“Adı konsa da konmasa da solda, bütünleştirici değil, parçalanmayı hızlandırıcı bir saflaşma gözleniyor. Bunun yapıcı olmayan örneklerinden biri de, Kürt hareketinin yanlışlarını, hatta bazı devrimci yapılara şiddet kullanmasını eleştirmemek; onu kurallar ve ilkeler üstü görmektir.
İşte bu duruş ne denli yanlışsa, ‘sol içi şiddetin geçmişini’ anlatma adı altında, üstelik hiç objektif olmayan bir tarzda yazılar yayınlayıp, dost yapılara haketmedikleri yakıştırmalar yapmak, en az o denli yanlıştır. Yürüyüş Dergisi, 53’ncü sayısında, ‘ Devrimci Yol ve PKK, sol içi çatışmanın en büyük suçluları olmuşlardır ‘ diye yazıyor. Yürüyüş çevresinin bugünlerde yer yer saldırıya uğradığı doğrudur. Zaten bu konu, platformun gündemine de gelmiştir. PKK gençliğinin yaptığı iddiasıyla gündeme taşınan saldırılar ve çözüm yolları konusunda Devrimci Hareket, platformun bir üyesi olarak gerekli rolü almıştır. Buna rağmen ve bugün çok daha sıcak ilişkileri gerektiren bir hassasiyet hali ihtiyaç haline gelmişken, Yürüyüş’ün sürece olumsuz etkiler yapacağı çok açık olan bu türden yayınlar yapması; akla, ‘gelişmelerden grupsal yarar damıtmak’ gibi tehlikeli bir yönelimi getiriyor.
Yürüyüş, 53. sayısında yer alan ve gelişmeleri olumsuz yönde etkileyip, yapıcı değil yıkıcı rol oynayacağı bilinen değerlendirmelerinin, neyin ihtiyacı olduğunu açıklamalıdır. Aksi takdirde, o tarz ve üslubun gerektirdiği türden bir yanıt (açıklama) zorunlu hale gelecektir. Mesele ‘şiddetin geçmişini değerlendiriyoruz’ diyerek geçiştirilemeyecek denli önemlidir. Yazının içerdiği idealizme, resmi tarih boyutuna ve verilen örneklerde Devrimci Yol’un özel bir gayretle öne çıkarılmış olmasına, şimdilik(ama şimdilik) değinmiyoruz.”(Devrimci Hareket, Sayı:21)
Yürüyüş Dergisi ‘nin 53. sayısında sol içi şiddet bağlamında yapılan değerlendirme ve eleştiriler sebebiyle, dergimizin son sayısında sunu bölümünde yukarıda alıntıladığımız kısa açıklamaya yer vermiştik. Ancak gelişmelerin daha kapsamlı bir değerlendirmeyi ihtiyaç haline getirmiş olması sebebiyle, dünden bugüne uzanan süreçte yaptığımız kimi açıklamaları da içeren kapsamlı bir çalışma yapma gereği duyduk.
Bilindiği gibi sol içi birlik, sol içi şiddet ve ittifaklar sorunu her dönem solun gündeminde yer almış; yazıya, söze ve atılan adımlara konu olmuştur. Sol içi birliğin önemine vurgu yapmak ve sol içi şiddete karşı görünmek, yine her dönem her yapının gündeminde olmuştur. Buna rağmen Türkiye’de bugüne dek birlik denemelerinin genellikle olumsuz sonuçlar doğurması ve sol içi şiddetin çeşitli biçimler altında devam etmesi; ortada güzel söz söyleme sanatından öt e sorunların olduğunu gösteriyor.
Bilinir ki sorunun varlığı kabul edilmeden sorunla mücadele etmek olası değildir . Ve yine sol yapılar, birbirini rakip gibi görmeyi terk etmediği sürece, birlik ve sol içi şiddeti önleme konusunda önemli mesafeler katetmek olası değildir. Salt kendine güzelleme yaparak ilerleme sağlayabilmek, günümüz koşullarında artık hiçbir yapı için mümkün değildir. Örneğin “Sol içi şiddet vardır; ama benim ilişkilerimde izi bile yoktur” anlamına gelecek açıklamaların, ne sola ne de söz konusu yapıya hiçbir yararı yoktur. Öncelikle bilinmek durumundadır ki, sol içi şiddetin en doğrudan kaynağı, küçükburjuva sınıf kökenidir. Buna feodal kültürü, arabeskleşmeyi, apolitikleşmeyi de ekleyebiliriz. Bugün solda hangi yapı bu nitelikler karşısında aşılı olduğunu, steril bir duruş yakaladığını söyleyebilir? Önemli olan, bu gerçekliği görerek (kabul ederek) önlemler almaktır. Önlemler, ilişkilenmede kullanılan süzgeçten/seçicilikten, kazanılan kişinin dönüştürülmesine dek her noktada alınmalıdır. Aksi takdirde, bir taraftan küçükburjuva nitelikleri okşayan/kaşıyan bir duruş sergileniyor, diğer taraftan “benim tarihimde sol yapılara yönelik şiddet yoktur” deniyorsa; tarih öznelleştiriliyor, çarpıtılıyor demektir.
Devrimci Hareket, ilk sayılardan beri, bu konulara değinirken genellikle neden-sonuç ilişkisini öne çıkarmış; birlik söz konusu olunca, sıcaklaştırıcı ön adımların varlığını önemsemiş; sol içi şiddetin önlenmesi konusunda da “laf”tan çok ortaklaşma kültürünün geliştirilmesine önem vermiş; bugün kavgaya hiçbir yararı olmayacak biçimde 20-30 yıl öncesinden gerginleştirici kimi kareleri (üstelik öznel bir aktarmayla) çekip almanın yanlışlığına sık sık vurgu yapmıştır.
Anımsanacak olursa, yaklaşık 10 yıl önce, DHKP-C ve PKK arasında bir protokol imzalanmış, “cephe” adıyla bir birlik adımı atılmış ve devrimci yapılara katılım için çağrıda bulunulmuştu.
