Kadın sorunu, tüm insanlığın sorunudur
Kadınlara yönelik, sınıfsal baskı ve cins eşitsizliği biçiminde iki yönlü bir esaret söz konusudur. Tam da bu bağlamda sorun, kapitalizm içinde iyileştirmeler (mesela yasa karşısında eşitlik) ile mi yetinilsin yoksa yeni bir toplum mu kurulsun meselesidir. İşte bu nedenle kadın sorunu proleter devrimle, devrimin içeriği ve amaçlarıyla doğrudan ilintilidir. Ve yine bu nedenle kadın sorunu, Clara’nın da belirttiği gibi tüm insanlığın sorunudur.
“Kadınlarınız yoldaşlarınız olmadığı sürece, siz erkekler zincirlerinizi kıramayacaksınız!” diyen ve “Kadın ve Sosyalizm” kitabını Clara’dan önceki tarihsel kesitte (1879) yazan August Bebel, kadının tam özgürlüğünü ve eşitliğini savunur. Bu, sınıflar mücadelesinin yöntemsel açıdan doğru kavranışının ifadesidir. Bu kavrayış, tüm sömürülenleri, baskı ve esaret altında olanları yani ezilenleri aynı sınıfın tanımı altında toplar, mücadelesini ortaklaştırır.
İşte bu yöntemsel gereklilik ve sınıflar mücadelesinin zorunlulukları Clara Zetkin’e, Lenin’e atfen aşağıdaki cümleyi kurdurur.
“Lenin, özgürlük isteyen kadınları, hatalı bir yol olan erkek ve kadın arasında bir savaşım yapılması yoluna sürükleyen feminist eğilimleri tümüyle reddetti. O, kadınları özgürlüğe kavuşturacak biricik yolun, güçlüklerle dolu ve dikenli olan sosyalist proleter devrim yolu olduğunu gösterdi.”
Kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz
Tarihsel araştırmaların da gösterdiği gibi mademki kadın, özel mülkiyetle beraber erkeğin mülkü haline gelmiş ve giderek emek açısından da erkeğin kölesi, sistemin ucuz işgücü olmuş; o halde üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet kalkmadan, kadının tam anlamıyla eşit ve özgür bir konuma geçmesi, bu köklü değişimin yaşanması/tamamlanması olası değildir.
Bu durum, kadının kurtuluşunu ezilen diğer halk kesimlerinin kurtuluşuyla aynı mücadelenin parçası haline getirir. Tam da bu nedenle, kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz.
Lenin’de ifadesini bulan bu perspektif, Rusya’da Bolşeviklerin teorisinde de pratiğinde de gösterilmiş, etkili olmuştur. Bu bağlamda, proleter kadınlar için “İşçi Olarak Kadın” adlı ilk Rusça broşürün Lenin tarafından değil yoldaş eşi Krupskaya tarafından yazılmış olması bir tesadüf değildir.
Kadınlar, doğru perspektif ve Bolşevik yolgöstericilikle Sovyetler’de, onlara o güne dek yüklenmiş olan “ikincillik”, “yedek güç” vb. sınırlamaları aştı ve “yalnız hasta ve yaralılara bakan hemşireler ve levazım işlerinde örgütçüler olarak değil, Kızıl Ordu saflarında politik komiserler olarak, düşmanın kurşun yağmuru altında çarpışan erler olarak da belirdiler.” Sonuçta görüldü ki, “İnsanın insan tarafından sömürülmediği ve esaret altında tutulmadığı koşullar içinde kadın yalnız evinin çıkarı için yaşayamaz. Kadın, eşit haklı bir üyesi olduğu yeni toplumun aktif bir yaratıcısı, tam yetenekli işçisi olmalıdır.” (bkz: Clara Zetkin, Lenin’in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyeti)
Feminizm; mücadelenin içeriğinde daralma, hedefte öznellik
Eğer insanın özgürlüğünü sınırlayan bir kilit, bir kelepçeyse kapitalizm; sosyalizm bu toplumsal tutsaklığın pek çok kilidinin açıldığı bir özgürleşme sürecidir. Bu süreç, niteliği (çözmesi gereken sorunların çeşitliliği ve karmaşıklığı) gereği birden çok alanda birbirini tamamlayan mücadeleler dizisini gerektirir. Dolayısıyla her tutsaklık, neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınmayı, gerçek sebebe dokunan bir çözüm üretmeyi gerektirir. Genel anlamda feministlerin ise, patriyarkayı ayrı bir sistem olarak gördüğünü ve onun cisimleştiği erkeğe karşı mücadeleyi temel aldığını söyleyebiliriz.
