Bahadır Deniz
Bugün siyasal zeminde şu veya bu oranda işlev yüklenmiş her yoldaşımız, taşıma su ile siyasal değirmenin dönmediğini, bunun için dünü anlatan nostaljik sohbetlerin de yetmediğini, muhatap olduğu sorunları aşarken, bizzat görmekte, daha somut biçimde ayırdına varmaktadır.
Bilinir ki, birden çok insanla çözülmesi gereken sorunlar; bir paylaşım, bir iş düzeni ve bir çeşit örgütlülük gerektirir. Yani örgütsel uyum, iç disiplin, yol göstericilik, vb. kavramlar salt devrimcilere ait araçlar değildir. Örneğin bir futbol takımının başarısı, teknik direktörün programına olduğu kadar, oyuncuların bir takım gibi hareket edebilme kabiliyetlerine de bağlıdır. Benzer bir durum herhangi bir iş atölyesinde de geçerlidir. Kişisel dirençle, çalışma programını kendi tercihlerine, niyet ve amaçlarına göre eğipbüken, tıkayan kişi, sonuçta oradaki işleyişin düzenin/kimyasını bozar. Bugün birilerinin her vesileyle bireysel özgürlükten söz etmesi, bu gerçekliği değiştirmiyor. Örgütsel yaşamın özgürlüğü gemleyici olduğu, kapitalizmin sömürü ve şiddetine karşı durmak için örgütlü olmak gerekmediği, hatta örgütün bu olumsuzlukları yeniden ürettiği; bugün yaygınlıkla öne sürülen ve aydın/solcu kimlikle varlık gösteren kimi kesimlerce de savunulan fikirlerdir. Bu sonuçta, öznel veya genel pek çok neden etkili olabiliyor. Ancak, en etkili rolün, beyinlere (algılayış ve kavrayışa) yapılan müdahalede, muhakeme yöntemlerinin sakatlanmasında aranması gerektiğini düşünüyoruz.
Bugün şiddetin, otoritenin, sömürü ve istismarın topluca yaşanan hemen her ortamda yeniden üretildiği, sevgili ilişkilerinin bile bundan muaf olamadığı koşullarda; sorunun özüne inmeden, nedenlerini ortaya koymadan ve karşı duruş araçlarını geliştirmeden; “her türlüsü” diyerek, şiddet, otorite, disiplin, vb. karşıtlığını ifade etmek, bunun dışında bir şey yapmamak, gerçekte var olanı (sistemi) güçlendirir ve devamını daha çok mümkün kılar.
Önümüzdeki tablo bir tesadüf değil yoldaşlar; dünya ve ülke ölçeğinde emperyalist ve işbirlikçi pek çok dinamik bu sonuçta iradi rol oynarken, belki de en memnun oldukları ve işlerini kolaylaştıran faktörler; edilgenlik ve örgütsüzlük olmuştur. Sanıldığının aksine egemenler, bugünüyle tavırsızlığı/muhalifsizliği değil, sonuç almayacak tepkileri/karşı duruşları tercih eder. Çünkü bu, aynı zamanda insandaki direnme eğilimlerini yorar, umudu küçültür ve ehlileşme zeminini besler . Bunu bilen egemenler, bu alanda bilimin imkanlarını da seferber etmiş, milyon dolarları esirgememiş ve beyinleri tutsak alma araçlarını dünya ölçeğinde yaygınlaştırarak kurumsallaştırmıştır.
Geçmişte örgütsel yaşam sürmüş pek çok “eski devrimci” nin bugün; diyalektikten, çelişkinin yenileştirici rolünden, zorun kimi durumlarda kaçınılmazlığından söz edildiğinde yüzünü ekşitmesi, söz konusu argümanları aştığından değil, düşünsel dünyasına artık çok farklı argümanları konuk eder durumda olmasındandır. Bu işin panzehiri, Marksizmin doğrularında ısrardır. Böyle bir ısrarın, belki de en az sistemin sözcüleri kadar, geçmişini bir kayıp olarak gören “eski devrimci”lerden tepki alacağı bilinmeli ve onlarla vakit kaybetmektense, halkın milyonlarca olduğu unutulmadan, enerji doğru yere harcanmalıdır.
Hareketimizin yönlendirmeleri, devrimci hafızaya dayanmakta ve bugünü okuyabilme avantajını taşımaktadır.
DEVRİMCİ YOL’UN GÖNÜLLERDEKİ VARLIĞINI BÜYÜTÜP SOKAĞA TAŞIRMAK BUGÜNE KADAR ONU YOKETMEYİ KENDİNE VAZİFE EDİNENLERİN İŞİ DEĞİLDİR
Biz, örgütsel varlık gösterdiğimiz tüm dönemlerde, örgütü bir araç olarak gördük; örgütü fetişleştirmek yerine diğer araçlar gibi değişkenliğini ihtiyaca/ amaca göre biçimlenebileceğini hiçbir dönem gözardı etmedik. Devrimci yaşamı bu biçimde algılamak, aradaki tüm farklara rağmen, diğer dost yapılar karşısındaki duruşumuzu sıcak kıldı. Hiçbir zaman onları rakip veya hareket alanı daraltılması gereken bir oyuncu olarak görmedik.
