Yaşayabilmek için kendini dönüştüremeyen insan doğayı dönüştürme yoluna gitmiştir. Başlangıçta toplayıcılıkla (bitki kökleri) yaşarken, koşullar alet kullanmasını zorunlu kılınca (avlanmak ve vahşi hayvanlardan korunmak) taş, sopa, mızrak, ok gibi aletler geliştirerek hem kendisini korumayı başarmış hem de yiyecek ihtiyacını daha kolay karşılama olanağını kazanmıştır. Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte barınma ihtiyacı ortaya çıkmış, önceleri kerpiç sonraları ağaç ve taştan yararlanarak daha sağlam yapılar inşaa edebilmiştir.Tarımın gelişmesiyle daha geniş alanlar ekilip biçilir hale gelmiş, vahşi hayvanların bir kısmı evcilleştirilerek et, süt, giyinme, kimi zaman barınma ihtiyaçları karşılanmıştır. Toplumsal ilerleme arttıkça insanın doğaya üstünlüğü de artıyordu. Tarım aletlerindeki gelişme çok daha geniş alanları ekime açabiliyor, hayvan yetiştiriciliği artıyor, madenlerin çıkarılıp işlenmesi ve kullanıma sunulması, zanaatçılığı yaygınlaştırıp geliştirmiş ev araç- gereçleri, silahlar, daha sağlam yapılar yapılabilmiştir.
Kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte bütün yer altı ve yer üstü kaynaklar yağmalanmaya başlanmış, özellikle sömürgeleştirdikleri yerlerdeki tüm zenginlikler insanları da köleleştirilerek anayurda taşınmıştır. Yağma ve talan öyle bir noktaya gelmiştir ki önceleri ormanlarla dolu olan Afrika kıtası kısa bir sürede çöle çevrilmiştir. Amerika kıtasının sahibi olan kızılderililer soykırıma uğratılmış, milyonlarcası katledilmiş, katliamdan kurtulanlar ise daha da vahşi bir şekilde altın, gümüş gibi değerli madenlerin çıkarılması için maden ocaklarına doldurulup öldüresiye çalıştırmak suretiyle azar azar ama daha çok eziyet edilerek katledilmiştir. Fabrika sistemine geçişle birlikte hammadde gereksinimi korkunç boyutlara ulaşmıştır. Üretim katlanarak büyümüş bu dengesiz büyüme anayurtlarda da çevrenin tahribini, fabrika atıklarının sulara ve çevreye karışmasını hızlandırmış böylece adım adım çevre felaketleri artmaya başlamıştır.
Tekelci aşama da kapitalist azgınlık kudurganlık seviyesine gelmiş milyonlarca canlı türünün soyu tükenmiş, ekolojik denge bozulmuş, ozon tabakası delinmiştir. (2001 yılında Şili’nin bir kentinin üzerindeki ozon tabakasının delindiği televizyonlara yansıdı) Kapitalizmin buna cevabı çevreyi kirleten tüm sanayi dallarını yarı ve yeni sömürge ülkelere kaydırarak yönetsel işkollarını kendi metropollerinde yoğunlaştırmak olmuştur. Böylece kar hırsına gem vurmak yerine daha fazla kar ve tahrip edilebilecek daha büyük coğrafyalara yatırımlarını kaydırmıştır. Kapitalizmin talanı böyle giderse tüm yer altı kaynaklarını tüketecektir. 2000 Yılı maden rezervlerinin beş katı büyüklüğünde yeni rezervlerin bulunabileceği varsayımıyla hammaddeler için aşağıdaki tüketim süreleri hesaplanıyor. (kaynak; Yarın dergisi s,12-13)
- Demir: 173 yıl
- Kömür: 150 yıl
- Nikel: 96 yıl
- Manganez: 94 yıl
- Krom: 72 yıl
- Kurşun: 64 yıl
- Kalay: 61 yıl
- Alüminyum: 55 yıl
- Petrol: 50 yıl
- Çinko: 49 yıl
- Bakır: 48 yıl
- Civa: 45 yıl
- Gümüş: 42 yıl
- Altın: 29 yıl
Verilerinde gösterdiği gibi kapitalizm kendi türüyle birlikte milyonlarca canlı türünün de sonunu hazırlıyor. Kapitalizmin temeli artı-değerdir ve bundan dolayı sınırsız kar hırsları bu duruma gelinmesini sağladı, belki şöyle sorulabilir; daha az kar edilerek bir nebzede olsun rahatlama sağlanamaz mı? Buna cevabımız olumsuz olacaktır. Çünkü diyelim kapitalizmin bir sanayi kolunda böyle bir uygulama gelişti, bu kez diğer sanayi kolları doğacak boşluğu dolduracak ve bu kez onlar daha çok kar elde edebilecektir. Peki her sanayi kolunda böyle bir şey olsa diyecek olursanız yine cevap olumsuzdur. Çünkü kapitalist şirketler hem yatay (başka sanayi kollarıyla) hem de dikey (kendi sektöründeki başka şirketler) rekabet halindedir bundan dolayı hepsi birbirinin ayağını kaydırmaya çalıştığı için bu öneride olumsuz yanıtlanacaktır ya da bunların hepsi gerçekleşse bile bu kez de boşluğu mali sermaye dolduracak faiz ve spekülasyon yoluyla piyasayı istediği gibi şekillendirecektir. Ozon tabakasının delinmesine ve bu konudaki tehdidin devam etmesine rağmen, sera gazlarını (sprey, parfüm.vb) yasaklamaya ya da sınırlamaya dönük toplantılar birbiri ardına fiyaskoyla sonuçlanıyor. Kapitalist devletler birbirini suçluyor. Kârlarının düşeceği endişesiyle anlaşma yapmaktan kaçıyorlar. Japonya’da imzalanan Kyoto Anlaşması da ABD engeline takıldı; bebek ölü doğdu. Durum böyle olunca kapitalist sınırlar içinde reformcu düzenlemelerle sonuca ulaşılabileceğini sanan grupları da eleştirmek gerekiyor. Çevreciler olsun, Hayvan severler olsun, bir noktada kadın hareketleri olsun bu hataya düşüyorlar. Kapitalist sistem yıkılmadan ve yerine artı-değerin sömürüsünü kaldıracak bir sistem yani komünizm gelmeden bu sorunların hiç birisi çözülemez.
Peki artı-değer sömürüsünün kalktığı komünizmde bu sorunlar yumağı nasıl çözülecek? Kapitalizmin mekanizmasının kar hırsı olduğunu belirtmiştik. Örneğin ABD’nin silahlanmaya ayırdığı bir yıllık ödenekle dünya da aç insan kalmazdı veya çölleştirilmiş Afrika kıtası belki de onlarca kez ağaçlandırılabilirdi. Fabrikaların atıkları çevreye bırakılmayıp depolanıp bacalarına filtre takılsa çevre kirliliği azalırdı. Hayvanları koruyacak doğal park alanları geliştirilse belki sayıları tükenen milyonlarca canlı türü geri getirilemezdi ama milyonlarcasının daha yok olması önlenebilirdi. Örnekler çoğaltılabilir.
Sorunun kaynağı artı-değerin sömürülmesi üzerine kurulu kapitalizmdir, çözüm ise üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla birlikte artı-değer sömürüsünün ortadan kaldırılmasını sağlayacak olan komünizmdir.