Devrimci Hareket’in o süreçte konuya dair yaptığı değerlendirmeden, bölümler aktarıyoruz: “(…)Devrimci hareketlerin birlikteliğinden anlaşılması gereken, siyasal yapıların üst düzeyde oluşturdukları ‘bazen de ayrıldıkları’ şekilci yanı ağır basan birliktelikler değildir. Asıl önemli olan, siyasal pratiğin sürdüğü mücadele alanlarındaki birlikteliklerdir.” ( Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Hareket, Sayı: 2, Sayfa:26, 1997)
“(…) Bu bir fizik kuralıdır; aynı alanda hareket eden vektörler birbirini besleyip bir toplam oluşturamıyorsa; karşı karşıya gelme ve birbirini zayıflatma koşulu doğmuş demektir. Örgütsel fiziki duvarlar, kültürel duvarlar henüz aşılamamışken birliğin en ileri biçiminden, örgütler arası cephesel bütünleşmeden işe başlamak, tüm büyüklüğüne ve heyecan verici yanına rağmen başarısızlık sebeplerini içinde taşır” (a.g.y)
“(…) Varolan muhalif dinamiklerin ortak kanallara akıtılması amacına hizmet eden çaba, güç ve eylem birlikleri cephesel bir oluşumun öncülleri olup bugünün taktik görevleri olarak önümüzde durmaktadır. Cephe, çeşitli ittifak ve birliklerin ardılıdır. Cephenin oluşumu öncesinde yaşanan irili ufaklı ortaklaşmalar ‘cephe’ye giden yolun basamak taşlarıdır. ‘büyük şeyler, ufak şeylerin toplamından oluşur’ düşüncesi tahammülle birleştiğinde bugün gerçek kılabildiğimiz küçük çaplı birlikleri büyütmek olanaklı olacaktır. Demokrasi bilinci, birlik çabalarının tutkalıdır. Böyle bir bilincin olmadığı yerde farklılıklara tahammülsüzlük vardır; ki bu, cepheleşmenin önündeki en büyük engellerden biridir. Birlikte hareket etme alışkanlıklarını geliştiren, örgütler arası mesafeleri engel olmaktan çıkaran ön adımlar gibi ön oluşumlar da gereklidir. ‘Birlik’ adımları somut ve uygulanabilir olmalıdır. ” (a.g.y)
“(…) Süreç içinde Kürt ulusal demokratik hareketi kendi tercihini yapmaya zorlanıyor. PKK’nin politik çizgisindeki değişkenlik, Türkiye’de uzun dönemde cephesel birlikteliklerin oluşumuna olanak tanımıyor. PKK, ‘ayrılma hakkı’nı mutlaklaştırarak Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devleti stratejisini hedef alan politikaları tercih ettiğinde arayacağı ittifaklar gibi ittifaklar sorununa bakışı da farklı olacaktır. (Çoğunlukla uluslar arası ilişkileri ve dengeleri gözetmek zorunda kalacaktır) Tersi halde, PKK Türkiye düzleminde ve siyasal pratiğinde gerçek bir demokratik toplum hedefleyen bir siyasal güç olmayı amaçlıyorsa, ittifaklar sorununa bakışı daha farklı olacaktır. Bu tercih açık ve net bir şekilde konulmadan açılan cephe tartışmaları biçimsel olmaktan öteye geçemez.” (a.g.y, 1997)
Yukarıda yaptığımız gibi, bu çalışmamızın kapsamında yer yer geçmişe gidip, kimi aktarmalar yapacağız. Bunu, Yürüyüş Dergisi ‘nin, daha önce Kurtuluş, Vatan, vb dergilerde yapılmış ve bizler tarafından uygunsuzluğuna dair eleştiri/uyarı almış değerlendirmeleri tekrar etmekteki ısrarı, ihtiyaç haline getirmiştir. İnanıyoruz ki bu aktarmalarımız/anımsatmalarımız yapıcılıktan yana niyet taşıyan herkes için önemli veriler sunacaktır.
1997’de 6.sayımızda yayınladığımız Devrimci Yol dosyasından, sol içi şiddete dair bölümü olduğu gibi aktarıyoruz:
DEVRİMCİ YOL; SEKTER, KAVGACI, SOL İÇİ ŞİDDETE BAŞVURAN BİR HAREKET MİDİR?
Devrimci Yol’a dair günümüzdeki temel yanılgılardan biri de Devrimci Yol’un sekter, sol içi şiddete eğilimli bir hareket olduğu düşüncesidir. Bu düşüncenin ortaya çıkışında büyük oranda ‘80 öncesi’ yaşanan sürecin özellikleri etkili oldu.
‘80 öncesi yaşanan süreçte yer alan siyasal odakların büyük bir kısmı, tamamen farklı koşullarda, tarihsel kesitlerde ve mekanlarda oluşturulan teorik formülasyonların neredeyse şablonunu çıkarır gibi, ülkemiz koşullarında da geçerliliğini savunuyordu. Bu kesimlerin teorik mücadeleden anladığı da daha önce yazılıp çizilenleri “alıntılamak”tı.
Bu çevrelerin, önemli uğraş alanlarından biri de, ülkemiz solunda özgün bir ideolojik-politik çizgiyi sürdüren Devrimci Yol eleştirileriydi. O dönemde yayınlanan tüm sol yayınların içeriğinin neredeyse yarısını, Devrimci Yol eleştirileri oluşturuyordu. Ve Devrimci Yol tüm eleştiri ve saldırılara, suçlamalara karşın hızla gelişen ve kitleselleşen bir hareket olmuştu. Devrimci Yol’un içinde yaşanılan döneme ilişkin her yeni siyasal önermesi, bu kesimler tarafından tepki ile karşılanıyordu. Sol içinde yaşanan bu tartışmaların bazı birimlerde -içinde yaşanılan dönemin de etkisi ile- istenmeyen boyutlara ulaştığı gözlemleniyorudu. Ancak, Devrimci Yol ile tüm siyasal hareketler arasında yaşanan olumsuzluklar, diğer sol gruplar arasında yaşananlardan daha fazla değildi.
Diğer yandan, yaşanan dönemde anti-faşist mücadelenin başarısı, faşizme karşı olan tüm güçlerin birliğinden geçiyordu. Antifaşist mücadelenin birliğinin önüne -ne gerekçe ile olursa olsun- konulan engellerin mutlaka aşılması zorunluydu. Azami ve siyasi programları çok farklı olsa da, faşizme karşı olan tüm kesimlerin eyleminin birliği sağlanmalıydı. Bu doğrultudaki çalışmalarda ve sol içi çelişmelerde temel alınması gereken ideolojik mücadelenin yerini, bazı konumlarda istenmeyen olumsuzlukların aldığı da görülüyordu. Ancak çok sınırlı olan bu olumsuzlukların genelleştirilerek, tüm sürece maledilmesi; objektif bir davranış olmayacağı gibi; “değerlendirme”yi aşan maksatları da içerir.
