Avrupa’nın en büyük fabrikalarını birbiri ardı sıra faaliyete geçirmişlerdir. Tarımsal anlamda Sovyetler Birliği’nin en geri yerlerinde bile kolektif üretime geçiş ilerde oluşabilecek kuraklık, kıtlık ve hatta salgın hastalıkların azaltılması gibi doğal afetlere karşı bir önlemi de içeriyordu. Kolektif çiftliklerde tarımın bilimsel yapılmasının yanında; doktor, hemşire, ilaç vb. tüm imkânlar seferber edilebiliyordu. Ancak özellikle Ukrayna’da kuraklığın yanında zengin köylülerin başlattığı isyan, yağma ve talan hareketi kolektiflere ait ne varsa yakılıp yıkılmasına, uzmanların ve kolektif yöneticilerinin katledilmesine yol açtı. Kulakların faaliyetleri ölümlerin artması yönünde olunca yaşanan acılar katlanarak büyüdü. Sovyet yönetiminin belki de en büyük hatası kulakların güç ve imkânlarını küçümsemiş olmasıdır. Zengin köylülerin ne kadar ileri gidebileceğini yeterince iyi değerlendiremeyip zamanında etkili tedbir alamaması bir diğer hatasıdır.
Bu söylediklerimiz bazılarına şaşırtıcı gelebilir. Ancak Sovyet yönetimi zengin köylülüğün ölümleri artırıcı faaliyetlerini önlemek için önceden önlem alsaydı sonuç bu kadar acı olmayabilirdi.
Soru: 2009 yılında Holodomor kurbanları için açılan sergide pek çok fotoğraf sergilenmişti. Bu konuda ne diyeceksiniz? Holodomor katliamı anısına Ukrayna’da dikilen heykeli nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Evet Ukrayna’da büyük kampanyalar eşliğinde Sovyetler Birliği döneminde yaşandığı söylenen Holodomor’un kanıtları olduğu iddia edilen bir fotoğraf sergisi açıldı. Sergilenen fotoğraflar incelendiğinde tam bir sahtekârlık örneği olduğu ortaya çıktı. Sergiyi değerlendirenlerin çeşitli tespitlerini inceleyelim:
“… Kanadalı gazeteci Douglas Tottle …açlıktan ölen çocukların yer aldığı korkunç sahneleri gösteren fotoğrafların 1922 yılında yayınlandığını, bunların 1918-1921 İç Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’ne sekiz yabancı gücün müdahalesi nedeniyle yaşanan kıtlık ve savaş koşulları nedeniyle milyonlarca insanın öldüğü dönemde çekildiğini kanıtladı.…Green, ABD’ye dönünce tutuklanmış ve mahkemede Ukrayna’ya asla gitmediğini itiraf etmişti… bir kıtlık nedeniyle kurban olan milyonlarca Ukraynalı hakkında bu yalanlar ancak 1987’de açığa çıktı!” (Sovyetler Birliği Hakkında Yalanlar Ve Gerçekler- İsveç Komünist Partisi yayın organı)
Ukrayna hükümeti fotoğraf sergisi sahtekârlığının ortaya çıkmasının ardından kamuoyundan resmen özür dilemiştir. “Sivastopol’de…11 Mart 2009 tarihinde Ukrayna tarafından yayınlanan resmi bir özür yazısı ile kamuoyuna duyurulmuştur. Buna göre, sergide kullanılan ve 1932–33 açlığını gösterdiği iddia edilen fotoğraflar, 1920’lerdeki Volga açlığı ve Büyük Bunalım sırasında açlık çeken insanların fotoğraflarıdır…Volga’da ve ABD’nin çeşitli bölgelerinde çekilmiş olduğunu itiraf etmiştir.” ( http://haber.sol.org.tr )
Ukrayna’da dikilen anıta gelirsek: Devrimciler hangi sebeple olursa olsun bir kişinin bile haksız yere ölmemesi, acı çekmemesi ve hatta üzülmemesi için mücadele ederler. Kaldı ki milyonlarca insanın etkilendiği ve yüz binlercesinin öldüğü bir insanlık dramı karşısında son derece hassastırlar. Anıt, o dönem yaşanan kıtlık, açlık, salgın hastalık sonucu yaşanan ölümleri hatırlamak, yeni kuşaklara aktarmak için dikilmiş olsa sorun edilmezdi. Hatta geçmişte yaşanmış acıları unutmamak gerekli dersleri çıkarmak aynı zamanda bir erdemdir. Ancak anıtın “soykırım” anısına dikilmesi tam bir tarih çarpıtıcılığıdır. Emperyalizmin yaşanan acıları istismar ederek çıkar damıtmaya çalışması fırsatçılıktır. Tarihsel gerçekler yok sayılarak bilim-kurgu filmlerini aratmayacak şekilde fantastik yaklaşımlarla “soykırım” icat etmek ancak burjuva yazarlarının işidir. O yüzden Anıt’a değil amacına karşı çıkmak gerekiyor.
Sosyalizm düşmanlarının kitlelerin bilinçlerini bulandırmak için yapmayacakları alçaklık yoktur. Tarih çarpıtıcıları amaçlarına ulaşmak için kara propagandanın her çeşidini uygulamaktan asla çekinmediler. Gerçek anlamda tarihte ne olduğunu merak eden, anlamak isteyenler onların bilgi kirliliğine, çöplüğüne karşı her zaman uyanık olmalıdır.
Sovyetler Birliği’nin 80 yıllık deneyimini incelerken doğrulardan öğrenip yanlışlardan dersler çıkarmak gerekir. Ancak düşülebilecek en büyük hata önyargılı olmaktır. Tarih bilimi objektiflik gerektirir. Ele alınan her dönem tarihsel bağlamından koparılmadan sürece etki eden tüm faktörler göz önünde bulundurularak sonuç çıkarılması gerekir. Tarihi, kişiler üzerinden açıklamaya çalışmak idealist tarih anlayışının metodudur. Tarihte öne çıkan kişilikler her zaman olmuştur ancak hiçbir kişilik içinde yaşadığı toplumun üzerinde ya da ondan bağımsız olarak değerlendirilemez. Sovyetler Birliği değerlendirilirken olayları Stalin üzerinden açıklamaya çalışmak pek çok sakıncayı içinde barındırır. Hem tarih bilimi hem de sırf Stalin’i karalamak için tarihi çarpıtmak açısından sakıncalıdır. SBKP, milyonlarca kadroya ve milyonlarca Genç Komünist’e (GKB) sahip büyük bir deneyimdir. Stalin, sadece onların arasında yaşamıyla ve duruşuyla öne çıkmış sade ve mütevazı bir liderdir. Stalin’i tarihsel olarak en doğru yere oturtmak için yine ona kulak verelim:
“Ben sadece Lenin’in öğrencilerinden biriyim”
Sayı 36 (Mayıs – Temmuz 2012)