Dikkat edilirse, iktidar adına hareket edenlerin ellerinde şiddetten başka bir araç, kaba milliyetçilik ve din istismarı dışında başvuracakları bir söylem kalmadı. Cumhurbaşkanı elinde Kuran’la meydanlara çıkıyor, Başbakan seçim çalışmasına ülke sorunlarını değil örneğin HDP Genel Başkanı’nın isminin “Selahattin” olmasını konu ediyor. Bu akıl tutulması, onu dinlemek için toplanan kitleye de sirayet etmiş olacak ki, Davutoğlu “Suriyeli kardeşlerimizi Esed’e teslim eder miyiz?” sorusuna “Eveett” yanıtı alabiliyor.
Soma katliamının yıldönümünde insanlar acılarını dindirme ve bu tür katliamların tekrarını önleme çabası içindeyken, Bakanlar Kurulu rant ve talan hesapları için toplanıp karar alabiliyor. Son olarak doğaya ve insana dönük felaketlerin habercisi Nükleer santral yapımına ve ihale paylaşımına hız verilmişken Bakanlar Kurulu, Sinop Nükleer Santralini işletecek şirketin, hiçbir denetim ve incelemenin yapılamayacağı vergi cenneti olarak bilinen Jersey Kanal Adaları’nda kurulması kararını aldı.
AKP, seçim sonuçlarını beklemeden, yandaş sermaye içinde alelacele ihale paylaşımı yapma, rant ve talan güvencesi oluşturma derdine düşmüş durumda. Henüz temeli atılmamış işlerin ihaleleri paylaştırılıyor. Bunlar, genelde kapitalizmin özelde azami kar ekseninde biçimlenen sistemin niteliklerini ortaya koyan gelişmelerdir; yeni iş cinayetlerinin, doğa katliamlarının habercisidir.
Bu koşullarda biz, Soma’yı hatırlatmaya, tekrarını önlemeye çalışıyoruz; onlar Soma’yı unutturmaya, yeni Somalara davetiye çıkaran ihaleleri yaygınlaştırmaya, bunun için yasaların üzerinde atlamaya çalışıyor.
Haziran’a bu koşullarda giriyoruz. Seçimlerden hangi sonuç çıkarsa çıksın, kadın ve işçi cinayetleriyle, asimilasyon ve inkarla, yalan ve talanla tanıdığımız sistemin devamı için mümkün olan her yola başvurulacaktır.
Süreç, sandıktan veya sistemin temsilcilerinden çözüm bekleyenleri hayal kırıklığına uğratırken, bir kez daha safların sınıfsal ölçülerle dizildiğini gösterecek, tüm halk kesimleri yaşamın her noktasında direnç oluşturabilmenin gerekliliğiyle yüzleşecektir. Bu bağlamda, sınıflar mücadelesinin nasıl seyredeceğini doğru tespit etmiş olan Birleşik Haziran, böyle bir kavganın gereklerini yerine getirecek şekilde organize olma, buna uygun araç ve yöntemler geliştirme sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Aksi takdirde, sürece yanlış hesaplarla girip hazırlıksız yakalananlarla aynı konuma düşmek kaçınılmaz olacaktır.
Artık bırakalım Gezi’yi Birleşik Haziran’dan, Kürt sorununu işçi-emekçi sorunundan, Amed’i İstanbul’dan, örgütsüz olanı örgütlü olandan ayrı düşünmeyi; farklarıyla ayrışan değil ortak nitelikleriyle bütünleşen, kavgayı birleşik mücadele ruhu ve bilinciyle örgütleyen bir duruşa ihtiyaç vardır. Bunun fiili tanımı, 2013 Haziran’ında, programatik tanımı Birleşik Haziran’da mevcuttur.
Mayıs ayı, hatırlatıcı ve hazırlayıcı dinamikleriyle Haziranı mayalıyor. Bunun bilincinde olarak hareket edildiğinde, Haziran’a hazırlıksız girilmemiş, seçim sonuçları ne olursa olsun ezilenlerin irade koyabildiği; “Her yer Haziran Her yer direniş” temelinde, teslimiyetle değil direnişle anılan, hakların koparılarak alınabildiği bir sürece girilmiş olacaktır.
Böyle bir ufkun ve umudun sözde kalmayıp pratiğe uygulanması; sokaklarda, iş ve yaşam alanlarında somutlanması, tek tek her birimize bir arada hepimize bağlıdır. Haziran, bunun için uygun ve yeterli bir zemindir; Haziran Türkiye’si uzak bir olasılık değildir; yeter ki öznelliğin ayrıştırıcı çekimine yenik düşmeyelim.
9 Mayıs 2015