Sistemden yana güçlü rüzgarlar estiren konjonktürün kimilerini sisteme öykünür hale getirmesi nasıl bir kayıpsa, devrimci samimiyet içerdiği halde, günü okuma konusunda bütünüyle yetenek yitimine uğramış yapıların yoğunlukta olması da bir sorundur/kayıptır.
Bugün artık devrimci yapılar, mitingte yürüttüğü kişi sayısıyla veya dergi tirajıyla değil, üretkenliği ve y
Bugün Devrimci Yolcu olmak büyük bir onurdur. Ama Devrimci Yol, ne salt bir isim, ne de nostaljik bir öğedir. Dünden bugüne uzanan mücadele sürekliliği zemininde kimin ne yaptığı, yarın ne yapacağının da, söylem ve vaatlerdeki samimiyetinin de göstergesidir. Her türlü değer gibi Devrimci Yol ismi de istismar edilebilir, sömürü öğesi olarak işlevlendirilebilir. Hatta ayaklarının altındaki toprağın kaydığını farkeden kimi şahsiyetler, daha önce de olduğu gibi “Yeniden Devrimci Yol” söylemiyle umutları, beklenti ve özlemleri kimi rantlara tahvil etmek üzere istismar edebilir. Ama bizler inanıyoruz ki Devrimci Yolcular hafızasız değildir.
Devrimci Yol’a bugüne dek zarar verenleri de, sahiplenmek için imkanlar ve koşullar üstü emek harcayanları da unutmaz.
Bugün eğer dünkü itirafçılar kıymet kazanmış, meşruymuş gibi ortalıkta koşuşturur hale gelmişse; iddialar, yemek salonlarında içki masalarından yapılıyorsa; emperyalizm dahil sistemin çeşitli kurum ve yapılarıyla uzlaşma zemininde durulduğu halde arada bir Devrimci Yol ismini anmak ihtiyaç haline geliyorsa; bu, istismar kaynaklı bir ihtiyaçtır. İnanıyoruz ki bugüne dek çeşitli vesilelerle, susan ve Devrimci Yol’un ÖDP zemininde tüketilmesine yeterince tavır koyamayan kesimler, dayanma sınırına gelmiştir. Bugüne kadar ki dayanma, bir çeşit fırsat tanıma idiyse, bu fırsatın (kredinin) kötüye kullanıldığını yine en iyi o krediyi verenler bilmektedir. Devrimci Yolculuk eğer zaman aşımına direnen bir nitelikse; ayakta kalan yani bu kez de istismarcıların yakasına yapışmak için işlev görecektir.
Düne kadar “Devrimci Yol konjoktürel bir hareketir” diyenler; onun 1980 öncesinde kaldığına, bugün o isim ve amblemle devam etmenin anlamsızlığına vurgu yapanlar, yıldızlaşan yumruğu, “12 Eylül öncesinde bir derginin amblemi” diye hafife alanlar, bugün yeniden bir devrimci hareket oluşturamazlar. Ama, haklarını yemeyelim; bu alanda samimi biçimde çalışma yapıp, Devrimci Yol’un tüketilmesine izin vermeyen kesimlerin başarısını gerciktirebilir; en azından kimi bulandırıcı çabalarla, dedikodu ve spekülasyonlarla, sahte umutlarla “karıştırıcı” rol oynayabilirler. Tam da bu nokta da, samimi insanlar onların peşinden gitmekten vazgeçmeli; samimi eller desteği kesip, yakalarına yapışmalıdır. Bu, Devrimci Yol’cular için tarihsel bir görevdir.
Bugün hala 1970’li yılların kitleselliğini, dinamizmini anıp, düş eşiğini bu yükseklikte tutanlar, yapılan işleri mitinglerde yürütülen insan sayısını beğenmeyenler olduğunu biliyoruz; hatta bunların büyük çoğunluğunun ya kenarda durduğunu ya da örgütsel zemine dönüş yol ve yöntemlerine bütünüyle uzak düştüklerini de biliyoruz. Ama süreç devam ediyor ve devrimci yaşam kendi taşlarını diziyor. Bütünüyle özelleştirilen, sistem kanallarında ehlileştirilerek tüketilen imkan ve birikimler, elbette ki bir acı sebebidir. Ama görev tükenenin ardından bakmayı, onunla oyalanmayı değil, yola devam etmeyi gerektiriyor.
Süreçteki değişimin ve karşıdevrim güçlerinin saldırganlık ivmesini yükseltmesinin yanlış yorumlanması sonucu, uzlaşmaya daha yatkın, daha kısa erimli (günü kurtaran) duruşların tercih edilebildiğini görüyoruz. Gerçekte ise sermaye, bugün yakaladığı küresel hareket avantajını kullanarak, grev dahil çeşitli silahları düne oranla daha az etkili kılmakta ve sonuçta süreç, devrimci yapıları, daha bilinçli kitlelerle daha uzun erimli amaçlar peşinde koşmaya zorlamaktadır.