Aktarıyoruz: “ O dönem bize yönelik saldırıların çok büyük bir bölümü DY’lilerden gelmiştir. DY ile özel bir husumetimiz mi vardı? Bizim açımızdan yoktu. Ama onlar açısından durum biraz farklıydı. ” ( HALK İÇİN KURTULUŞ, s:42 )
“ Afişlerimizi polislerden, faşistlerden önce DY’liler sökerdi. İstanbul’da, Anadolu’da hala bu tarihin duvarlardaki izleri vardır. Devrimci Sol imzalı duvar yazılarındaki “S”lerin üstüne “Y” çizilmiş hali o zamanlardan kalmadır. DY bunun için dövmekten, silahlı saldırıya kadar her yönteme başvurmaktan kaçınmamıştır. ” (a.g.y)
Özellikle bilinmesi gereken bir gerçek var ki, o da bizlerin (devrimci yapıların) birbirine benzediğidir. Eğer bir şeyler yaşanmışsa ve bunları paylaşacak isek, sırtımıza benzer yükler binecektir. Hatta, “Maocu bozkurt” ve “sosyal-faşist” gibi kamplaşmaların yarattığı sürtüşmeleri dönemsel bir özgünlük olarak değerlendirip dışta tutacak olursak, açıklıkla görülecektir ki; 80 öncesinde sol içi şiddet, bütüne hakim olan ve yaygın olarak başvurulan bir özellik değildi. Hele ki, DS ayrılığı süreci için bu tür atıflarda bulunmak salt bir abartıdan ibarettir. Karşılıklı olarak “birbirimizi dövdüğümüz” ve kısa sürede sakinleşen o süreçte, herhangi bir tarafın kayıp vermemiş olmasını bugün bizler, sevinç sebebi olarak kabul ediyoruz. Birim birim verebileceğimiz pek çok örnek olmasına rağmen, bunda yararlı bir boyut görmediğimiz için ve o günün öznelerinin bir kısmının şehit olması sebebiyle; bugünkü koşullarda biz, Devrimci Sol (DHKP/C) ile farklarımızı değil, ortaklaşmalarımızı büyütme kaygısı taşıyoruz. Yoksa her aklı başında insan bilir ki, bir siyasal hareketten kopan insanlar topluluğu; ne kadar iradi bir süreçten geçirilirse geçirilsin, belli bir süre ortak karakteristik özellikler çizer. (Hatta ayrılırken daha radikal olmak iddiasını öne çıkaran ve bunun psikolojik baskılanmasını yaşayan bir kesimin, gerginliklerde olgunluk sınırını aşması daha fazla mümkündü.) Örneğin biz “DS” yazılarındaki “S”yi silip, “Y” mi yapıyorduk?…Samimiyetle ifade edebiliriz ki buna şahit olmadık; ama dostlarımızın doğru söylediğini düşünüyoruz. Ancak biz, yazdığımız hangi yazıların ikinci gün sabah “DS” diye değiştirildiğine dair mahalle ve sokak ismi verebiliriz. Bunlar, o günün koşullarında yaşanmış ve bugün ısıtılması pek de gerekli olmayan pratiklerdir. Devrimci Yol’un sol içi şiddete örnek olarak verilmesini zorlama olarak değerlendiriyoruz. Tabii biz bunları yazarken, bilinmeli ki, “Kurtuluş” dergisi ile “Yeniden/ÖDP” arasında yaşanan tartışmanın kesinlikle tarafı değiliz.
Ancak ÖDP veya Yeniden eleştirilirken, dostlarımız biraz fazla toptancı davranınca ve kimi hassasiyetleri hesaba katmayınca; sonuçta biz Devrimci Yol’u savunmayı bir görev kabul etme bilinciyle, bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyoruz. (Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Hareket, Sayı:6, 1997)
Evet bu dostlarımız daha sonra toptancı davranmaya devam etmiş, “ÖDP-DY” gibi ifadeler kullanmayı, Taner Akçam veya İnönü Alpat gibi Devrimci yol’la hiçbir bağı kalmamış kişiler üzerinden, genelleme yaparak, bir anlamda ucuz (kolaycı) bir tarza başvurarak Devrimci Yol eleştirisi yapmayı sürdürmüştür. Bu kez, 8. sayımızdan aktarıyoruz:
HALK İÇİN KURTULUŞ DERGİSİ’NE DOSTÇA UYARIMIZDIR
“ Son dönemlerde, HALK İÇİN KURTULUŞ dergisinde yeniden nüksettiğine tanık olduğumuz; her şeyi Devrimci Yol’a göre açıklama ve daha kötüsü ‘Devrimci Yol = ÖDP’ denklemini kurma ısrarı umuyoruz ki bu yazımızın okunması sonrasında değişime uğrayacaktır. Çünkü, tasfiyeci bir gelişmenin ardından ortaya çıkan yapıların ‘köklerine’ bakarak onları eski veya yeni devrimci yapılarla özdeş tutmamak gerektiğini öyle sanıyoruz ki, ‘KURTULUŞ’ yazarları da biliyor .” (Devrimci Hareket, Sayı:6, 1997)
Dergimizin 6. sayısında, yukarıdaki uyarıyı yapmış, çeşitli örnekler vermiş ve dostluğun gerekleri konusunda ısrarlı vurgularda bulunmuştuk. Bu uyarılarımıza dayalı koca koca beklentiler içerisine girmemiş idiysek de, en azından ‘KURTULUŞ’un bundan sonrasında bu konuda belirli bir hassasiyet göstereceğini umut etmiştik. Ancak ‘KURTULUŞ’un 81. sayısı, henüz değişen bir şeyin olmadığını gösteriyor.
İnönü Alpat’ın hazırlamış olduğu “Türk Solu Sözlüğü” gerekçe edilerek, DEVRİMCİ YOL’a yöneltilen yakıştırmalar, KURTULUŞ’u büyütmediği gibi; hiçbir yapılanmanın, devrimci örgütlenmeler arası ilişkilerde tercih etmemesi gereken bir tarzı tarih sayfalarına yazdırmış oluyor. Bu, bir gelenekten çok bir alışkanlıktır. Eğer, devrimciler adına bir gelenek oluşturup; ardımızda, olumlu sıfatlarla anılmaya sebep olacak yararlar bırakacaksak, bunu hep beraber yapmak durumundayız.
Biz, 6. sayımızda, yoldaşlarımızın Devrimci Sol militanlarıyla aynı siperde şehit düşmesine, kanlarının birbiriyle karışmasına dair anımsatma yaparken; amacımız salt güzelleme yapmak veya KURTULUŞ’un gönlünü hoş tutmak değildi. Daha önemlisi, artık tarih olmuş kimi husumet sebeplerini kulaktan dolma bilgilerle ısıtıp ısıtıp sunmanın; günlük her gelişmeyi, örgütler arası mesafeyi büyütme sebebi olarak kullanmanın gerekli ve yararlı olmadığını anlatmak istemiştik.
İster eğitim amaçlı olsun, isterse büyümekte olan birinin kulağına önemli tarih bilgileri aktarmak amacıyla olsun; hiçbir neden, bu türden bir tarzı haklı kılmaz. Biz inanıyoruz ki, her devrimci örgütlenmenin, bir başka devrimci örgütlenmeye yakışık düşmeyecek atıflarda bulunmaya gerek duymadan; yazı yazma, eğitim çalışması yapma ve yeni insan kazanma koşulu vardır.
Devrimciliğin kendisi, zaten güzelliklerle dokunmuş bir alandır; bunu, güzel göstermek için bir yerleri ‘kara’ göstermeye neden gerek olsun ki?.. Hele de bunlar dostlarınız ise…
Kavganın alabildiğine keskinleştiği ve kalemlerimiz gibi yüreklerimizi, yumruklarımız gibi silahlarımızı birleştirmemiz gereken bu süreçte, dostluk bağlarını zayıf düşürecek her adımdan özenle kaçınılmalıdır.
