Tehlike Geçmedi; yeni başlıyor
Eğer askeri darbe (veya onu istismar ederek darbe karşıtlığını yedekleyen sivil darbe) antidemokratik zeminin derinleşmesi, o güne dek gerçekleştirilememiş veya ertelenmiş saldırıların gündeme sokulması ise, bugün böylesi adımların iktidar tarafından hızla ve peş peşe atılması beklenmelidir.
Bu bağlamda tehlike geçmiş, normale dönülmüş değildir. Tehlikeyi 15 Temmuz darbe girişiminden ibaret sanmak, asıl tehlikeyi görmemeyi beraberinde getirecek, oluşan psikolojik ortamın iktidar tarafından en kapsamlı saldırılar için kullanılmasına zemin hazırlayacaktır.
Yapılmakta olan saldırı, operasyon, tasfiye vb.nin salt Cemaat güçlerine yöneleceğini sanmak büyük bir yanılgı olur. Dikkat edilirse daha üzerinden bir gün geçmişken bir taraftan 15 Temmuz “Demokrasi bayramı” ilan ediliyor, halk Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından Kızılay, Taksim gibi daha önce gösterilere kapatılmış en merkezi meydanlara çağrılıyor; diğer taraftan bu adımlarla eş zamanlı olarak Gazi, Okmeydanı gibi semtler, Alevi halkın yaşadığı mahalleler bindirilmiş kıtalar eşliğinde basılıyor.
AKP, temenni ettiği boyuta ulaşamamış da olsa sokak gösterileriyle, bir taraftan tabanını konsolide etmeyi diğer taraftan “demokrasi” söylemi eşliğinde sınıflar üstü bir görünümle bundan sonra atılacak adımlara kitlesel destek oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu süreçte atacağı adımları güvenceye almak üzere ordunun, polisin, yargının vb. yeniden düzenlenmesinde kimi kesimlerle uzlaşma yoluna gidebilir; ancak bu, yönelimin özünü, sınıfsal (halk düşmanı) karakterini değiştirmeyecektir.
Yarın çok geç olabilir
Bilinen AKP/iktidar karşıtı söylemle geçiştirilemeyecek bu süreç, gelişmeleri tüm boyutlarıyla kavrayan herkese önemli sorumluluklar yüklüyor. Söylemde de atılacak adımlarda da açıklığa, netliğe, olup biteni görünür kılmaya ihtiyaç vardır.
Darbe girişiminin üzerinden daha 24 saat geçmeden, yüksek yargı dahil dört bir yana yapılan müdahale, nasıl bir cüretle, az zamana çok saldırı sığdırma, fırsatı en kapsamlı biçimde değerlendirme kararlılığıyla karşı karşıya olunduğunun göstergesidir. Buna, devlette yerinden oynayan taşların yeniden düzenlenmesini de eklediğimizde, düzenleme-saldırı-tasfiye diyalektiğinin sonuçlarının sanılandan da boyutlu/ağır olacağını görürüz. Mesele basitçe “başkomutanlıktan başkanlığa” geçiş değildir. Elbette bu da dikkate alınmalıdır ancak polisten yargıya, ordudan bürokrasiye kadar hemen her alanda bir yeniden düzenlenme beklenmeli ve bunun demokratik tüm kazanımları tasfiye öngörüsüyle yapılacağı bilinerek hareket edilmelidir.
Bir kez daha “darbe karşıtlığı”nın bir çeşit “yetmez ama evet” üretmesine, iktidar politikalarına yedeklenmenin sağlanmasına izin verilmemelidir. Sıcak çatışmalar, jet sesleri ve bombalar eşliğinde oluşturulan iklim, görülmemiş boyutta bir “cadı avı” için kullanılacaktır. Tek bir demokratik sesin çıkmadığı, her türlü muhalif potansiyelin bastırıldığı bir düzen öngörülmektedir. Yarın çok geç olabilir.
“Darbe karşıtı şeker”le kaplanmış bir cinnet
Öyle bir psikolojik ortam yaratıldı ki başarılı bir askeri darbenin yapabileceklerinden ötesini, ondan daha hızlı ve kapsamlı biçimde yapan bir iktidar, toplumun önemli bir kesimi tarafından alkışlanıyor. Doğrudur, 15 Temmuz bir cinnetti; ama bu daha kapsamlı ve daha kalıcı fakat “darbe karşıtı şeker”le kaplanmış bir cinnettir.