Biz Devrimci Yolcuyuz. Sokaklara amblem olmuş değerlerin taşıyıcısıyız. Bugün yine sokakta yıldızı da yumruğu da işlevlendirirken, üzerimize düşen görevlerden biri de teslimiyet, uzlaşma ve uyuşma zemininde Devrimci Yol değerlerinin tüketilmesinin önüne geçmektir. Bu konuda, yüreğinde yıldızlaşan yumruğa yer veren herkese görev düşmektedir. Ehlileşme zemininden yapılan çağrılar artık yanıtsız bırakılmalı, tükenişi örgütleyen deşifre olmuş öznelerin Devrimci yol mirasını sömürme çabaları açığa çıkarılmalı, teşhir edilmeli ve Devrimci Yol’un bıraktığı mirasa yakışan bir örgütlülüğün sınıflar mücadelesinde acilen yer alması sağlanmalıdır.
BUGÜNÜN DEVRİMCİSİ OLMAK
Devrimciliğe adım atma evresi, sisteme karşı muhalif eğilimlerle, karşı duruşlarla başlar. Devrimcilikte nitelik belirleyici kıstaslardan biri de örgütlülüktür. Sisteme karşı refleksler kişisel kaldığı sürece, yaptırım gücü olmayan, yanlış hedefe yönelebilen parçalı duruşlar olarak varlık gösterir. Bu nedenle örgütlülük, kişisel olanın disipline edilerek doğru hedeflere yönlendirilmesidir. Böyle bir çaba örgütlü zeminde de sürer. Örneğin ülkemizde çeşitli sınıf ve tabakalardan (özellikle de küçük burjuva kesimden) gelerek örgütsel çatı altında toplanan bireyler, devrimci kimliğin gerekleriyle tanıştıktan sonra da uzun süre, sınıfsal kökenlerinin onlara kazandırdığı nitelikleri korur, alışkanlıklarını sürdürürler. Kurduğu ilişkilerde, yaptığı esprilerde kaba tarzlara alışkın olanın incelmesi, bencil olanın paylaşıma alıştırılması, sabırsız ve reaksiyoner olanın tahammül yanını geliştirmek, ben merkezci ve ukala olana hoşgörü ve mütevazılık yüklemek zordur.
Bugün sistemin belki de en başarılı olduğu alanlardan biri de beyinleri fethetmektir. Diğer bir ifadeyle fiziken var olmadığı yerde bile varlığını hissettirebilmek, etkisini sürdürmektir. Örgütlü yaşam içerisine sızmayı başarabilmiş tek bir karşı devrimci olmasa dahi sistem varlığını kafalarda sürdürebilir ve bir “ajan”ın yapacağını, ajan kullanmadan da gerçekleştirebilir.
Örgütün öncelikle bir bütünlük ve uyum olduğu düşünülürse, bu nitelikleri bozan hemen her tavrın karşı devrime hizmet ettiği görülür. Hareketimizin başından beri negatif elektrik yayan duruş ve reflekslere karşı tavrındaki katılığın nedeni budur.
Negatif elektriğin panzehiri yoldaşlıktır.
Bugün, hemen tüm ağırlıkların insanları örgütsel yaşam dışına çektiği bu koşullarda, devrimci olmak, örgütsel yaşam tercihinde bulunmak, başlı başına bir değerdir ve güzelliği/sıcaklığı hak etmek için yeterli bir nedendir. Bu bağlamda, örgütsel yaşam zemininde hala, bireysel hesapları öne çıkaran bencilce ve bütünlüğü bozucu davranan, kendini harekete dayatan kişiler, en hafif deyimle süreci anlamamakta ve bugünün devrimcisi olmadıklarını göstermektedir.
Devrimci yaşam bugün öncelikle bir sevgi ve yapılanla barışıklık alanıdır. “Herkes sevgisini yüreğinin büyüklüğü kadar yaşar” derler. Bu ölçü bugün devrimcilikte özellikle geçerlidir. Belki devrimcilik dün de küçük insanların işi değildi; ama, bugün hiç değildir.
Bugünün devrimcisi durduğu yerdeki barışıklığı, hücrelerinin her zerresinde hissedip, bunu (düşman hariç) girdiği her ilişkide pozitif elektiriğe çevirmelidir. Sanıldığının aksine bu, sınıf düşmanlarına karşı bir yumuşama/ esneklik sebebi oluşturmaz; düşmanını daha iyi tanımayı ve tanınan düşmana daha bilinçli (daha etkili) yöntemlerle karşı durmayı beraberinde getirir.
Bugünün devrimcisi olmak; bugünü doğru okumayı, düşmanı da dostu da bugünün ölçülerinde tanımlamayı gerektirir.
Sayı 18 (Ağustos – Ekim 2005)