Artık, bir yöntem haline getirmek durumunda olduğumuz ve -dostluğun gereği olarak- tüm devrimci yapıları bağlaması gereken kimi normlar vardır ki, bunlar ‘KURTULUŞ’ için de yabancı olmasa gerek. Örneğin, mesele eleştiri ise biz bunu 6.sayıda genişçe yaptık; ama kırıp dökmeden…Aynı sayıda sunduğumuz DERİMCİ YOL dosyası, “DEVRİMCİ SOL ayrılığı” da dahil olmak üzere tarihin pek çok kesitine dair önemli açılımlar içeriyor. Bundan hareketle yapılacak değerlendirmenin/tartışmanın, daha düzeyli olacağına inanıyoruz.
Biz, bulunduğumuz her birimde bize uzatılan dostluk elini devrimciliğimizin tüm sıcaklığıyla karşılayacak ve dostluğun gerektirdiği ölçüler dahilinde hareket etmeye devam edeceğiz.
DEVRİMCİ NORMLAR HEPİMİZ İÇİNDİR. DEVRİMCİ DOSTLUK VE DAYANIŞMADA ISRARLI OLACAĞIZ
(Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Hareket, Sayı:8, Sayfa: 31)
HALK İÇİN KURTULUŞ dergisine yaptığımız bu uyarının benzerini VATAN dergisine yapmak durumunda kaldık. Aşağıda aktarıyoruz:
,DEVRİMCİ YOL SENDROMU ÖNCÜLLERİNDE OLDUĞU GİBİ “VATAN”CILARDA DA DEVAM EDİYOR
” Son dönemlerde, HALK İÇİN KURTULUŞ dergisinde yeniden nüksettiğine tanık olduğumuz; her şeyi Devrimci Yol’a göre açıklama ve daha kötüsü ‘Devrimci Yol = ÖDP’ denklemini kurma ısrarı, umuyoruz ki bu yazımızın okunması sonrasında değişime uğrayacaktır. Çünkü, tasfiyeci bir gelişmenin ardından ortaya çıkan yapıların ‘köklerine’ bakarak, onları eski veya yeni devrimci yapılarla özdeş tutmamak gerektiğini öyle sanıyoruz ki, ‘KURTULUŞ’ yazarları da biliyor.” (Devrimci Hareket, s:6)
Yukarıdaki uyarı amaçlı ifadeyi ilk olarak 1997’de (6.sayı) kullanmış, daha sonra 1998’de (8.sayı) “HALK İÇİN KURTULUŞ DERGİSİ’NE DOSTÇA UYARIMIZDIR” başlığı altında yaptığımız çağrıda da yer vermiştik. Bugün bir kez daha yer veriyorsak; birincisi, “Vatan”cıların dostluğu ekme ve büyütme konusundaki özensizliğinin devam ediyor olmasındandır. İkincisi, bizlerin “huyluyu huyundan vazgeçirtme” işinin kolay olmadığının ve büyük bir sabır gerektirdiğinin bilincinde olmamızdandır.
“Vatan”cılar, geçmişte olduğu gibi bugün de, bırakalım Devrimci Yolculuğu, devrimcilikle de hiçbir bağı kalmamış kimi şahısların duruşu ile Devrimci Yol arasında doğrudan bağ kurma alışkanlığını sürdürüyor. Bunun en sık rastlanan örneği; ÖDP’den söz ederken ÖDP-DY demeyi tercih etmektir. ÖDP içindeki “DY kökenli” şahısların, DY ile bir bağının kalmadığını; ama, Devrimci Yol’un varlığını sürdürdüğünü ve yaşamın çeşitli kesitlerinde dostluk çerçevesinde bir araya gelindiğini bilen Vatan’cıların, bu özensizliğini anlamakta güçlük çekiyoruz.
Melih Pekdemir’in, ölüm orucu vesilesiyle yazdığı yazıda kaliteyi ve seviyeyi aşağı çeken duruşu karşısında tavrımızı merak edenler varsa; gerek onun için gerekse ÖDP için yaptığımız açıklamayı (“ÖDP; HALKIN VEYA MÜCADELENİN DEĞİL, KURUCULARININ İHTİYACIYDI” adlı kitapçığa bakınız) incelemelidir. Böyle bir inceleme, DY hakkında yazı yazma niyeti olanları sapla samanı karıştırmaktan kurtarır. Tabii bu karıştırma işi, bilgisizlikten yapılıyorsa…
Bizim, Melih Pekdemir’in ölüm orucu vesilesiyle bir devrimci yapıya küfretmesine gösterdiğimiz refleks/tepki devrimci kimliğimiz gereğidir. Bunun ne M. Pekdemir’e ne de söz konusu devrimci yapıya bağlı “özel” nedeni yoktur. Ne var ki, Vatan dergisinin, M. Pekdemir’e yanıt verirken, bunu DY’ye bir saldırı fırsatı olarak değerlendirmesi ve soyut/spekülatif yargıları peş peşe sıralayarak Pekdemir’in olumsuz siluetinin üzerinden saldırı oklarını Devrimci Yol’a fırlatması;
M. Pekdemir’e yanıt vermek gibi haklı bir noktadan çıkmış da olsa sonuçta düzeyi aşağı çeken bir duruşu yansıtmıştır. Devrimcilik adına hareket ederken, duruşu bu denli ucuzlatmak, üzücüdür ve yakışık düşmemektedir. Anlaşılan o ki, DY sendromu, öncüllerinde olduğu gibi “Yaşadığımız Vatan”da da devam ediyor.
Gerçekte Devrimci Yol’la hiçbir ilişkisi olmayan, böyle bir zeminle maddi ve ruhsal bağını çoktan kesmiş olan Pekdemir, yaşadığı yabancılaşma nedeniyle devrimcilere saldırmaktadır. M. Pekdemir gibi ucuz bir gerekçeyi, kendilerini dost olarak gören bir harekete saldırı sebebi yapanlar, dostluğun gerekleri konusunda bir kez daha başarısız bir sınav vermiş oldular.
Doğru sorular insanı doğru yanıtlara götürür. Vatan yazarları, Melih Pekdemir gibi ucuz bir malzemeyi kullanıp Devrimci Yol’a neden saldırmıştır? Yani “bu neyin ihtiyacıdır?” diye sormak gerekiyor. Melih Pekdemir’in Devrimci Yol’la bir alakasının kalmadığını bilen Vatan’cılar, gerçekte çok zor koşullarda oluşmuş olan dostlukları kötü/ucuz bir eleştiri ile sulandırma çabasından kendilerinin de kârlı çıkmayacaklarını bilmek durumundadırlar.
Bir taraftan, 19 Aralık sonrasında, DHKP-C dava tutsaklarının saldırı sırasında Devrimci Yol dava tutsakları ile beraber tam bir siper yoldaşlığı içinde direndiklerine dair açıklamalarına yer verilecek; diğer taraftan da, sanki böyle bir olgu yokmuş gibi Devrimci Yolculuğu Melih Pekdemir’le özdeşleştirme yoluna gidilecek; inanıyoruz ki bu özensizliklerin, sahibine de bir yararı olmamaktadır.
