Demokrasi ve özgürlük egemenlerin ağzında sakız gibi çiğnendikçe beyinleri çelmeleyecek yanılsamalara dönüşüyor. Demokrasi deyince seçim, özgürlük deyince tüketim algılattırılıyor. Seçim zamanı geldiğinde sandıklar sıralanarak insanların oy atması istenir. Sandık demokrasisinin tam bir tuzak olduğu son günlerde Ortadoğu’da yaşanan isyanlardan net bir biçimde anlaşılıyor. Seçim zamanı geldiğinde halk sandıklara yönlendirilirken 30-40 yıllık diktatörler büyük farkla zafer ilan ediyor. En son Tunus, Mısır, Yemen vb. son yapılan seçimlerin sonuçları incelendiğinde diktatörlerin büyük farkla seçimleri kazandıkları görülecektir. Halkın oyuyla on yıllardır seçilen kişiler nasıl oluyor da şimdi isyan hareketleriyle gönderilmek isteniyor? Acaba seçimler sadece bir aldatmacadan mı ibaret? Burjuva kalemşörlerin; Ortadoğu’da böyle şeyler olur, onlar demokrasiyle tam olarak tanışmadı ki biçimi ndeki söylemleri, aslında emperyalist-kapitalist sistemdeki ayıplarını kapatmaya dönük bir çabadır. Oysa metropol kapitalist ülkelerdeki burjuva demokrasilerinin de özü itibariyle Ortadoğu’da yaşananlardan hiç farkı yok. ABD, İngiltere gibi ülkelerin parlamentolarında on yıllarca birkaç partinin temsil ediliyor olması bir rastlantı değildir.
Egemenler seçimleri, halkın iradesini açığa çıkarmak için değil; iktidarlarını sürdürebilmenin, bir aracı olduğu için tercih ederler.
Egemenler, seçimlere ezen ile ezilen arasındaki çelişkileri ve sınıf mücadelesini maskelediği için önem atfederler. Böylelikle halkın sandığa giderek sanki vereceği oyla yönetenleri belirleyebileceği yanılgısı, karşılaştığı saldırılara daha kolay rıza göstermesine yol açar. Sadece sandığa oy atma aşamasında hatırlanan halk belirleyen değil, tescil eden, onaylayan konumuna düşürülür.
Kısacası; sandığa atılan oy ile saldıktan çıkan kişinin ilişkisi seçim süreçleriyle sınırlı kaldığı için herhangi bir sorumluluk veya hesap verme anlayışı da olmaz.
EMPERYALİZMİN ‘UCUZ İŞGÜCÜ’ VE ‘MODEL ÜLKE’ PROJESİNDE ÖNEMLİ BİR DÖNEMEÇ: SEÇİM
Emperyalizmin kriz sürecinde yeni yönelimleri arasında Ortadoğu’nun reorganizasyonu öne çıkmaktadır. Enerji kaynakları üzerinde tam denetim kadar nakil yollarının da kontrol altına alınması önemlidir. Çin, Rusya gibi aktörlerin ekonomik anlamda bölgede yaptığı girişimlerin de yarattığı rahatsızlık yeni hamleleri zorunlu kılıyor. Bugün Ortadoğu’nun ateşi o kadar yükseldi ki 30-40 yıllık diktatörler birbiri ardına ıskartaya çıkarılıyor. Somali, Sudan, Tunus, Yemen ve Mısır’da isyanlar kendiliğinden başlasa da emperyalizmin selin önüne set çekmektense yönünü çevirerek istediği kanallara akıtmaya çalıştığı görülüyor. Ortadoğu’yu önemli kılan bir başka boyut ise kapitalist sisteme tam olarak entegre edilememiş olmasıdır.
Mevcut kaynakların halkı baskı altında tutmak için kullanılmasının yanı sıra bölgede pazar ilişkilerinin, tüketim alışkanlıklarının gelişkin olmaması da değişikliğe gidilmesini zorluyor.
