A-SORULAR VE YANITLAR
1-Darbe girişimi bir oyun, bir senaryo mudur?
Deniz Baykal Twitter’da “Açılış: Darbe. Giriş: Kalkışma. Gelişme: AKP tiyatrosu. Sonuç: Başkanlık.” diye yazdı. Gerçekten mesele bu kadar basit mi? Veya Cicero’nun “kime yarar?” sorusundan hareketle varmamız gereken sonuç bu mu? Yani sonuçta bu girişim AKP’ye/Erdoğan’a yaramışsa, bunun bir senaryodan ibaret olduğunu, mesela Meclis’e, tüm partilerden milletvekilleri oradayken, bir tanesi genel başkanların, grup başkan vekillerinin bulunduğu kata denk gelen toplam 7 bomba atılmış olmasını bir oyundan ibaret olarak mı göreceğiz? Veya TSK’nın, komutanından erine kadar aşağılandığı, işkence edildiği, askerlerin donuna kadar soyulup ağıllara kapatıldığı, 250’yi aşkın kişinin hayatını kaybettiği bir senaryoya “evet” demiş olması, mantıklı mı görünüyor?
Cemaat’in böyle bir darbe yapmayacağını varsayma veya her çelişmeli durumu komplo ile eşitleme eğilimi üzerine kurulu bu değerlendirme, burjuva zeminde siyasetin nasıl yapıldığına ve bu çerçevedeki tarih bilgisine dair bir yetersizliği de yansıtmaktadır. Evet, ortada iki yüzlülük, tutarsızlık vb. vardır; ancak bu, her iki tarafın da sınıfsal kimliğine içerilmiş bir niteliktir. Unutmamak gerekir ki yanlış tanımlama, eksik değerlendirme, yanlış ve eksik duruşu veya saf tutma tercihinde kafa karışıklığını beraberinde getirebilir.
16 Temmuz’da yaptığımız ilk açıklamada söylediğimiz gibi darbe girişimi, basit bir oyun veya senaryo değildir. Darbe girişimini bastırmış olması AKP’yi meşru veya demokratik kılmaz; AKP, darbecilerin karşıtı değil, yeni düzen ihtiyacı bağlamında güncellenmiş daha kullanışlı muadilidir.
2-Darbenin saatine ve hazırlanan metnin içeriğine dair soru işaretleri
Bu konuda çelişme çağrışımı yapan sorular çoğaltılabilir; henüz aydınlanmamış, yanıtı verilememiş başka sorular da olabilir. Ama bu, işin özünü değiştirmiyor. Mevcut veriler, gerek yargıda gerekse ordu içinde Cemaat kadrolarına kapsamlı bir operasyon ve tasfiye hazırlığı içinde olan AKP’ye karşı, YAŞ öncesi son bir çıkış yapıldığını gösteriyor. Bunun için, özellikle “Erdoğan karşıtlığının” kullanılmak istendiği, muhtemelen kimi ittifaklara gidildiği veya bu türden ortaklaşmaların olacağının varsayıldığı da söylenebilir. Darbecilerce yayınlanan metnin “cumhuriyetçi-Kemalist” içeriği ve Erdoğan’a doğrudan operasyonun amaçlanması, darbenin Erdoğan karşıtlığını yedeklemeyi amaçladığını düşündürüyor.
Ordu içindeki söz konusu kadroların haklarındaki soruşturma/dava nedeniyle teknik takip altında olması veya başka nedenlerle darbenin erken fark edilmesi, erken doğumu beraberinde getirdi. Ayrıca Erdoğan’a yönelik operasyonun gerçekleşememesi ve belki başka nedenlerle ordu içindeki destek sınırlı kaldı.
Darbe girişiminin emir komuta zinciri içinde olmaması, klasik darbelerden farklı olarak ABD-NATO eksenli gelişmemesi, bir yanıyla başarısızlığın nedenlerinden biri olarak da görülebilir. Türkiye gibi emperyalizmin ve sermayenin ihtiyaçları için askeri bir darbeyi gereksiz kılacak bir rejim tesisinin geçekleştiği ülkelerde darbe olasılığının hemen hemen kalmadığı da doğrudur. Ancak bu, hiçbir koşulda ve hiçbir nedenle darbe girişiminin olmayacağı anlamına gelmiyor.
3-AKP ile Cemaat arasında bir fark var mı?
