Dünya ölçeğinde devrimcilerin/sosyalistlerin karşılarına çıkan problemleri çözme konusunda yaşadıkları zorlanma, emperyalizmin daha planlı, daha kapsamlı ve inceltilmiş yöntemleri içeren saldırıları ile daha da büyümüş ve 70 yıllık sosyalist deneyimin en sorunlu döneminde dahi rastlanmayan biçimde solu etkisizleştirmiş, dünden bugüne uzanan deneyimler toplamını tarihsel bir devamlılık içinde bugüne taşıyabilme konusunda bir tıkanma gözlenir olmuştur. Kuşak kopması olarak da adlandırabileceğimiz bu durum, büyük oranda iradi bir çabanın ürünü olarak ortaya çıkmış, dünün değerlerini bugüne taşıyabilme potansiyeli olan kadroların sistem tarafından çeşitli biçimlerde etkisizleştirilmesi sonucu gerçekleşmiştir.
On yıllar boyunca adım adım gerçekleştirilen aşınma/erime sonrasında bugün, dün için hiçbir yapının savunmayacağı; ayıp/yanlış ve hatta savrulma sayılan kimi fiiller, örgütlü biçimde savunulur ve hayata geçirilir olmuştur. Dergimizin 16. sayısında belirttiğimiz gibi AB’yi savunmak; bu savrulmanın, ölçek kaymasının dışavurumlarından sadece biridir. Solda sadece Irak süreciyle beraber ortaya çıkan bütünleşme, saflaşma ve ayrışmalar, sorunun büyüklüğünü gözlemlemek için yeterli veri sunmuştur. Hatırlanacak olursa, ilk etapta oluşturulan “Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu”nun divan olarak görev alan organında; dün devrimci zeminde varolma şansı bulamayan Troçkizm’in, Feminizm’in ve Anarşizm’in etkisi gözlenmiş ve hemen her tutum ve kararda, “devrimci ve radikal yapılar” olarak bilinen (ki “devrimci” tanımı bizce yeterlidir) yapıların ya frenlenmesi, sınırlanması amaçlanmış ya da bu yapılarla aynı çatı altında olma durumundan pek memnun olunmadığı, her vesile ile bir biçimde yansıtılmıştır. Sonuçta ABD’nin işgali tamamlayıp, savaşın bittiğini açıklaması ile eş zamanlı olarak, çeşitli yapıların “Koordinasyon”un miadını doldurduğunu, savaşın bittiğini iddia edip çekildiğini, süreci şu veya bu oranda izleyen herkes anımsamaktadır. Bunun devamında eş zamanlı olarak içinde yer alınan Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) bir çeşit turistik örgütlenme olarak rol alırken; aynı zamanda, devrimcilerle (ve tabii örgütlenme ve değerleriyle) daha utangaç biçimde yollarını yapılara hareket sahası açma, meşru gösterme konusunda da işlev yüklenmiştir.
Son olarak 8 Mart etkinlikleri öncesinde yapılan görüşmeler ve yaşanan ayrışma, yukarıdaki tanımlarımızı güçlendiren bir gelişme olmuştur. Ayrı bir kutlama düşünen ve bunun için tek başına adım atan BAK, devrimcilerle yapılan görüşmelerde bir arada hareket etme, ortak üretip ortak uygulama niyeti olmadığını açık biçimde ifade etmiş; yaşamsal duruşu itibariyle uzak olmadığı ve bir çeşit “dirsek teması” halinde bulunduğu yapılarla ise, 5 Mart’ta Kadıköy’de ortak kutlama örgütlemekte güçlük çekmemiştir. Bu organizasyonun en dikkat çekici yanı, feministleri barındırması değil; BAK’la (ÖDP’yle) önemli mesafe ve çelişmeleri varmış gibi görünen yapıların gerçek tercihini yansıtmış olmasıdır. Tartışmalı, inişli, çıkışlı bir sürece ihtiyaç duyulmadan hızla yaşanan saflaşma, devrimcileri de “feminist yapıların tercih ve normları dışında” bir kutlamaya yöneltmiştir. Bu çerçevede oluşan platformda da ilk görüşmeden sonra, ortada böyle bir öneri, hazırlık, vb. olmadan EKB’nin tek başına Kadıköy için başvuru yapması, “devrimci” olmak ortak paydasında saflaşan platformun zaafını ele veren ilk belirti/gelişme olmuştur. Yapılan tartışmalar sonucunda EKB, bu tutumunda anlaşılmaz bir biçimde ısrarcı olmuş; bu durum, diğer devrimci yapıları, başka bir seçeneğe (Saraçhane-Beyazıt) zorlamıştır.