Gerçekte hiç de kolay oluşmayan; ama, oluşum koşulları itibarıyla da çok önemli olan kimi dostluklar vardır ki bunları ucuz hesaplara kurban etmek, 2001 yılı devrimciliğinin gerektirdiği duruşa yakışık düşmemektedir. Bir şeylerin anlaşılmasını kolaylaştıracağına inandığımız için, geçmişten örnekli bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Hatırlanacağı gibi bir 30 Mart anmasında Buca Hapishanesi’nde saldırı olmuş ve yanılmıyorsak 9 DHKP-C’li dövülerek kaçırılmıştı.
Bunun üzerine harekete geçen ve merkezi olarak barikat kurma kararı alan DHKP-C dava tutsakları, Çanakkale Cezaevi’nde böyle bir eyleme; duyar duymaz tereddütsüz olarak Devrimci Yol dava tutsaklarının katıldığını yazmış ve bu tutum, dostluğu ören zincirin halkaları olarak çeşitli dönemlerde tekrar etmiştir. Aslında bir tek bu olay bile doğru değerlendirilebilirse; bu mesafe açıcı tutumların, ne denli zarar verdiği kolaylıkla görülür. 20 küsur yıl öncesine gidip subjektif öğelerle kırılmaya uğramış bilgileri bugüne taşımak yerine; bugünkü verilerden hareket edip, yakalanmış olan dostluk halkalarını çoğaltmayı seçmek; inanıyoruz ki Vatan’cıları da küçültmezdi.
Veya diğer bir ifadeyle; Vatan’cılar, eğer büyüyecekse; bu, yukarıda belirttiğimiz türden küçük hesaplarla olmayacaktır.
Varsaydığı olumluluklarını, dostlarını olumsuzlama üzerine inşa etmeyi alışkanlık haline getirenler, kendi tarihlerinde, 20 gün öncesine de 20 yıl öncesine de ait, savunulamayacak pek çok fiil bulunduğu halde bunların bizler tarafından kullanılması gibi bir “marifet”e neden ihtiyaç duyulmadığı konusu üzerinde düşünürlerse, inanıyoruz ki ayakları yere erdiren doğru devrimci tavır için önemli ipuçlarına ulaşacaklardır. Biz, dostlukta ve ucuz malzemelere itibar etmeme tavrında ısrarcı olmaya devam edeceğiz. (Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket, Sayı:4, Sayfa:21)
Okurlarımız hatırlayacaktır; bir ara Can Dündar, Taner Akçam’la röportaj yapmış; bu röportaj da televizyon reklamlarında duyurularak Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmıştı. Genelde devrimci değerlere, özelde Devrimci Yol’a saldırı içeren röportaj, o süreçte VATAN dergisi tarafından Devrimci Yol’u yıpratma aracı olarak kullanılmıştı. Biz, röportaja yönelik olarak yaptığımız değerlendirmenin son bölümünde bu konuyu gündeme getirmiştik; aktarıyoruz:
TANER AKÇAM’IN YÖNELTTİĞİ SALDIRI TÜM DEVRİMCİLEREDİR; BUNU BİR DEVRİMCİ HAREKETİ OLUMSUZLAMA VEYA KENDİNİ OLUMLAMA GEREKÇESİ YAPMAK DEVRİMCİLİK KALİTESİ İLE BAĞDAŞMAMAKTADIR
Objektif bakabilme yeteneğini yitirmemiş herkes bilmektedir ki Taner Akçam, devrimciliğin şu veya bu biçiminin değil, devrimcilikten uzaklaşmanın sembolüdür. Ve yine, devrimci normları, aşındırıcı tüm faktörlere karşı koruma refleksini yitirmemiş herkes, oklarını “aşındırıcıların şahsında bir yerlere” değil, aşındırıcıların kendisine yöneltir. Ne var ki, daha önce de “devrimcilik niyeti kalmamış kimi öznelerin düşkünlüklerinden” kendi duruşunu güçlendirici sonuç çıkarmaya kalkışan veya bu tür malzemeleri, Devrimci Yol’a saldırı gerekçesi yapan Vatan’cılar, Taner Akçam’ın hezeyanlarını da kendileri için bir fırsat olarak algılamış görünüyorlar.
Aslında biz yıllardır çeşitli biçimlerde dışavuran bu tarz için çok şey söyleyip yazdık. Kendini zaaflar ve günahlar üstü gören; bu tür niteliklere ancak başka yapılarda rastlanabileceğini varsayarak adeta kendisi dışındaki herkesi “günahkar” kabul eden Vatan’cılar; Devrimci Sol’un, sol içi şiddete hiç bulaşmadığını söylüyor. Aynı şekilde “başkasına siyaset yaptırmama” tutumunu da Devrimci Yol’la özdeşleştirmeye çalışıyor.
Biz, Vatan’cıların yukarıdaki tanımlamaları karşısında, onları azıcık tanıyan ve objektif bakabilen hemen herkesin, bir ironi (tersini söyleyerek alay etme) ile karşılaşmışçasına gülümsediğine inanıyoruz. Hiç uzağa gitmeye gerek yok; herkes, hafızasının yanılmayacağı kadar yakın bir tarihe ve en yakınındaki çalışma alanına baksın; Vatan’da yazılanlar ile yaşananlar arasındaki açıyı görmekte zorlanmayacaktır.
Tekrar etmek ve özetlemek gerekirse; sol içi şiddet, siyasallaşma eksikliğinin, devrimciliği bir yaşam biçimi olarak içselleştirmemiş olmanın sonucudur. Bunu kim yapmış olursa olsun ve şekli ne olursa olsun (birilerinin ağzını burnunu kırmak da bir kan dökme şeklidir; şiddettir ve savunulacak hiçbir yanı yoktur) içeriği değişmez. Bizler 1970’li yılları, devrimci hareketin çocukluk /büyüme yılları olarak görüyoruz. Bu, tüm yapılar için geçerlidir. Devrimci kültürün oluşum sürecinde ölçek karmaşası da yaşanır. Önemli olan, bunları giderek aşabilme olgunluğunu göstermektir. Sol içi şiddet, siyaset yasağı, vb. zaaflara bulaşma oranı ise, yapının yaygınlığından ve karşı karşıya kaldığı olaylardan bağımsız düşünülmemelidir. Bilinir ki, çok iyi şoför olunsa da, karşıdan gelen sürücünün usulsüzlüğü sebebiyle kaza yapılabilir.
Bu nedenle, birilerini sol içi şiddet meraklısı, kendini de “devrimcilik öğretmeni” olarak görmek, artık kimsenin itibar etmediği, eskimiş bir yöntem haline gelmiştir.
Sonuç olarak; Taner Akçam da, devrimci tutsaklara küfreden Melih Pekdemir de, hazırladığı “Türk Solu Sözlüğü”nde bir devrimciyi, siyasal kimliği üzerinden değil kiminle evli olduğu üzerinden tanımlayan İnönü Alpat da Devrimci Yolcu değildir ve bir hareketi yargılamak için öne çıkarıldıklarında, ucuz bir malzeme seçilmiş oluyor.