Eğer soruya sınıfsal olarak cevap vereceksek, evet iki kesimin aynı sınıfın temsilcileri olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında mutlaka ayrıntı düzeyinde çeşitli farklar vardır ancak “beraber yürüdükleri” dönemi hatırlayacak olursak, sermayeye/emperyalizme bağlılık, antidemokratik uygulamalarda kararlılık ve ısrar, toplumun dini referanslarla örgütlenmesi gibi konularda çok iyi anlaştıklarını, dolayısıyla aralarında temel önemde bir farkın olmadığını görürüz.
Darbecilik meselesine gelince, bugün Türkiye’de bu konuda ilginç bir tablo söz konusudur. Selalı, cübbeli, kornalı, dinci slogan ve tekbirli “demokrasi şöleni” örgütleyen “darbe mağduru” AKP, bir darbenin başarılı olması halinde darbecilerin yapabileceklerinin azamisini yapıyor. Önceden planlanmış ve giderek boyutlanacağı tahmin edilen geniş boyutlu cadı avı, işkence, “asmayıp besleyelim mi” açıklamaları, çıplak ve eller arkadan kelepçeli halde ağıllarda bekletmek bir darbenin uygulamalarının tipik belirtileridir. Diğer bir ifadeyle AKP, mevcut durumu darbe karşıtlığını sömürerek aynı politik amaçlar için (adeta bir darbenin ihtiyaçlarını devralmış gibi) kullanıyor. Camilerin kışla, minarelerin süngü olması sokaklarda somutlanıyor. Ve deyim yerindeyse Erdoğan, bir cuntanın başı gibi davranıyor.
Kısacası onlar, uzun süre beraber yürüdüler bu halk-emek karşıtı yollarda; şimdi de son durum itibariyle aralarındaki fark; biri darbe ve bomba ile Meclis’i (sembolik bir işlevi olan Meclis’i) devre dışı bırakmak istedi, diğeri ise OHAL ile devre dışı bıraktı.
4-“Karşı” darbe mi “sivil” darbe mi?
Dikkat edilirse, 16 Temmuz’da hızla başlatılan operasyon, darbe girişiminden çok önce hazırlanmış listelere göre yürütülüyor. Evet, 15 Temmuz darbe girişimi başarısız oldu. Ama ülkede şu an başarılı bir başka “darbenin” icraatları gereği OHAL ilan edilmiş durumda. Buna “karşı darbe” demek bir yanıyla anlaşılır olsa da salt Cemaatçilere/darbecilere yönelmeyeceği, gerçek ve kapsamlı bir darbenin tüm gereklerini yerine getireceği için “sivil darbe” demek daha doğru olacaktır. Kaldı ki AKP’nin, bir dönemini Cemaatle beraber yürüttüğü 14 yıllık süreç, bir darbe ikliminin hakim kılınması, normalleştirilmesi sürecidir.
Sonuçları itibariyle bugünkü sürecin Ergenekon, Balyoz gibi TSK’yı yeniden düzenlemeyi amaçlayan bir boyutu da vardır. ABD, bölgede güçlü bir ordu veya kendisiyle şu veya bu oranda (Rojava, Kürt koridoru vb. meseleler dahil) çelişebilecek bir güç istemiyor. Darbe sonrasındaki resimde TSK, hem itibar yitimine uğramış hem de taşları yeniden düzenlenmek üzere dağılmıştır. Önümüzdeki süreçte ordunun daha dar, daha çevik, giderek profesyonel ve emperyalizmle daha uyumlu bir güce dönüştürülmesi, iç görevden çok gerekmesi halinde dışarıda görev alması, onun yerine polisin daha da tahkim edilmesi ve özel-profesyonel ordu gibi araçların geliştirilmesi beklenmelidir.
5-Darbenin ekonomi politiği?
AKP, sanıldığı veya yansıttığı kadar güçlü değildir; sokağa, ne Gezi’deki ne de Cumhuriyet mitinglerindeki gibi bir kitle çıkaramadı. Bu durum, “cadı avını” ve güvenlik politikalarında derinleşme ihtiyacını artıran etmenlerden biridir. Ancak mesele, salt güvenliği artırma bağlamında teknik bir mesele değil ve AKP’nin dar-partisel hesaplarıyla (boşalan yerlere kendi kadrolarını doldurması amacıyla) başlayıp bitmiyor.
Özetle eğer devletin tüm kurumlarında tepeden tırnağa bir tasfiye ve yeniden düzenleme söz konusuysa, bunun (öyle gibi görünse de) salt darbe sonrası güvenlik bağlamlı önlem olduğunu düşünmek hem saflık, hem de ekonomi politikten yoksun bir değerlendirme olur.