Düşünün ki devrimciler, bugün verdikleri tüm mücadelelere ve gösterecekleri tüm çabalara rağmen sorunların çözülemeyeceğini (belki iyileştirmeler olacağını), devrim sonrasında ekonominin yani maddi yaşamın siyaset ve kültürle eşgüdüm halinde organize edildiği bir süreçten geçmek gerektiğini söyler. Bu kapsamlı çaba ve bilimsellik dururken, örneğin kadının özgürleşme mücadelesini erkeğe karşı kimi önlemler derecesine indirgemek, en azından hafife almaktır.
Sosyalizm, eşitsizliklere, baskı ve sömürüye sebep olan maddi zemini değiştirme sürecidir. Nasıl yaşıyorsa öyle düşünen insana, güzelliğin sözü de fiili de öğretilir, yaşayarak görmesi sağlanır.
Sosyalizm, hem kapitalizmden kalma yoksunlukları giderir hem de yeni yoksunlukların üretilmediği bir yaşamı örgütler.
Feminizm, sonucu nedenden koparır ve biçimsel çözümler arar
Feminizm, nedenlerin üzerinden atlayarak biçimsel çözümler aramak; köklü çözümleri kota, ceza artırımı gibi yöntemlerle ikame etmektir. Gerçekte ise, binlerce yıllık sınıf ilişkilerinin biriktirdiği eşitsiz ve adaletsiz toplumsal rol ve konumlanmanın, gerek ruhta gerek bilinçte kazınması, geri silinmesi binlerce yıl değilse de birkaç kuşak sürebilir.
Çelişkiyi kadın-erkek çelişmesine, mücadeleyi kadın-erkek mücadelesine indirgemek, onu da kadının erkeğe karşı örgütlenmesi olarak görmek, o en dar anlamdaki (en acil) ihtiyacı bile karşılamaz. Yani cinayetleri bile önlemez. Tersine, nasıl ki Kürtlere dönük milliyetçiliğin geriletilmesi için Türklerin de katılımına ve çabasına ihtiyaç varsa; kadının ezilmesine karşı mücadelede erkeğin rolüne de ihtiyaç vardır. Bu, emek-sermaye mücadelesi/karşıtlığı gibi uzlaşmaz değildir. Çünkü erkek ile kadın arasında fark ve çelişme olsa da asıl hedef sermayedir, sistemdir, iktidardır. Ona karşı, kadın ve erkek aynı sınıfın yoldaşlarıdır. Bu sınıfsal kardeşlik, onlar arasındaki farkı/çelişmeyi uzlaşır kılar.
Bağımsız örgütlenmeler, bugünün ihtiyaçları açısından bilgi, bilinç ve hassasiyet oluşturmak ve alınabilecek hakların kazanılması açısından rol üstlenebilir. Ama bu tür araçların bile son tahlilde başarılı olabilmesi için proletarya partisinin yönlendirmesine, kapsayıcı/bütünleştirici çalışmalara ihtiyaç vardır. O örgütlenmeler de (İHD, Pir Sultan, Oda, Baro, sendika gibi) gerek dışarıdan gerekse içeriden doğru yönlendirilmediğinde yanlış sonuçlar doğurur.
Daha köklü çözümler için bağlantı kayışı mı, tekilleştirip daraltma mı?