Sözümüz, tüm devrimci yapılaradır;
Var olan kazanımlara yenilerini eklemek, dünya ölçeğindeki emperyalist saldırıyı ve sol adına yaşanan erozyonu ülkemiz özgülünde bize yakışan biçimde göğüslemek, günün ihtiyaçlarına denk düşen teorik ve pratik üretimlerle sürecin önünü açmak, hepimizin görevidir. Bu görev, dost yapıları aşındırmaktan yarar umarak değil, ancak kenetlenerek yerine getirilebilir. ( Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket, Sayı: 6)
Biz bu uyarıyı yaptıktan hemen sonra VATAN dergisi, “ Bugün ÖDP dışında da Devrimci Yol’u savunan bazı arkadaşlar var ” diyerek bir değerlendirme yapmış; ama, olumlu başlayan bu değerlendirmenin ilerleyen satırlarında, niyetin olumlama olmadığı görülmüştür. Hem bu konuya açıklık getirmek, hem de burjuva basının teşhirlerini fırsat bilerek devrimci yapıları yıpratmamak gerektiğine dair uyarımızı tekrar için aynı sayıda yer verdiğimiz açıklamayı aktarıyoruz:
REKABET KÜLTÜRÜ, DOSTLARA YÖNELİK SEVGİNİN OLUŞUMUNU GECİKTİRİYOR
” Bugün, ÖDP dışında da Devrimci Yol’u savunan bazı arkadaşlar var. Doğal olarak onlar farklı bir yerdedirler. Bu yazıdaki eleştirilerimiz onları içermemektedir. Ancak bu arkadaşlar, DY kültürünü eksik ve yanlış kavramışlardır. Hiç kuşkusuz, binlerce militanın içinde yeraldığı bir Devrimci Yol mücadelesinde -DY’nin tasfiyeci liderlerine rağmen- olumlu bir çok yan vardır, yaratılan değerler vardır, bugün bunlara sahip çıkılması ayrı bir konudur. Faşizme karşı direnişlerden şehitlerine kadar, o tarihi, kendi tarihimizin de bir parçası olarak görürüz. Ama DY siyasi çizgisine karakterini veren ve bugünü doğuran, o olumluluklar değil, tasfiyecilik ve onun oluşturduğu kültürdür. DY bu anlamda ÖDP’de temsil edilmektedir. DY’nin geçmiş olumluluklarını sahiplenmek, kendi doğal gelişimi içinde düzeniçileşen DY tasfiyeciliği ve kültürüyle de hesaplaşmayı gerektirir .”
Hatırlanacağı gibi Taner Akçam, ancak kendi kişiliğine dair sonuçlar çıkarılabilecek, ciddiyet ve seviye özürlü açıklamalarda bulunmuş ve biz, bu sayımızda da yer verdiğimiz biçimde yanıtlamıştık. İşte o sözünü ettiğimiz röportaja, önemli bir dayanak/kaynak muamelesi yapan ve bunu bir fırsat olarak değerlendiren Vatan, o süreçte yine sayfalar ve sayılar boyunca, “Devrimci Yol’un ne kadar tasfiyeci, kendiliğindenci ve devrimden uzak” bir yapı olduğunu, ÖDP’nin yapısal bir sonuç olduğunu kanıtlamaya(!) çalışmıştı. Devrimci-demokrat kamuoyunun artık ezberlediği ve tekrardan öte bir içerik taşımayan o “anti-Devrimci Yol” tefrikaları sırasında, yukarıda yer verdiğimiz dip notu yayınlamıştı. İlk bakıldığında, Devrimci Yol’un bugünkü taşıyıcılarının hakkını teslim ediyor gibi görünse de, dikkatli okunduğunda, “severken de yaraladığı” görülecektir.
Bizler, Vatan’la Devrimci Yolcuların mı yoksa kendilerinin mi Devrimci Yol’u daha iyi kavradığı gibi anlamsız bir tartışmaya girecek değiliz. Kendini zaten “en doğru” hanesine yerleştiren ve o haneye başka kimseyi yakışık görmeme kültürü ile yapılanmış olan Vatan, bir adım daha ileri gidip, bugünün Devrimci Yol’una “ben seni senden iyi bilirim” diyor. Bu komik ve biraz da acı tutumu, iyilik jestleri eşliğinde yapıyor.
Okurlarımız hoşgörsünler, bu konuya yer verme ısrarımız, polemikten çok, Türkiye’de solun durumuna dikkat çekme amaçlıdır. Çifte standart, rekabet ve varlığındaki olumluluğu diğer devrimci yapılarda varsaydığı olumsuzluklara dayandırma biçimindeki tarz; bir bumerang gibi sahibini vurur. Nitekim, Taner Akçam röportajı Vatan’ın ilgisine mazhar olduğu ve en mühim mesele haline geldiği süreçte, burjuva basınında bu kez eski bir DS’liye yer verildi. Bunun üzerine Vatan ” ne kadar devrimciliği bırakmış, düzene yerleşmiş veya yerleşmeye çalışan varsa, ‘solu, devrimciliği’ temsil ediyor diye piyasaya sürülüyor ” diyerek tepki gösterdi. Vatan’ın bu tepkisine katılıyoruz. Gerçekten, solun artıkları sola karşı kullanılıyor.
Ancak burada bir hatırlatma yapmak istiyoruz; biz, Taner Akçam röportajından önce yaptığımız çağrıda şunları söylemiştik:
” Düşünün bir kez, bir hareketle maddi-manevi hiçbir bağı kalmamış öznelerin yaşamdaki duruşunu ölçü alıp, o harekete dair tanımlamalar yapmanın doğru bir tutum olmadığını bilmek için, Marksist bir yönteme sahip olmaya, diyalektik bilmeye gerek var mı? Aksine, günlük mantığın en basit ölçüleri bile, böyle bir tersliği algılamaya yetmez mi? Tabii ki yeter; ancak biz yine de destekleyici olacağına inandığımız bir örnek vermek istiyoruz. Bugün artık devrimcilikle hiçbir bağı kalmamış eski bir DS’linin durumunu ölçü alıp, ondan DHKP-C’ye izdüşümler yaptığımızı varsayalım. Böyle bir yöntemi, Vatan’cılar nasıl karşılardı acaba? İşte Vatan’cılar, bu konudaki hassasiyet ve reflekslerini, çifte standarda düşmeden diğer devrimci yapılar için de uygulamadıkları sürece öznellikten ve çifte standarttan kurtulmuş olmazlar .” (Emperyalizm ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket sayı:5)
Vatan’ın Taner Akçam’ı baz alarak yaptığı Devrimci Yol değerlendirmelerinde yukarıdaki uyarıdan etkilenmediğini gördük. Ve sonra, adeta dediğimiz gibi oldu; birileri eski bir DS’liyi konuşturdu . Biz, bir başka “eski” üzerinden izdüşüm yapmama tavrımızı sürdüreceğiz. Her devrimci yapının ardında bıraktığı ve bugünkü duruşunu tanımlamayan pek çok özne ve fiil vardır. Ülkemizde ve hatta dünyada, devrimciliğin verdiği fire sayısı ne yazık ki çok yüksek. Ve bugün bu fire verme olayı devam ediyor. “Kişiler geçici, hareketler kalıcıdır” genel yaklaşımı ölçü alındığında; kimin firesi daha çok veya daha ağır gibi bir ikilem anlamsız kalır. Ve eğer tartışacaksak veya doğrularımızı sınava sokacaksak; bunun alanı, dergi sayfalarındaki didişme değil bizzat siyasal pratik olmalıdır.
