Devrimcilik, Antonie de Saint-Exupery’nin,
“Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak,
tırtıllara da değer vermemiz gerekir”
sözlerindeki öngörü, sabır ve diyalektiktir.
Aşk, yaşam ve devrimcilik tanımlarımız birbirini tamamlamalı
Nasıl ki denizi şarkıdaki gibi bulut, gemi, yosun ve balık diye ayrıştırıyor; bulutuyla gemisiyle balığıyla yosunuyla deniz olamıyorsak; Deniz Gezmiş gibi yaşamı bir bütün halinde devrimcileştiremiyorsak; aşkı, kavgayı ve yaşamı da birbirinden ayrıştırıyoruz. İçini doğru dolduramıyor, sonra da alternatifini üretemediğimiz şeyi taklit etmeye başlıyoruz. Mülkiyet ilişkilerini, bireyciliği, yarış ve rekabeti farklı bağlam ve kamuflajlar içinde yeniden üretiyoruz. İlişkilerimiz sevgi, ilgi ve güven üretmiyor. İşte tam da bu nedenle, devrimcilik üzerine konuşmaya, yazmaya devam etmeli; en karanlık tariflerin yapıldığı, en koyu kuşatmaların yaşandığı koşullarda dahi şafağa inanabilmeli, yanılgıların yılgınlık üretmesine izin verilmemelidir.
Devrimcilik, insanlaşmanın en yoğunlaşmış biçimidir
Devrimcilik, ne bir nostalji, ne bir alışkanlık ne de taraftarlık meselesidir. Devrimcilik, sisteme tepeden tırnağa alternatif bir kimliktir. Bu kimliğin içini/gereklerini salt kavgayla doldurmak olası değildir. Evet, devrim mevcut sistemin bir bütün halinde yıkılmasıdır; ama bu yıkıma alternatifin eşlik etmesi şarttır. İşte bu yıkım ve üretim sürecinin emekçileri olan devrimciler, aynı zamanda kimlik oluşturma, taşıdıkları kimliği somutlama sorumluluğu taşır. Bu, anın sosyalizmidir; sınıflı toplum engellerini aşıp gelecek ufkuyla hayatı örgütleyebilmektir; dayatılan hiçliğin ve çaresizliğin yenilgiye uğratılabileceğinin programatik ifadesidir.
Geçmişten öğrenmek veya salt birikim devri yetmez
Evet, dünden bugüne ezilenlerin mücadelesi ve değerleri adına oluşan tüm birikimlerin önemi vardır; ama bu birikimler güncellenmeli, yeni üretimlerle geliştirilmelidir. Koca bir dünyadan, yaşamın bir bütün halinde yeniden üretilmesinden söz ediyoruz. Eksik noktalar var, bakış açısında kör noktalar oluşabiliyor. Bunun için kavga nasıl yetmezse, komün de yetmez. Tekrara düşmemek ve sistemi taklit etmemek için her konuda alternatifimiz olabilmelidir.
Alternatifini üretemediğimiz her konuda ister istemez var olanı taklit ederiz. Ahlak söz konusu olduğunda, feodal yanımız devreye girer. İş yaşamında patronumuzu, aşk yaşamında türk filmlerini, disiplin denince ilkokul öğretmenimizi, seçimde burjuva partileri örnek alırız. Tam da bu nedenle yani parçayı bütünden ayırdığımız, örneğin kişisel yaşantımız ile devrimci/kolektif yaşantımızı birbirinden kopararak yaşadığımız için, adeta iki ölçü, iki yaşam biçimi içinde olduğumuz (gidip geldiğimiz) için, devrimciliğin avantaj ve imkanlarını hayatımızın bireysel noktalarına taşıyamıyoruz. Ve sonuçta dünyayı değiştirmek için yola çıkanlar, bireysel problemlerine yenik düşüyor.
Devrimcilik, imkansızı istemektir
Devrimcilik, bugüne dek tanımlanan doğruların da ülke sınırlarının da içine sığmamak, Che gibi imkansızı istemektir. Ancak bu “ha” deyince ulaşılacak bir nitelik değildir. Salt niyet etmek yetmiyor. Bunun için gerek fikri gerekse fiili hiçbir emekten kaçınmamak gerekiyor.
O zaman görülecektir ki devrimcilik, boş vakit işi veya bir hobi değil bir yaşam biçimidir. Bu, “Biliyoruz” deyip geçiştirilecek bir kapsam, gerekleri günlük akılla tanımlanacak bir olgu değildir. Uygulamada ısrar ve her an üretim gerektiren bir yaşam tercihidir. Bazen hobiye ayırdığımız zaman kadar bile devrimciliğe zaman ayırmıyoruz. Ondan sonra da gerek anlama gerek yapma gerekse hissetme konularında eksik kalıyor, motivasyonumuzu kaybediyoruz.
