“Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
— halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı —
ölüyor insanlarımız
— ne kadar çok —
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz…”
Ankara’nın ortayerinde bu coğrafyanın güzel yürekli insanlarının yan yana geldiği bir alanda, kan emici yarasaların çığlığıyla geldi hainliğin sesi. Ve bir kuş sürüsü havalandı bizlere bakarak, özlemlerini bırakarak, özlediğimiz yarınlarda buluşmak üzere.
7’den 70’eydiler… Kanatlandılar yüreklerinin yüklerini koyup avuçlarımıza, acı bir haykırışla. Kanatlarındaki baharı onlardan çalan hain pusuya bakarak havalandılar. Düşlerini gerçek kılma andını kanlarıyla yazarak. Bizler okuduk o andı. Tüm sevdiklerine vedaydı bakışları.
Umuttu onlar. Deniz’di, Önder’di, Dicle’ydi, Veysel’di. Daha nice dopdolu yürekti. Emekçi semtlerin sokaklarına tadını, dokusunu, ruhunu veren, şenliği getiren cıvıl cıvıl kuşlarıydı onlar. Vardiyaların, sıraların, atölyelerin, amfilerin, ovaların, dağların, ayrı dillerin, ayrı tenlerin aynı türküleriydi onlar. Kadındı, erkekti, kürttü, türktü, aleviydi, sünniydi, ateistti, işçiydi, memurdu, köylüydü, öğrenciydi, esnaftı onlar. Yüreği insan sevgisiyle zengin, tek vücut binbir yürekti. Dilsizlerin dili, elsizlerin eli, sesi ve benliği, yok sayılanların haklı haykırışıydı onlar; halkın vicdanıydı/aklıydı.
Halkın vicdanına, aklına kastettiler.
Günler ağır. Bu ağır günlerin yükünü taşımaya yeminliyiz. Sözümüz var, o güzel bakışlı kuşlara. Özgürlüğe çırpılan kanatlara sözümüz var. Gidenlerin düşlerine leke düşürmemek için daha bir itinayla yürünecek yollar. Saflar sıklaştırılacak. Daha da ustalaşacağız dostu düşmandan ayırmakta. Ucuz sözlere kanmayacağız. “Barış” arayacaksak eğer, “hangi barış”, “kimin barışı” soracağız. Onların barışı bizi katletmekten geçiyorsa, bizim barışımızda onlardan hesap sormaktan, mücadele etmekten geçecek. “Barış”ın da sınıfsal bir karşılığı var, özgürlük, demokrasi ve eşitlik kavramları gibi. Bunu biliyoruz.
Giden kuşlarımız yürek iklimimizde fırtınalar kopardılar. Bizlerin gönül bahçesine binbir tohum ektiler gidişleriyle. O tohumlara cansuyu verdi gülüşleri. Yüreğimizde görünmez enerjiler mayaladılar. Kabına sığmaz oldu yüreklerimiz. Bir insandan kaç insan çıkar sorusunun “sonsuz” olduğunu öğrettiler. “Zor”unlu koşullarda insanın kaldıracağı yükün sınırı olmadığını, gidenlerimizin hayal bahçelerini boş bırakmamak için daha çok yük almanın gerekliliğini bizlere gidişleriyle gösterdiler. O güzel yürekli özgürlük kuşlarının, yarının güzel yürekli insanlarına bırakmak istedikleri özgür dünya, şimdi bizim omuzlarımızda. Elimizde nöbet değişiminden kalma miting meydanının kanlı bayrağı var. Unutmayacağız hiçbir olanı. İçimizdeki ağrıyı öfkeyle bütünleyip, ölümsüzlüğe uğurladığımız kuşlarımızın düşlerini doğan güneşe nakşedeceğiz hergün.
Katliamlar, halkın umudunu yormak ve onu teslim almak için yapılır. Eğer halkın umudu yorgun düşerse, halkı sömürülecek, suyu sıkılacak bir aparat olarak gören zalimler, iktidarlarını sağlamlaştırma adına daha fazla kan döker. Bu şekilde sonuç aldıklarına inanırlar.
Katliamlarla, korkuyu toplumsallaştırıp yeni baskı ve sömürü yasalarını hayata geçirecek zeminler yaratmaya çalışırlar. Halkı katlederek, sindirerek, halkı hafızasız kılmaya çalışırlar. Bu coğrafyanın devrimci-demokrat ve yurtseverleri halkın hafızasıdır. Tarihsel bağları dünden bugüne taşıyan halkalarıdır. Devrimci, demokrat, yurtsever emekçilerin hedef seçilmesi tesadüf değildir. Patlayan her bomba halkı kör, sağır, dilsiz ve bilinçsiz kılmak içindir.
Baskı, tutuklama, infaz ve katliam, ideolojik hiçleştirme ve boyun eğdirme aygıtlarının yetmediği yerde devreye girer. Eğer bilinçlere takmaya çalıştıkları kelepçeler tarihsel devrimci bakış açısıyla parçalanıyorsa, bileklere metalinden konmak istenir. Halkın hafızası halktan koparılıp dört duvar arasına hapsolmak istenir. Bu yetmiyorsa fiziki varlığı ortadan kaldırılarak, yok edilerek halka korku salmak amaçlanır. Bu sömürünün olduğu her yerde böyledir. Tıpkı tecritte tutulan Raf militanı Ulrike Meinhof’un Alman devleti tarafından hücresinde katledilmesi gibi.
Ancak katillerin şahının hesaba katmadığı bir şey vardır. Tarihsel akış, tek tek kişilerin varlığı dışında sınıfsal bir kimliği, duruşu ve ortak aklı işaret eder. Bu nedenle devrimci yüreklerin yaşam pratiği ve eylemi, halkın haklı ve meşru kavgasında, sınıf savaşımında toplanır.
Bizler Spartaküs’ü, Pirsultan’ı, Bedrettin’i, Mustafa Suphi’yi, Deniz’i, Mahir’i, İbo’yu, Mazlum’u birbirine bağlar ve onların ayak izlerinden geliriz Ali İsmail’e, Ethem’e ve Berkin’e. Suruç’ta halkların kardeşliğidir parçalanmak istenen. Kürtçe bir ağıda dönüşür Cizre hepimizin yüreğinde. Buzdolabına koyduğumuz canlarımız, zulmün onursuzluğudur, bizimse onurumuz. Soma’nın kömür karasıdır alnımızdaki ortak yazı. Bundandır kopmaz bağlarla bağlıdır, sınıf kardeşliğinin güçlü bilekleri birbirine. Bundandır unutmaz halkın hafızası dostu da, düşmanı da. Soma’nın yetimi elbet anlayacak Cizre’deki öksüzü ve Ankara bir yemine dönüşecek hafızamızda. Anımsayıp o günü;
“Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı :
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı…” diyeceğiz
Musolini’nin, Hitler’in bugünkü artıklarını, halkın nihai adaletiyle karşılayacak. Geleceğin güzel yürekli kuşlarına borcumuzu ödeyeceğiz. Gezi Amed, Amed Gezi olacak. Halklar barışı sosyalizmi yaratırken inşa edecek. Yeryüzüne nihai “barış”, geleceğe uğurladığımız kuş sürülerinin açtığı sınıfsız, sömürüsüz, özgür dünyanın yolundan dikenli tellere, katliamlara inat yürüyen milyonların elleriyle gelecek. Ve büyük ustanın dediği gibi;
“Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır…” (N. Hikmet)