Kriz dünya ekonomilerini sallamakla kalmayıp üretim maliyetlerinin daha da aşağı çekilmesini zorunlu kılmaktadır. Çin, Hindistan gibi ülkelerin kriz sürecinden güçlenerek çıkmaları emperyalistler arası rekabetin sertleşmesine yol açtı. ABD’nin enerji kaynakları üzerinde denetim dışında ucuz üretim konusunda da rekabete girmekten başka çıkar yolu kalmadı. ABD’nin Türkiye için düşündüğü üretim üssü modeli tam da bu ihtiyacı karşılamaya dönük bir çabanın ürünüdür ve geniş bir coğrafyaya yayılacaktır. ABD’nin de estirdiği rüzgarı arkasına alan AKP’nin Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar’da yürüttüğü görüşme trafiği sonuç vermeye başladı. Türkiye yükselen güç olarak algılattırılmaya çalışıyor. Ucuz üretim üssü planının hayata geçirilebilmesi için seçimlerden sonra yeni bir anayasa hazırlanacaktır. Bu yolla tarımın bitirilerek yedek işgücü ordusu yaratmanın yanında, çalışma yaşamı kuralsızlaştırılarak Türkiye ucuz ve örgütsüz işgücü cenneti haline getirilirken, toplum faşizmin renginin daha da koyulaştığı baskı yasalarıyla zaptı- rapt altına alınmaya çalışılacaktır.
Türkiye için hazırlanan ‘Ilımlı İslam’ gömleğinin son provaları da tamamlanıp Arap haklarına model ülke olarak sunuluyor. AKP’nin sekiz yıldır ABD’nin konsolosluğu gibi çalışarak nerede ihtiyaç varsa orada devreye girerek, çeşitli görevler üstlenmesi kamuoyunda ‘Eksen kayması’, ‘Yeni Osmanlıcılık’ biçiminde algılandı. İsrail’e kafa tutmak, İran’a sahip çıkmak vb. aldatmacasıyla Arap halklarına Türkiye model ülke olarak algılattırılmaya, ayar verilmeye çalışılıyor. Uşaklık konusunda öncelleriyle kıyaslanamayacak düzeyde ileri gitmiş, BOP’un önemli bir figüranı haline gelmiş mevcut siyasi partinin seçim döneminde hemen gözden çıkarılması pek mümkün gözükmüyor. Emperyalizm açısından yeni rolünün provaları bitmek üzereyken ve AKP kendisine biçilen rolün zirvesindeyken vazgeçileceğini düşünmek büyük hata olur.
BURJUVA PARTİLERİN OY AVCILIĞI UĞRUNA SÖYLEMEYECEĞİ YALAN, VAADETMEYECEĞİ ŞEY YOKTUR
İster genel, ister belediye hangi seçim olursa olsun burjuva partileri sandıktan galip çıkmak uğruna yalan, boş vaat, demagoji vb. pek çok araç ve yöntemi kullanıyordu. Sıkça tanık olduğumuz odun-kömür, gıda, beyaz eşya, para, altın, cennette tapu vb. bu döneme özgü vaatlerdi. Bugün oy uğruna tüm devlet kadrolarının parti üyesi gibi seferber edildiği, yeşil kartlıları güncelleme adı altında halkın şantaj ve tehdide maruz bırakıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemin belki de en önemli özelliği faşizmin maskesini atarak oy isterken halkı korku, tehdit, baskı, şantaj vb. yöntemlerle yıldırarak gerçek yüzünü daha fazla sergilemesidir. Darbe mi Şeriat mı? AKP mi CHP mi? İkilemine sıkıştırılarak saflaştırılan halkın ehven’i şer’e rıza göstermesi isteniyor.
Burjuva partilerinin seçim startını basın açıklaması ve mitinglerle verdiğini düşünmek yanılgıdır. Aslında ilk adım ekonomik alanda atılıyor. AKP, rakamlarla oynayarak ekonominin iyi gittiğini hatta Türkiye’nin diğer ülkelere örnek gösterildiğini söylüyor. Emekçilerin sofrasındaki kırıntılara dahi göz dikmiş olan egemenler hazırlıkları tamamlanmış pek çok saldırı yasasını seçim dönemlerinde beklemeye alıyorlar. Referandumdan Genel Seçimlere kadar geçecek süre yargı üzerinde gerekli düzenlemelerin tamamlandığı bir dönem olarak görülmelidir. Genel seçimler sonrasında ise uluslar arası tekellerin ihtiyaçları temelinde; ormanlardan, akarsulara, topraktan madenlere kadar mülkiyet değişimi görülmemiş düzeyde artacaktır. Bugün torba yasa adı altında süren hazırlık seçim sonrası halkı nelerin beklediğini görmek için küçük bir prova niteliğindedir. Yakın zamanda esnafa, köylüye vb. borç erteleme, yeni krediler açma gibi günü kurtaracak adımların ardından seçim atmosferine girildikçe seçim rüşveti ayyuka çıkacaktır. AK P’nin, ekonomik alanda seçime kadar bir kaza yaşamazsa sandıktan oylarını artırarak çıkması beklenmelidir.