Bugün solda yaşanan kan kaybı durdurulmak; politik yetersizlik, tekrar ve üretme kısırlığı aşılmak isteniyorsa; artık temcit pilavına dönen bir tarzdan, devrimcilik niyeti kalmamış şahsiyetleri ölçü alan yaklaşımlardan vazgeçilmeli; sahip olunan imkan ve enerji, daha verimli işler için kullanılmalıdır . Yok eğer “Devrimci Sol’dan bugüne yaşanan dökülme ve ayrılmalar, kavganın doğal sonucudur; ama, bu durum Devrimci Yol’da yaşanıyorsa, yapısal bir sorundur.” denecekse; mesele, “benim döneğim seninkinden daha iyidir” gibi anlamsız bir noktaya varacaktır. Umut ediyoruz ki Vatan, oklarını yanlış yere fırlatma alışkanlığından vazgeçip, dostlarını yarışılacak bir rakip olarak değil, bir arada olunması gereken güçler olarak görmeye başlar. (Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Hareket, Sayı: 6, Sayfa:18)
KENDİNİ 30 YILLIK TARİH BOYUNCA SOL İÇİ ŞİDDETİN DIŞINDA KALMIŞ GİBİ GÖSTERMEK İDEALİZME DÜŞMEKTİR
Tüm devrimciler için, sol içi şiddetten kaçınmak bir ön kabuldür. Bu önkabule rağmen her yapının, bunu baştan öngörmese de, sol içi şiddete şu veya bu oranda bulaştığı bilinmektedir.
Bunun içsel ve dışsal çeşitli nedenleri vardır. Peki bunun en aza indirilmesi mümkün değil midir? Tabii ki mümkündür. Taraftarlarının sınıfsal kökeni; rekabete, didişme ve yarışa yatkınlık taşısa da bir devrimci yapı geliştireceği kardeşleştirici kültürle, çatışma olasılığını en aza indirebilir. Ve bizce önemli olan budur. Bugün kimin sol içi şiddete ne denli uzak olduğu, çalışma alanlarında diğer yapılara ne denli tahammüllü olduğu ile doğrudan ilintilidir.
“En iyi benim” demekle en iyi olunmadığını artık herkes biliyor. Sol içi çatışmayı önlemenin koşullarından biri de mütevazılıktır. Bilinir ki bir soruna çözüm üretmek için öncelikle sorunun varlığını kabul etmek gerekiyor. Benzer bir şekilde, sol içi çatışmayı önlemeye aday bir yapı öncelikle kendi hatalarını/gerçekliğini kabul ederek işe başlamalıdır.
“Biz sol içi şiddete bulaşmamış bir hareketiz” diyerek kurultay önermek, daha öneri aşamasında süreci tıkamaktır.
Biz bugün bırakalım çatışmayı, hiçbir yapı ile gerilim dahi yaşamıyor olmamıza rağmen, kendimizi de dışında tutmadan söylüyoruz; hiçbir yapı kendini sol içi çatışmadan arınmış steril bir hareket olarak gösteremez. Ve zaten böyle bir tarzın, sol içi çatışmayı önlemede olumlu bir rolü yoktur. Hatta biz, kurultay önermenin de başlı başına bir değer ifade etmediğini; halkla devrimciler arasında veya iki sol yapı arasında gerilim üretebilecek tohumlar atmaktan bütünüyle vazgeçilmediği, bunun için önlemler alınmadığı ve ve gerilim doğurucu pratikler bu amaçla gözden geçirilmediği sürece, yapıların “Ben yapmadım o yaptı” biçimindeki açıklamalarının olumlu sonuçlar doğurmayacağını düşünüyoruz.
Mütevazılık, bir devrimcilik özelliğidir; birileri tarafından talep edilmeden ve bir karşılık beklemeden yerine getirilmesi gereken bir niteliktir. Sevgi de mütevazılık gibi devrimcilerin birbirine ve halka karşı sahip olması gereken bir başka niteliktir. Bu niteliklere sahip olunduğunda ve dost hiçbir yapı rakip olarak görülmediğinde; tüm kazanımlar sonuçta ortak devrimci potaya birikiyormuş gibi kabul edildiğinde; şiddet ihtiyaç olmaktan çıkar. Bir yapı diğer bir yapı ile ilişkisinde zarara uğramış dahi olsa, gelişmeyi “aile içi” görür ve gerginliği değil hoşgörüyü öne çıkarırsa, çatışma ihtimali büyük oranda ortadan kalkar. Bunlar, devrimciliğe güzelleme yapmak için seçilmiş tanımlar değildir. Ve gerçekte devrimcilik, gereği yerine getirildiğinde bu tanımlardan çok daha öte güzellikler üretebilme potansiyeli taşır. Bilinir ki “ben mütevazıyım/hoşgörülüyüm” demek yetmez. Bu nedenle pratik, bir çeşit turnusoldur. Örnek olması itibarıyla 1997’de yaşadığımız bir olaydan aktarıyoruz.
“ Bilinmelidir ki küçük hesaplar, ilk önce hesap sahibini küçültür. Sol’da engin bir hoşgörü ve dayanışma ihtiyacı hiç bu denli yakıcı hale gelmemişti. Protokoler yaklaşımlarla yasak savmak yerine; günün 24 saati boyunca yaşanan her gelişmede böyle bir hoşgörüyü uygulayabilme genişliğine/kapasitesine ihtiyaç vardır.
1 Mayıs alanında HÖP kortejinden, bir başka korteje yapılan müdahaleden okurlarımızın da zarar görmesi bizleri üzmüştür. Ancak bunda bilinçli bir boyut olmadığını bilen bizler; durumu özel bir problem haline getirmediğimiz gibi dostluğumuzu gösteren grafikte bir dalgalanmaya da izin vermedik .” (Emperyalizme ve Faşizme Karşı DEVRİMCİ HAREKET, S: 3)
Bizler, daha önce de yaptığımız gibi bugün de Yürüyüş çevresi için şiddet çetelesi tutup teşhir yolunu seçmeyeceğiz. Başka bir yapıyı teşhirden veya zora sokmaktan Devrimci Hareket’in sağlayacağı hiçbir yarar yoktur. Bu tür bir tarz, devrimci kimliğimiz gereği de doğru değildir. Bu nedenle Yürüyüş’ün 53. sayısındaki iddialarının sebep olduğu savunma hakkını, bu yola başvurmadan kullanmaya çalışıyoruz. Ama, Yürüyüşçü arkadaşların bize başvurması halinde, onlara nerede nasıl şiddet kullandıklarını ayrıntılarıyla anlatabiliriz.