Dikkatimizi çeken ve devrimci-demokrat kamuoyu ile paylaşmak istediğimiz bir diğer gelişme de 6 Mart günü sabah saat 11:00’de (o saatlerde, Saraçhane’ye polis saldırısı bitmiş ve kitle dağıtılmıştı) Özgür Radyo ‘nun verdiği haberlerde, emekçi kadınların Kadıköy’e çağrılması, Saraçhane-Beyazıt mitinginden ise hiçbir biçimde bahsedilmemesiydi. Yani 10’u aşkın devrimci örgütlenmenin yapmakta olduğu miting, o saatlerde Özgür Radyo için bir haber niteliği taşımamıştır. Bunun neden ve yorumunu kamuoyuna bırakıyoruz. Her devrimci yapının sık sık birlikten, dayanışmadan, ortak hareketin öneminden söz ettiğini biliyoruz. Ancak niyeti, pratik denen turnosol ele veriyor ve ne yazık ki bu gelişmeler, henüz “bir” olmak, dostunun omzunu kendi omzundan ayırmadan yürümek için erken olduğunu, yani böyle bir gelişme ve olgunluk halinde olunmadığını gösteriyor.
Bu arada itiraf etmeliyiz ki 3 Mart’ta Önder Babat yoldaşımız için katledildiği yer ve saatte yaptığımız anmaya devrimci dostlarımızın katılım biçimi ve oranı, bizleri devrimci dayanışma/sahiplenme adına umutlandırmış, tüm negatif örnek ve duruşlara rağmen, devrimci değerlerde ısrar yönünde bir eğiliminde boy vermekte olduğunu göstermiştir.
6 MART SARAÇHANE VE BEYAZIT SALDIRILARI DOĞRU OKUNMALIDIR
Bilindiği gibi polis, 6 Mart’ta sabah saatlerinde Saraçhane’ye gelen kitleyi gazlı ve coplu saldırı ile dağıtmış; daha sonra Beyazıt’ta toplanıp kutlama yapan kitleye de ikinci bir saldırı gerçekleştirmiştir. Dikkat edilirse, saldırı, kimilerinin iddia ettiği ve gerekçelemeye çalıştığı gibi, miting alanında oluşan herhangi bir gerilim, vb. nedenlerle olmamış, aksine çeşitli verilerin gösterdiği gibi polis, başından beri saldırı amaçlı gelmiş ve saldırısını planlı biçimde gerçekleştirmiştir.
Bizler, meseleyi AB açısından değerlendirecek değiliz. AB konusundaki yaklaşımımız bilinmektedir. Ancak, o gün saldırı sonrasında yaptığımız açıklamada da belirttiğimiz gibi, saldırıyı yapanların kimliğinin gerekleri ile “ehlileşen sol”un gayretleri, duruş ve ölçekleri arasında birbirini tamamlayıcı/güçlendirici bir ilişki olduğunu düşünüyoruz. Süreç, bir ayrışmayı/saflaşmayı zorluyor. Üstelik bu saflaşma, kabaca reformizm-radikalizm ikilemi üzerine oturmayacak. Aksine, bir taraftan sistem kendi solunu yaratırken, diğer taraftan devrimciler de amaç-araç ilişkilenmesini doğru biçimde değerlendirebilme ve sınıflar mücadelesini öznellikten uzak karşılayabilme oranında, kendi içinde ya bütünleşerek, daha ileri bir duruş sergileyecek ya da bir iç ayrışma orada da söz konusu olabilecektir.
Bilinir ki sınıflar mücadelesi çok kapsamlı bir alandır; ne tek bir yapının hareket alanına ne de pratiğin salt bir biçimine (dar pratikçilik) sığdırılabilir. Devrimciliği salt kendine yakışık görmek, devrimi de salt bir yapının ürünü olarak gerçekleşebilecek bir final olarak kurgulamak; sistemin bencillik ve rekabet tuzaklarından yakasını kurtaramamış türden bir devrimciliğin varlığına işarettir.