AKP’nin, siyaset tarzı istismar, demagoji ve mağduriyet üzerine kurulmuştur. Burjuva partilerinin seçim yatırımlarından biri de hitap ettiği kesimlerin taleplerini karşılamak yerine istismar etmektir. Son günlerde gündemi sıkça meşgul eden konulara bir göz atıldığında simgeler üzerinden halka mesaj verilmeye çalışıldığını rahatlıkla görebiliyoruz.
AKP, içki ve sigara satışının, tüketiminin daha da zorlaştırılması üzerinden tabanına harama karşı mücadele ettiği mesajı veriyor.
Diğer yandan heykel tartışmalarının yeri ve zamanlaması da dikkat çekicidir. Erdoğan, Kars ziyareti sırasında Türk ve Ermeni halklarının barışını temsil ettiği söylenen heykeli kastederek “ kaldırın şu ucubeyi” demişti. MHP’nin uzun yıllardır yapmaya çalıştığını AKP’nin tamamlayacak olması milliyetçi tabanı kazanmaya dönük seçim yatırımı olarak görülmelidir. AKP’nin derdi gerçekten çevre düzenlemesi, görüntü kirliği olsaydı bahsi geçen heykelden önce gökdelenleri, nükleer santralleri vb. kaldırması gerekmez miydi?
AKP’nin dikkat çeken bir başka atağı çok ince hesaplandığı görülen hapishanelerden tahliyeler oldu. AKP, bu atağıyla birçok hedefi aynı anda vurmaya çalıştı. Birincisi, uzun tutukluluk süreleri Türkiye’nin hem AİHM’de ceza almasına hem de hükümetin ‘ileri demokrasi’ söylemine gölge düşürüyordu. Devrimcilerin hüküm giymeden yıllarca tutuklu kalması çoktan kanıksanmıştı ancak Ergenekon vb. davalardan hapishanede olanlar dikkatleri bu yöne çekti.
İşte tam da bu dönemde hükümet uzun tutukluluk sürelerine karşıymış görüntüsü altında tahliyeleri başlattı. Hizbullah gibi cinayet ve işkence şebekesinin lider kadrolarının da bırakılmış olması toplumda infiale yol açtı. Böylece on yıl herhangi bir hüküm giymeden yatan insanların hapishanelerde ömrünü tüketmesi sessizce yasalaşmış halkın Hizbullah umacısıyla korkutulup mevcut duruma rıza göstermesi sağlanmış oldu. İkincisi, AKP ateşi kendisi tutmak yerine Yargıtay’ı öne atarak hem gelen tepkilerden korunmuş, hem de yargıyı tartıştırarak daha fazla yıpranmasını sağlamış oldu. AKP böylece Meclis’te Yargıtay’a yapılacak müdahale öncesinde elini güçlendirmiştir. Üçüncüsü, Hizbullah’ın tabanına göz kırparak seçim yatırımı yapmıştır. Hizbullah’ın Derneği olduğu bilinen Muntazaf-Der’i AKP milletvekillerinin ziyaret etmesi pazarlıkların açıktan yapıldığını gösteriyor.
Seçimler yaklaştıkça burjuva partilerinin birbirlerinin nasırına basarak daha fazla oy toplamaya çalışacağı görülüyor. Özellikle AKP’nin mağduru oynayarak seçimlerden başarıyla çıkma yönteminin çıtasını daha yükseğe çıkaracağı açıktır. İsrail, Ortadoğu vb. üzerinden sahte pehlivanlığa soyunurken içeride halkın açlığını sömürerek sadaka siyasetini sürdürecektir.