Evet, 15 Temmuz bir yanıyla aynı sınıfsal zeminde bulunan güçlerin iktidar kavgasıdır; ancak 16 Temmuz’dan itibaren atılan adımların salt bu kapsamda kalacağını yani yalnızca “paralel yapı”ya yöneleceğini sanmak, buzdağının görünen yüzüyle yetinmektir veya asıl amacın, sermayenin yeni bir düzen tasarımının görülememesidir.
AKP ile birbirini boğazlıyor görünse de gerçekte Cemaat’in, 17-25 Aralık’ta veya 15 Temmuz’da yaptığı hamlelerde başarılı olması halinde kuracağı düzen, öz itibariyle bugün kurulmakta olan Saray rejiminden farklı olmayacak, yine tekellerin dönemsel ihtiyaçları çerçevesinde biçimlenecekti. Bugün anlaşılmasında güçlük çekilen ve 15 Temmuz’u bir danışıklı dövüş, kurgu, senaryo vb. olarak değerlendirmeye sebep temel olgu budur. Bu fikri, henüz aydınlatılamamış kimi noktalar veya darbenin (ABD-NATO eksenli ve emir komuta zinciri içinde olan) klasik darbelere benzemiyor olması güçlendiriyordur. Tam da bu nedenle, ortalıkta uçuşan bilgi ve yorum kırıntıları ile yetinmemeli, kimi parçaları hâlâ flu olsa da büyük resmi bir bütün halinde gösteren bir bakışla olaylar değerlendirilmelidir.
İktidarın duruşundaki ikiyüzlülük, manipülasyon vb. elbette açığa çıkarılmalı, insanların AKP politikalarına yedeklenmesi önlenmelidir. Ancak bunun, sosyal medyadan “komplo takibi” yapmakla veya kimi yetkililerin sözü ile eylemi arasındaki çelişkileri sıralamakla sağlanabileceğini sanmak, büyük bir yanılgı olur.
Özetle, aynı sınıfsal zeminde hareket eden güçlerden hangisi kazanırsa kazansın, uluslararası tekellerin ve Türkiye oligarşisinin beklentilerinin yani yeni düzen hesaplarının dışında davranma koşulu yoktur. Görevde kim olursa olsun yapacağı, sermayenin yeni düzen ihtiyacının tesisi için halkın yedeklenmesi, muhalif kesimlerin ise her türlü yöntem ve araçla etkisizleştirilmesidir. Bugün bu gerçeklik görülmediği sürece, geliştirilecek tepki ya etkisiz ya da parçalı olacak, dolayısıyla da sonuç alıcı olamayacaktır.
Yasak savmak değil, sorumluluk üstlenmek ve yol göstericilik
Bugün sola/devrimcilere düşen görev, ortaya çıkmış olanın fotoğrafını çekmek, sosyal medyada yasak savmak değil, tavır geliştirmek için yeterince net olan bu gidişata karşı “Ne ve nasıl yapmalı?”nın yanıtını somut biçimde ortaya koymak, onun imkân ve araçlarını çoğaltmaktır.
Halk kesimlerine darbeden darbe beğenmenin dayatıldığı, sokaklardaki faşist ve gerici işgalin bir darbenin alternatifi olarak gösterildiği, demokrasi kavramının ve beklentisinin istismar edildiği koşullarda yapılması gereken, komplo-felaket teorilerini besleyecek açıklamalarla moralsizliği büyütmek değil, moral ve çıkış yollarını göstererek, çaresiz olunmadığını somutlayarak yol gösterici bir sorumluluk üstlenmektir.
Devrimci demokrat tüm örgütlü yapılar, tüm kişi ve kuruluşlar, bu konuda gecikmeden, birbirini tamamlayıp güçlendirecek adımlar atmalıdır. Bunun için, toplantılar yapıp uzun uzun tartışmaya, program ve tüzüklere ihtiyaç yoktur. Bilinmek durumundadır ki aklımızı, güç ve imkânlarımızı, araç ve yöntemlerimizi ortaklaştırmakta kaybedilecek her saat aleyhimize işleyecektir. Vakit kaybetmeden darbeye de saray rejimine de karşı olunduğuna dair, irade beyanında bulunulmalı ve somut uygulanabilir pratikler geliştirilmelidir.
DEVRİMCİ HAREKET
18 Temmuz 2016