Devrim, büyük ve zor bir iştir. Ve öncelikle çok özneli, çok boyutlu, yaşamın her alanını kapsayan bir mücadele tarzını gerektirir. Bu yolda her şeyi kendi aynasında değerlendirmek; rekabet ve öznellik; özgürlüğün en tam biçimi olan nihai amaçla bağdaşmaz. Hatta öznelliğin çapı fazlaca zorlandığında, yapılan çalışmalar, devrimin değil, aktivite halindeki öznenin ihtiyaçları çerçevesine kadar daralabilir. Böyle bir kavrayış aşılmadığı ve devrimci yapılar, atacakları her adımı gerçekte ortak havuza akan bir kazanım olarak algılamadıkları sürece, temenni edilen seviye ile yakalanmış olan seviye arasında ciddi bir açı var olmaya devam edecektir.
Bugün, Saraçhane ve Beyazıt’taki saldırılarla ilintili sonuçlar çıkarılacaksa; bunun için, yeterince direnç gösteremeyen, kaçışan gençlerin tek tek tavırları ölçü olmamalı; aksine, ortaya çıkan sonuçlar,yapıların devrimcilik ve siyaset tarzı üzerinden değerlendirilmelidir. Her eylem gerçekte, devamı olduğu politika bağlamında değer/önem kazanır. Buna rağmen eylem psikolojisi içinde, heyecan, vb. reflekslerin tetiklemesi sonucu bazen eyleme kendinden menkul değerler biçilir. Eğer bugün eylem sonrasında, kimi genç insanlar, eylemin bütününü değil de kendisinin ne yaptığını bir futbol maçı heyecanıyla anlatıyorsa; bu, çeşitli nedenlerle anlaşılır bir durumdur. Önemli olan, söz konusu gençlerin; bizlerin dostu, yoldaşı olduğunu bilmek ve atılacak adımlarda, siyaset yapıcı özneler olarak gerçekliğimizin bilincinde hareket etmektir. Bu yapıldığında, sanıldığının aksine, eylem grafiğinde; kararlılık, vb. niteliklerde bir düşme yaşanmaz. Kaldı ki devrimciliği salt kararlılık, cesaret, vb. açılardan değerlendirmek veya diğer bir ifadeyle devrimcilerin kararlılığına kuşku düşürmek zaten doğru değildir.
Devrimciler, sahip olduğu kimliğin içerdiği değerler gereği zaten olgun, gösterişe ihtiyaç duymayan, doğru bir amaç için gerektiğinde bedel ödemeye hazır; bu bağlamda cesaret sorunu olmayan insanlardır. Tanımı doğru yapmanın pratikte doğru bir duruş için yeterli olmadığını biliyoruz. Ama, doğru tanım, gerçekliğini kabul etmek ve öznellikten sıyrılmak, önemli bir aşamadır ve daha ileri adımlar için bir çeşit ön şarttır.
NATO sürecinde yaptığımız bir değerlendirmeden aktarıyoruz:
“Devrimcilerin taşın suyunu sıkarcasına övünç sebepleri aramaya ihtiyacı yok/olmamalıdır. Devrim anlayışı, örgüt anlayışı ve çalışma tarzında taşınan önemli farklara rağmen, hemen her yapının Okmeydanı’nı salt “başarılı bir savaş karesi” olarak ve çok benzer bir üslupla aktarması, ideolojik-politik hat ile fiili duruş arasındaki çelişmeyi ele veriyor. Kaldı ki hemen her yapının geçmişinde, övünç sebebi olacak, destansı pek çok pratik vardır. Değişen koşullar, gelişen teknoloji, araç ve yöntemlere de yansır. Ancak öz, her zaman korunur. Devrimciler, en güçlü olduğu dönemlerde dahi, iktidar güçleriyle karşı karşıya gelinen her alanı, güç testi için bir sınav yeri olarak görmemiştir. Ama en zor koşullarda dahi (hapishanede veya dağda) fiziki teması mümkün kılan bir yaratıcılık ve cesaret örnekleri sergileyerek zarar vermeyi başarmıştır.” (Devrimci Hareket, 14. sayı)
1 Mayıs öncesinde 8 Mart sürecinin yukarıdaki veriler ışığında doğru ve objektif değerlendirmelere tabi tutulacağı; 1 Mayıs’a Marksist öğretinin de gerektirdiği biçimde, rekabet ve gösteriş kültürüyle değil, gereklilikler ve gerçeklikler temelinde hazırlık yapılacağı inancıyla tüm devrimci dostlarımıza, omuzbaşımızda yer açıyor; yürek ve bilek kardeşliğinde ısrarımızı yineliyoruz.
09 Mart 2005