Lenin’in sınıfa dışarıdan bilinç taşımak dediği olgu, ezilenlerin kendinde bilinçten kendisi için bilince geçme meselesidir. İşçi sınıfı veya diğer ezilenler salt ezildiği için sınıf bilincine ulaşmaz. Bunun için bilinç taşımak gerekiyor. Bu aynı zamanda sendika, dernek vb. oluşumlarda politikliğin kıstasıdır; dışarıda politiklik seviyesi düşükse, sendikaların süreçte öne çıkması, aktif ve dönüştürücü rol alması beklenmemelidir.
Feminizm, kimilerince sanıldığının (veya yanlış bilindiğinin) aksine, salt bağımsız örgütlenme değildir. Bağımsız örgütlenmenin sapmaya uğraması, içerik ve hedef daraltmasıdır. Sonuç nedenden koparıldığı için, mesele daralır, kişiselleşip öznelleşir. (Sarı sendika gibi, meslek odasında çalışmanın meslek sorunlarıyla sınırlanması gibi veya Kürt örgütlülüğünde Türk düşmanlığı, siyahî örgütlenmede beyaz düşmanlığı, Alevi örgütlenmede Sünni düşmanlığı yapılması gibi) Bu aynı zamanda bir işçinin salt kendi patronuna, hatta müdürüne karşı çıkması, mücadeleyi kişiselleştirmesi, diğer ezilen kesimlerle mücadele ortaklığını yadsıması gibidir. En büyük zararı, ayrıştırıcı olmasıdır.
Kadının bağımsız kadın örgütlenmelerinde yer alması, sınıftan uzaklaşma anlamına gelmiyor. Aksine bu türden zeminler doğru değerlendirildiğinde, köklü çözümler öngören örgütlü zeminlere uzanma anlamında bilinçlendirici bir basamak ve hatta kadın kitlesi ile öz örgütlenme arasında bağlantı kayışı görevi görür.
Devrimci yapıların halka doğrudan temasta zorlandığı kimi alanlarda bu türden ara basamaklar kolaylaştırıcı rol oynar.
Bağımsız kadın örgütlenmesini reddetmek, bugün için verilecek iyileştirici çabaları da, devrime giden yolda ara basamakları ve tamamlayıcı araçları da reddetmektir. Demokratik mücadele ile sosyalist mücadele arasındaki bağı, geçişkenliği yok saymaktır. Hem cehalet, hem acelecilik, hem de kolaycılıktır. Dolayısıyla demokratik kadın hareketine bakış, devrim anlayışı ve çalışma tarzıyla doğrudan ilintilidir. Feminizmle Marksizm arasındaki fark, demokratik kitle örgütlerinin daha köklü çözümler için bir bağlantı kayışı olarak görülmesi ile daraltılıp tekilleştirilmesi arasındaki farktır.
Feminizmin ufku burjuva özgürlükler sınırını aşmaz
Eşitlik ve özgürlük tanımını burjuva anlamın sınırlarının ötesine taşımak devrimcilerin işidir. Mesela kadı önünde bir erkeğinkine karşılık iki kadının şahitliğinin gerekmesi durumunu aşmak önemlidir; ama bununla yetinmek özgürleşmeyi yarım bırakmaktır.
Emperyalizm çağında artık demokrasi mücadelesi de bir devrim sorunudur, (kadın sorunu da, inanç meselesi de, ulusal sorun ve azınlıklar sorunu da) proleter devrim programının bir parçasıdır.
Demokrasi mücadelesi (burjuva demokratik devrim), sosyalist devrim gibi köklü değişimi değil yasal-anayasal hakların kabulünü öne çıkarır. Bu nedenle demokratik devrimle yetinilmez, kesintisiz bir geçişle “+sosyalist devrim” savunulur. Sosyalist devrimde o hakların köklü biçimde ve eşitlik temelinde çözümü tamamlanır.