CHP’ye çekilen operasyonun sonuçları artık politik argümanlarına yansımaya başladı. Belediye seçimleri döneminde çarşaf ve kuran kursu açılımı yapma iddiasıyla, istismarda AKP’den aşağı kalmayacağını göstermiş oldu. Kılıçdaroğlu referandum döneminde partililere “ İçki içmeyin camiye gidin!” diyerek girilen yolda her şeyin mubah olduğunu ilan etti. CHP bugün Tarikat açılımına Kürt açılımını da ekleyerek istismar çıtasını daha da yükselteceğini gösterdi.
Kılıçdaroğlu’nun Sosyalist Enternasyonal’de yıldızının parlatılması, AB büyükelçileriyle ve özellikle ABD büyükelçisiyle yaptığı gizli toplantılar, pazarlıklar ardından artık seçim sonrasında emperyalizm açısından CHP’yi de AKP’nin muadili olarak sürece hazırlıyor. Böylece bir yandan AKP’ye gözdağı verilirken diğer yandan alternatifini de hazırlamaya başlamış oluyor. AKP’nin yüzü halk nezdinde yıprandığı noktada emperyalizm elinin altında alternatifini bulundurur.
Emperyalizm komünizmle mücadele adı altında yeşil kuşak projesini hayata geçirirken ülkemizde de komünizmle mücadele dernekleri üzerinden dinciliği, ırkçılığı büyüttü. Devlet tarafından beslenip büyütülen bu cinayet şebekeleri bir çok katliamın uygulanmasında kullanıldı. Maraş, Çorum, Sivas, Gazi vb. binlerce insanın katledilmesinde aktif rol alan bu kesimler reel sosyalizmin çözülmesi ardından artık ayak bağı olmaya başladı. Globalizm adı altında sömürünün ve talanın katmerleştiği günümüzde uluslararası tekellerin işbirlikçiye dahi tahammülü kalmamışken yeni-sömürge ülkelerde milliyetçilik tasfiye edilmeye başlandı.
Milliyetçilik adı altında on yıllarca emperyalizme uşaklık etmenin de bugün tasfiyeyi engelleyemediği görülüyor. Emperyalizmin yeni dönemdeki planları arasında MHP’nin yer almadığı ve tasfiyesi için düğmeye basıldığı görülüyor. Emperyalizmin tercihlerine uygun olarak seçimlerde iki partili bir meclis oluşturulmaya çalışılacaktır. Tahterevalli gibi düzenlenecek olan parlamento da birbirinden farkı kalmamış düzen partileri emperyalizmin bölgeye dönük atacağı adımların hızlandırılmasında daha aktif rol alacaktır.
SEÇİMLER VE SOL
Reel sosyalizmin dağılmasıyla sosyalist ideolojinin geçici de olsa geri çekildiği koşullarda işçi sınıfı ve ezilen halkların örgütlülük ve moral değerleri dibe vurdu. Marksizm’in geçmişte mahkûm ettiği pek çok akım yeniden pıtrak gibi yaygınlaştı. Anarşizm, Troçkizm, Feminizm vb. kişilerden başlayıp zamanla örgütlü yapılara kadar sızdı. Solun on yıllar boyunca çeşitli bedeller ödeyerek mücadele sonucu edindiği deneyimler, ölçekler, normlar tahrip edilerek zamanla yerini büyük ölçüde burjuva ve küçük burjuva ideolojisinin değerler sistemi aldı. Geçmişte solun ezberi dediğimiz pek çok rafine bilgi, değer bugün adeta yeni baştan keşfedilerek, solun dağarcığına eklenmek zorunda kaldı.
Egemenler solun seçimlere katılmasını ister mi? Evet. Muhalif olan kesimlerin tepkilerini kontrol altında tutabilmek için başvurulan yollardan biri de sistem içi kanalları açık tutmaktır. Sürgit baskı, şiddet belirli bir aşamadan sonra etkisini yitirmeye başlar. Türkiye gibi faşizmin kurumları aracılığıyla toplumu baskı altında tuttuğu ülkelerde meclis, seçimler, anayasa vb. göstermelik olarak vardır. Seçimler, asıl karar alan mekanizmaları gizlemek için yapılır. Solun ezberlerinden biri de hükümetle iktidarın aynı şey olmadığıdır.