Anımsanacak olursa; daha önce Nurtepe, Gazi, vb. bölgelerde PKK gençliği ile yaşanan gerilim sonrasında HÖC, “ HÖC’lüler bize karşı şurada, şu zaman şunu yaptı” diye kurulabilecek tek bir cümlenin olmadığını iddia etmişti.
Olayı takip eden süreçte oluşturulan komisyon, gelişmeleri araştırmış; iki tarafı, tanıkları, vb. dinlemişti. Salt o olayla ilgili ortaya çıkan bulgular bile, yukarıdaki iddianın ne denli subjektif bir yaklaşım olduğunu ortaya koydu. Bu konudaki bulgular, süreçte yer alan tüm yapıların bilgisi dahilindedir. Tekrar söylüyoruz, amacımız teşhir değildir. Ancak, politik kimliklerini açıkladıkları halde bir yapının taraftarlarına argo bir üslup da kullanarak saldırmaya devam eden nitelikte bir taraftara sahip olunduğu sürece, bilinmek durumundadır ki, “Ben sol içi şiddetin dışında kalacağım” demek, şiddetin dışında kalmaya yetmiyor. Bu nedenle, kurultay olsa da olmasa da her yapı öncelikle şiddeti doğurma potansiyeli taşıyan içsel dinamikleri subjektivizme düşmeden tespit etmeli, varlığını kabul etmeli ve üstüne gitmelidir. Örneğin, sadece kendi örgütlenmesini proletaryanın temsilcisi olarak görmek; sadece kendini komünist olarak tanımlamak; diğer devrimci yapılarla ilişkiyi sol içi birlik değil, müttefiklik kapsamında değerlendirmek, niyetten bağımsız olarak mesafeyi büyütür.
Devrimci Hareket, proletaryanın birden çok temsilcisinin olabileceğini, devrimci yapıların her birinin buna aday olduğunu, bu nedenle de devrimci yapıları kendine müttefiklerinden daha yakın gördüğünü açıklamış; ilişkilerini bu duruş çerçevesinde düzenlemiştir. Yaşamın çeşitli kesitlerinde yansıyan hoşgörü ve sıcaklığın sebebi budur. Bu gerçekler gözardı edilerek yapılacak değerlendirmeler, bütünüyle grupsal yarar hesabına dayanan yakıştırmalar olmaktan öteye gitmez. Ve sözlü olarak ne denli şiddete karşı görünseler de sahiplerini, yapılar arasında gerilim eken bir konuma düşürür.
Yürüyüş Dergisi, 53. sayısında, “ Saldırıların kaynağında siyaset yasakçılığı, benmerkezcilik, mülkiyetçilik, güçlenmeyi, faşizme karşı mücadelede değil, başka grupların güçsüzleştirilmesinde arayan anlayışlar vardır. ” diyor.
Doğrudur. Ama bu tespiti yapmak, hiç kimseyi söz konusu niteliklerden arınmış kılmıyor. Geçmiş yayınlardan alıntı yapmak da yetmez. Bugün bu niteliklerin varlığını test etme konusunda “çuvaldızı kendimize batırma” açık yürekliliği gösterebiliyor muyuz? Bugün hala siyaset yasağı koyduğuna dair hakkında komisyona şikayet gelen HÖC, sadece dergide yazı yazmayı ve “Biz sol içi şiddete bulaşmamış bir hareketiz” demeyi yeterli görüyor mu? Veya yukarıda tekrar yer verdiğimiz alıntıda görüldüğü gibi, İnönü Alpat gibi gerçekte Devrimci Yol’la hiçbir bağı kalmamış, şahsi ve ölçeksizce yazı yazan birini Devrimci Yol’u eleştirmek için gerekçe yapmak; uyarılarımıza rağmen ÖDP-DY ifadesini ısrarla kullanmak; sol içi dayanışmaya, dostluk ve sıcaklık ölçülerine sığıyor mu?
Doğrudur, İnönü Alpat’ın köşesine konu ettiği Aytekin Yılmaz’ın “İçimizdeki Hapishane” kitabı, devrimciliğe karşı hiç de dostane duygularla yazılmamıştır. Bu anlamda, İnönü Alpat’ın “sol içi şiddet” konusunu, Aytekin Yılmaz’ın kitabını tanıtarak ele alması yakışıksızdır. Ne var ki, Alpat’ın bu tutumunu ÖDP-DY ifadesi üzerinden, Devrimci Yol’la ilişkilendirmek de yakışık düşmemektedir. ÖDP-DY tanımı, doğru ve şık değildir. Daha önce de uyarmıştık; Yürüyüş ‘ün en azından bundan sonra eleştiri için bu türden yollara başvurmaya ihtiyaç duymayacağını ümit ediyoruz.
Genel kabul gören bir olgudur; nedeni ve boyutu ne olursa olsun, siyaset yasağı , gerilimi besleyen ve çatışmalar için kıvılcım oluşturan etmenlerden biridir. HÖC’lü arkadaşların bir alışkanlığı da, siyaset yasağı denince akıllarına Devrimci Yol’u getirmektir. Biz, yine o konuda da “söz yarışı” yapmak, yıllar öncesine gitmek yerine; gelin siyaset yasağını koşulsuz biçimde yasaklayalım diyoruz. Nitekim bunu toplantılarda ifade ettik. Genel kabul gören, “bir yapının kortejine bir başka yapı tarafından bildiri dağıtılmaması gerektiği” önerisi değerlendirilirken de belirttik; devrimcilerin başımızın üstünde yeri vardır; isteyen sadece kortejimizde değil, dergi büromuzda da bildiri dağıtabilir.
Bizim, başka yapıların çalışmasından rahatsız olabileceğimiz hiçbir çalışma alanı yoktur; olmayacaktır.
Yürüyüş’ün, öncellerinde rastladığımız biçimde siyaset yasağını veya sol içi şiddeti Devrimci Yol’la özdeşleştirmeye kalkması halinde, bu önerimizi anımsamasını tavsiye ediyoruz.
Yazdıklarımızın özü, çok daha açık ve kısa ifadesi şudur: Gelin, laf değil iş üretelim; birbirimize tahammülü, sevgi ve saygıyı arttıralım; devrimci yapılarla aynı alanda çalışmanın artıları üzerine kafa yoralım, insanlarımızı bu konuda eğitelim; taraftarlarımızda politikleşme eksiği sebebiyle varolan rekabetçi eğilimleri kaşıyan yayınlar yerine, onlara devrimcileri rakip gibi görmemeyi öğretelim, diyoruz.
Rekabete başvurulmadığında, belki buna yatkın bir kültürle donanmış sınırlı sayıdaki insanı örgütsel çatı altında tutmak daha zor olacaktır. Ama bilinmek durumundadır ki toplam kazançlar çok daha büyük olacak; tek tek yapıların da devrimin de hanesinde kalite artışı gözlenecektir.
Sonuç yerine; biz içsel eğitimde yoldaşlarımıza devrimcileri sevmeyi öğretiyor, yıpratıcı sohbetlerden dahi kaçınmalarını telkin ediyoruz. Bunu, sizin de yapmanızı öneriyoruz.
Sayı 22 (Ağustos – Ekim 2006