Yöntemsel disiplin içinde araç çeşitliliği
Kadın sorunu çok köklü bir sorundur; döneme ve koşullara göre yaratıcılık eşliğinde yürüyen bir mücadele gerektirir. Bu alanda yaşanmış pratiklerden öğrenerek ama şematikliğe de ezbere de düşmeden yol alınmalıdır. Örneğin Sovyet deneyimi incelendiğinde, partinin işçi kadınlardan oluşan komisyonlarının da olduğu ama bu komisyonların “partisiz işçi kadınlar konferansı” da düzenlediği görülür. Veya burjuva kadın hakları savunucuları tarafından düzenlendiği halde, 1908’de Bolşevikler 1. Tüm Rusya Kadınlar Kongresi’ne 40 kişilik delegasyon gönderir. Bu örnekler kadının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin şematikliğe ve ezbere sığmayacağının, kurulacak ilişkilerin ve bilinç taşıma olgusunun yaratıcı bir yaklaşımla ele alınması gerektiğinin göstergesidir.
Devrimcilerden halka uzanan seslenme ve dokunma yolları çoktur; bu alanda bir araç zenginliği/çeşitliliği söz konusudur; Marksizm bu araçların reddini değil doğru kullanılmasını gerektirir.
Mücadele özgürleştirir
Kadın mücadelesinin sözden çıkıp eyleme dönüşmesi, büyük önem taşır. Çünkü eylem farklılaştırır, çözüm olasılığıyla ve giderek çözüme giden yollarla tanıştırır. Kişiyi, “kendi halinde” olma sıradanlığından, “kendisi için” olma bilinç ve iradesine taşır. Bu, sınıf bilincine giden yolun kendisi değil ama basamaklarından biridir; teorisi değilse de pratiğidir.
Mesele, örgütlemede çeşitlilik değil, çeşitliliğin bir ayrışma nedeni oluşturması yerine bir toplam oluşturabilmesini sağlamak ve aynı hedefe-amaca yönelebilmektir. Gerçekte bu, ülkenin sosyoekonomik tahliliyle dolayısıyla da devrim programıyla doğrudan ilintili bir konudur. Program, önceliklerin tespitidir; çözülmemiş sorunları kapsar; bu konuda her koşula uygun bir ezber yoktur.
Feodalizmin tasfiye edildiği, toplumun demokrasi sorununun çözüldüğü, sanayileşmenin geliştiği dolaysıyla da güçlü bir işçi sınıfının olduğu koşullarda, sınıfın ihtiyaçları temel alınarak doğrudan sosyalizm (ortak mülkiyet) talebiyle hareket edilir. Ancak, toplumun parçalı yapısını koruduğu, sınıfın nitel ve nicel gücünün bir devrim için yeterli olmadığı koşullarda, toplumun büyük çoğunluğunun demokratik taleplerini içeren bir program üzerinden hareket edilir. Diğer bir ifadeyle ittifakların çeşitliliği sosyalist devrimden önce bir demokratik devrimi zorunlu kılar.
Kadının özgürleşme mücadelesi, devrimin programatik bileşenlerinden biridir
Demokratik devrim bilinci, aynı zamanda ezilenlerin ortak kurtuluşunun, aynı program ve mücadelede yoldaşlaşmanın bilincidir. Sistemin ayrıştırıcı politikalarının anti tezidir; kesintisiz devrim ufkuyla, asgari programı azami programla demokratik olanı sosyalist olanla birleştirmek; günü ıskalamadan nihai özgürlüğe doğru yürüyebilmektir.
Devrimcilerin, kadının kurtuluşunu devrim sonrasına havale ettiği, bugünün sorunlarını dikkate almadığı iddiası bu bağlamda bütünüyle temelsizdir. Tersine, bu bütünlüklü yaklaşımı içermeyen feminizmin hemen tüm versiyonları için, konunun gerek kavranması gerekse çözüm önerlileri bağlamında bir kısırlıktan, sistemin izlerini taşıyan yönlendirmelerden söz edilebilir.