Meclis’te bir gecede onlarca yasa maddesinin paketler halinde sabaha karşı adeta kapkaç yaparcasına geçirildiğine sıkça tanık olduk. Milletvekillerinin sadece ellerini kaldırıp indirerek dekordan öteye geçmediğini gördük. Meclis iç tüzüğünde yapılan değişikliklerle birlikte artık herhangi bir gruba bağlı olmayan milletvekilinin kürsü hakkı bile elinden alınmıştır. Grubu olanların konuşma süreleri ise milletvekili sayılarına göre sınırlandırılmıştır.
Bu durumda sol meclise girebilse bile eli kolu bağlı izleyici konumundan öteye gidemeyecektir.
Sol’da siyaset yaptığını söyleyen pek çok kişi ve kurum seçim yaklaştıkça birlikten, ittifaktan bahsetmeye, yazıp-çizmeye başlıyor. Saf tuttukları yere göre en doğru seçeneğin kendileri olduğunu diğerlerinin ise bir yanılgı içinde olduğunu uzun uzun anlatıyorlar. Seçim heyecanı arttıkça bazı yapılar iktidara yürüdüğünü söylerken, kimileri de baraj sorunlarının olmadığını çeşitli formül ve hesaplarla kanıtlamaya çalışıyor. Seçim tarihi yaklaştıkça trenin kalkmakta olduğu binemeyenlerin çok şey kaybedeceği sık sık söylenir. Seçime sayılı günler kaldığında ise basıncın dozajı artırılarak devrimcilere tarikat, birliği parçalayıcı, narsist vb. söylemlerle küfredilir.
Solun uzun süredir unuttuğu birlik, ittifak gibi kavramların anlamı nedir? Solun ezberlerinden biri de birlik ve ittifaklar meselesidir. Birlik, aynı sınıf temsilcilerinin; ittifak ise farklı sınıf ve tabakaların temsilcilerinin belirli bir amaç etrafında tanımlı ve ilkeli bir şekilde bir araya gelmeleridir. Programsız, ilkesiz, sadece kime kaç milletvekili verileceği üzerinden yürütülen tartışmalar kısa vadeli çıkar hesaplarına dayanır. Bu durum solu ilerletmek bir yana aradaki mesafenin daha fazla büyümesine yol açar. Bugüne kadar tanık olduğumuz seçim ittifaklarının akıbeti de bundan farklı olmamıştır.
Seçimlerde sol adına bir araya gelen yapıların sandıktan çıkmak dışında, hangi ilke ve amaçlarla bir araya geldiklerini anlamak pek mümkün olmamıştır. Programı incelendiğinde pek çoğunun yol arkadaşlarıyla çeliştiği biliniyor. Sandıkta ortaklaşmak dışında, hangi mücadele programı üzerinde ortaklaştıkları ve hangi pratik adımları attıkları da bilinmiyor. Halkımızın çeşitli sorunları hakkında ortak ne tür somut çözümler ürettikleri ve üretecekleri bilinmiyor. Bir birliğin yada ittifakın omurgasını oluşturacak sorular hakkında ortak bir sözü olmayanların, geçici yol arkadaşlıklarından, ileriye taşınabilecek somut bir sonuç da çıkmayacaktır. Seçimde bir araya geleceklere bazı sorular eşliğinde hatırlatma yapmakta fayda olduğunu düşünüyoruz:
Emperyalizme karşı mücadele edilecek mi? Nasıl?
AB emperyalist mi? Öyle ise AB demokrasisinin halkımıza ne faydası var?
NATO’dan çıkılacak mı?
IMF, DB ile her türlü görüşme ve anlaşma iptal edilecek mi?
Başta İncirlik olmak üzere emperyalistlere ait üsler kapatılacak mı?
İç ve Dış borçlar ne olacak?
Tekellere karşı tutum ne olacak?
Köylülüğün borçları ne olacak?
Gençliğin eşit, demokratik ve bilimsel eğitimi nasıl sağlanacak?
Diyanet ne olacak?