Lenin, “Komünizmin gelecekteki sonuçlarını gerçekleşmiş sayarak hareket etmek, 4 yaşındaki bir çocuğa yüksek matematik öğretmeye benzer,” der. Çoğu kez bir disipline hatta yanlış bir disiplin anlayışına indirgenen devrimcilik, bırakalım insanlara daha ileriyi çağrıştırmayı, aksine soğuk ve itici geliyor. Bu nedenle ancak çok sınırlı kesitlerde ve mecbur kaldıklarında yanımızda oluyorlar. İnsanlar bilmediği, anlamadığı dolayısıyla da içtenlikle bağlanmadığı bir yerde neden sürekli bulunsun? Bunun için neden vakit veya emek harcasın; neden bedel ödemeyi göze alsın?
Devrimciliği doğru anlatmak için “evren, doğa, gerçeklik devrimcidir” demek yetmiyor. Devrimciliğin gerekleri gibi artılarını, avantajlarını insana kazandırdıklarını, insanı nasıl güzelleştirdiğini, hayatın her noktasında ihtiyaç olan bir yöntem kazandırdığını anlatabilmek, somutlayabilmek gerekiyor.
Devrimcilik, hayatı doğru ve derinlemesine kavramaktır
Hayatı doğru ve derinlemesine kavramak, biçimle yetinmeme ve öze inebilme şansı verir. Marks, “gerçek ile görüngü (yani öz ile biçim) aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı” der. O halde devrimcilik, öze inebilme ve dokunabilme şansı veren bilimselliktir. Biçimin ardındaki özü görebilme kabiliyetidir; azla, verilenle veya görünenle yetinmemek, yaşamı anlamlı ve doyurucu bir duruşla karşılamaktır.
Çok alanlı, çok yönlü ve çok çeşitli olan mücadeleyi dar pratikçi bir anlayışla tekleştirip salt kavgaya indirgediğimizde, belki bizden iyi bir dövüşçü olur ama iyi/yeterli bir devrimci olmaz. Çünkü savaşın sıcak çatışmalardan ibaret olmaması gibi sınıflar mücadelesi de salt yumruk atmaktan ibaret değildir.
Devrimciliği doğru ve yeterli anlatamadığımızda, kalıcı ve istikrarlı sonuçlara ulaşmamız zordur. Düşünün ki insanlardan, bugüne dek sistem tarafından öğretilen her şeyi terk etmelerini istiyoruz; ama bunu üç cümlelik ajitasyonlarla veya “iyi dövüşçü” olduğumuza dair fotoğraflar vererek yapmaya çalışıyoruz.
Matrix filmindeki gibi insanlara eğer kırmızı hapı seçerlerse dünyalarının değişeceğini, yepyeni ufuklara doğru yol alacaklarını söylemek devrimcilik için ilk adımdır; ama bu adımla yetinildiğinde, her şey sözde kalır ve insan nasıl yaşıyorsa öyle düşüneceği için, bu ilk adım iyi bir sohbet olmaktan öteye gitmez.
Bir şeyi yapmak için onu çok sevmeliyiz
Evet, dünden bugüne tüm birikimleri taşıyacağız. Ve bu birikimler güncellenmeli, yeni üretimlerle geliştirilmeli ve eksikler giderilmelidir. Kendimizde yapamadığımız değişimi toplumda yapamayız. Kendimizin sevip benimsemediği bir şeyi halka sevdiremeyiz. Che, tam da bu nedenle, “bir şeyi yapmak için onu çok sevmelisin” der.
Devrimcilik sathında hafife alınabilecek hiçbir iş yoktur, çünkü devrimcilik başlı başına büyük bir iştir. Değişirken de değiştirirken de dövüşürken de alternatif üretirken de işimizi ciddiye almak durumundayız. Artık hayatın her noktasında karşımıza örgütlü olarak çıkan sistemle baş etmenin yolu, devrimciliği bir yaşam biçimi edinmek ve hayatın her noktasında direnci de alternatifi de geliştirebilen bir duruşa sahip olmaktır.
Devrimcilik; artılarını, tadını, anlam ve onurunu kendi içinde taşıyan bir kimliktir; yalnızca dövüş, yalnızca bedel, yalnızca çirkinliklerle mücadele değildir; insanlığın en ileri değerleriyle bugünden tanışmak, kapitalizmin meta ve mülkiyet kokuları yerine insanlık kokusu solumak ve düşlerinin peşinden gidip gerçekleşmesini sağlamaktır. Che’nin, “Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir” derken kast ettiği budur.
Bahadır Deniz