Ordu’nun ve polisin yapısı ne olacak?
Özelleştirmeler son bulmakla kalmayıp işçi ve emekçilerin bugüne kadarki mağduriyeti giderilecek mi? Nasıl?
İşçi ve emekçilerin örgütlenme özgürlüğü ve sosyal hakları nasıl düzenlenecek?
Seçimlere abartılı anlamlar yüklenip meclis kutsanıyorsa orada bilinçler çelmeleniyor, derinlik kayboluyor demektir. Bir önceki genel seçimlerde bağımsız adaylığın tek başına bir değer olmadığını söyleyerek eleştirmiştik. Kısa süre içinde görüldü ki adaylar, meclise bir kez kapak attığında önce oyunu aldıkları kesimlerden sonra da içinden geldikleri yapıdan bağımsızlaşıyorlar. ‘Meclise ufuk gerek’ sloganlarıyla yolcu edilen Ufuk Uras’ın anayasa paketi oylamasında kullandığı evet oyu sonrası, AKP’lilerin tümünün onu ayakta alkışlaması, ufku Ufuk Uras’a kadar daralanların trajedisi olmuştur. “…Bilinir ki devrim hedefinden uzaklaşanlar seçimi keşfeder; seçimi keşfedenler de sistemi keşfeder.” (Devrimci Hareket yayınları, Seçim sürecinde Türkiye, s.30)
SEÇİMLERDE DEVRİMCİ TAVIR
Seçim süreçleri halkın duyargalarının daha fazla açıldığı dönemlerdir. Burjuva partileri demagojik söylem ve boş vaatler eşliğinde halkı kandırmaya çalışırken; devrimciler açlığın, yoksulluğun sorumlusu olan sistem değişmedikçe hiçbir sorunun gerçek anlamda çözülemeyeceğini anlatarak halkın hem beynine hem de kalbine girmeye çalışmalıdır.
Devrimciler hiçbir aracı baştan reddetmez. Önemli olan hangi ihtiyacı karşılayacağıdır. Seçimler söz konusu olduğunda da içinden geçilmekte olan sürecin ihtiyaçları çerçevesinde hareket edilir. Seçimler konusunda devrimcilerin tavrı hiçbir zaman değişmez değildir. Sınıf mücadelesi sürdükçe koşullarda değişecek ve geçmişte uygun bulunmayan bir araç uygun hale gelebilecektir. Bu işin ABC’sidir ancak hiç kimse ben istedim oldu yada ‘dün dündür bugün bugündür’ diyemez. Hiçbir araç keyfi kullanılamayacağı gibi bazı araçlar sınıf mücadelesinde ortaya çıkabilecek köklü değişiklikler sonucu kullanılabilir hale gelebilir.
Halkın sistemin elma şekerlerine kanmadığı, farklı çözüm önerilerine açık olduğu koşullarda sandığı işaret etmek reformizmin bataklığına saplanmaktır.
Her seçim döneminde seçime katılanlar Fatsa örneğine atıf yaparak kendi duruşlarını olumlamaya çalışır. Hatta işi abartıp Fatsa’yı aştıklarını ciddi ciddi söyleyen ve kendi sesiyle motive olan kesimlerle sıkça karşılaşırız. Söylemlerin içinin boş olduğu kısa süre içinde anlaşılmakta ancak bir sonraki seçimde benzer iddialarla tekrar ortaya çıkmaktadır. Öncelikle belirtelim ki Fatsa bir seçim başarısı değil Direniş Komiteleri’nin çiçek açtığı yerdir.
Direniş Komiteleri’nin yaygınlaşıp artık sistemin kurumlarının devre dışı kalarak halkın sorunlarını oluşturulan komiteler aracılığıyla çözdüğü bir örgütlülük üzerinden yükselen bir başarıdır Fatsa.
İşte o yüzden Fatsa; sadece seçime girerek yakalanacak bir başarı olmadığı gibi seçimden galip çıkılsa bile gerçek anlamda örgütlü olunmayan bir yerde sonuç almanın da mümkün olmadığını gösteren önemli bir örnektir. Örgütlü bir halk yaratılamadıkça Fatsa’yı aşmak da mümkün olmayacaktır.
Devrimciler başarıyı sadece gösterdikleri adayların seçilmesiyle ölçmezler. Sol adına seçildikten sonra burjuva partilerinin milletvekillerinden farkı kalmayan kişiler yüzünden halkın sol düşünceye karşı güveni de umudu da azalıyor. Seçim sürecinde devrimci tavır ne olmalıdır sorusuna daha önceki yayınlarımızda sıkça değinmiş bu konuda turnusolumuzun ne olduğunu ifade etmiştik:
“Bizler, bir adayı destekleyeceksek, öncelikle somut programımızı, taleplerimizi götürür, onun programı/vaatleri ile kıyaslar ve oluşan çakışma oranında durumu değerlendiririz. Desteklemek için yeterli ön koşul oluşmuşsa destek verir ve sonuna kadar takipçisi oluruz. Taleplerimizin yerine getirilmesi için gerekeni yaparız. Umutların boşa çıkarılmasını, beklentilerin ve verilen desteğin istismar edilmesini görmezden gelmez; hesap sorarız. Bu, her platformda böyle olmak zorundadır.
Devrimciler, yaşamın her alanında planlı, programlı hareket eder, seçimleri ‘bir hatır işi’ olarak değil, bir mücadele alanı olarak görür ve devrim hedefini yok saymadan o an’a özgü tutumunu belirler. Hiç kimse bizi bu genel doğrudan sapmaya, kendi dar hesaplarının ve çıkar ortaklaşmalarının destekçisi olmaya zorlayamaz. Ortada bir yanlış varsa; bu, ilkesiz ve kof birliktelikte ısrar etmek ve halkı yanlış yönlendirmektir.” (Seçim sürecinde Türkiye, s.28)
Seçimler söz konusu olduğunda boykotta etkili bir çalışma yöntemidir. Seçimleri sadece sandığa gitmek biçiminde algılamak yerine sandığa gitmemenin de bir tercih olduğu halka gösterilebilir. Kriz derinleştikçe halka çıkarılan fatura da kabarıyor. Krizin patlak verdiği günlerde kapitalist ülkelerde elde olan sınırlı kaynaklar ekonomiyi kurtarmak adı altında tekellere peşkeş çekildi. Trilyon dolarlarca kaynak kısa süre içinde buharlaştı. Krizin günlük hayata etkileri arttıkça işsizlik, enflasyon, borçlanma, icra vb. insanların üzerine kâbus gibi çöktü. Dünyanın her yerinde krizden en çok etkilenen kesimler başta işçi sınıfı ve gençlik olmak üzere sokağı ısıtmaya başladı. Avrupa’da Yunanistan, İspanya, İngiltere, Fransa vb. grevler, mitingler, sokak gösterileri birbirini izlemeye başladı. Son olarak Tunus isyanı devrimci bir önderlikten yoksun olsa da tüm Ortadoğu halklarını özgürlük, adalet, eşitlik talepleriyle işbirlikçi iktidarları titretecek bir noktaya getirdi. Ülkemizde de krizin etkilerinin üstüne GSS, Anayasa Paketi, Torba yasa, 2B yasası vb. saldırıları eklendiğinde adeta sonuçlarından etkilenmeyen kesimin kalmayacağı bir sürece giriliyor. Kırıntılarla yaşamaya çalışan halka örgütsüzlük, güvencesiz çalışma, baskı, terör dayatılıyor.
Kriz anları karar anlarıdır! Devrim aşaması, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği; yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmek istemediği dönemlerdir. Kitlelere kılavuzluk edecek, onlarla beraber yürüyecek bir yapının olmadığı koşullarda biriken enerji sistem içi kanallarda eriyip barutunu tüketir. Kriz anlarında devrimcilere düşen görev halka sandığı işaret etmek değil; farklı bir dünyanın kapılarını aralamaktır. Devrimcilik ise halka güvenerek; halkla birlikte engebeli, dolambaçlı da olsa zorlu yolları yürümeyi göze alabilenlerin işidir.
SEÇİM ÇARE DEĞİLDİR!
KRİZ ANLARI KARAR ANLARIDIR!
TEK YOL DEVRİM!
Sayı 32 ( Mart – Mayıs 2011)