Bütün darbelerin ekonomi politiği vardır. Bunu en bildik örnekle 24 Ocak Kararları ile 12 Eylül ilişkisinde net biçimde görebiliriz. Türkiye’de darbeler, tekelci sermayenin bir kriz anında, diğer tüm müttefiklerini tasfiye edip tek başına hakimiyet kurması olarak da tanımlanır ve doğrudan ABD’yle, NATO’yla ilişkilendirilir. İşte 15 Temmuz darbe girişimi, bu klasik tanımların dışında ele alınması gereken bir olaydır.
Gerçekte başarılı olabilmesi için kimi ittifaklar varsayılmış ve hatta darbe metni de bu içerikte hazırlanmış olsa da 15 Temmuz darbe girişimini, öz itibariyle 7 Şubat 2012 ve 17-25 Aralık 2013 müdahalelerine benzetebiliriz. Hatta bu zincirin son halkası olduğunu, dolayısıyla 15 Temmuz’da, Cemaatçi örgütlenmenin öznel nedenlerinin ağır bastığını söyleyebiliriz. Ancak bu, 15 Temmuz’un ekonomi politiğinin olmadığı anlamına gelemez.
Sonuçta, iktidarda Cemaat örgütlenmesinin ağır basması halinde de yapılacak olanların yani iktidar-sermaye ilişkisinin bugünden farklı olmayacağını, Yeni Dünya Düzeni bağlamında Türkiye’ye biçilen rolün gereğinin adım adım yerine getirileceğini söyleyebiliyorsak, darbenin ekonomi politiği de budur. Vahşi kapitalizm koşullarına denk bir emek-sermaye ilişkisinin tüm gereklerinin yerine getirilmesidir; toplumun susturulması, her türlü muhalif sesin ve itiraz dinamiğinin bastırılmasıdır.
İşte tam da bu bağlamda, 15 Temmuz darbesinin bastırılmış olmasının rüzgarını arkasına alan ve bir çeşit sivil cunta gibi davranan AKP’nin/Erdoğan’ın attığı adımların, sermayenin sözünü etiğimiz ihtiyaçlarının, halkı yedeklemiş bir başka irade tarafından gerçekleştirilmesi olduğu gözden kaçırılmamalı ve “cadı avı”, daha da otoriterleşmek (faşizmin açık biçimler alarak derinleşmesi) dahil her hamle beklenmelidir. Doğru ve haklı olarak öne çıkarılan “Ne darbe ne diktatörlük” veya “Ne askeri ne sivil darbe” değerlendirmesi bu gerçeklik üzerine oturmaktadır. Bastırılan darbe de devamında gündeme sokulan “sivil darbe” de aynı sınıfın temsilcilerinin icraatlarıdır; emperyalizm ve sermaye yanlısıdır; halk düşmanı bir karakteri vardır.
B-DERSLER VE SONUÇLAR
Darbe girişimi AKP/Saray rejiminin elini güçlendirmiştir
Taşların yerinden oynadığı, ordunun içindeki toplam generalin yaklaşık üçte birinin açığa alındığı, benzer bir tasfiye-düzenlemenin yargıdan emniyete ve bürokrasiye kadar hemen her alanda gerçekleştirildiği koşullarda, OHAL’le de tescillenen olağanüstülüğün bir askeri darbe sonrasını çağrıştıracak şekilde radikal adımlar eşliğinde kalıcılaştırılması beklenmelidir.
Bastırılan girişim sonrasında eli güçlenen AKP/Saray rejimi, bu fırsatı tekellerin istediği yeni düzenin hızla tesisi çerçevesinde kullanacak, anayasaya aykırılığı iddia edilemeyecek olan kanun hükmündeki kararnameler eşliğinde amaca varmak için her yol denenecektir. Bunun içerisinde “başkanlık ve anayasa” meselesi bir ayrıntıdır. Erdoğan, fiili başkanlığını “demokrasi kahramanlığı” ile taçlandırmış, olağanüstü süreçle beraber zaten Meclis’i devre dışı bırakmıştır. Bu bağlamda uygun zemin bulması halinde anayasa ve başkanlık adımında daha ileri gitme olasılığı olsa da bu, tayin edici asıl mesele değildir.
Yukarıda, “darbenin ekonomi politiği” başlığında da dikkat çektiğimiz gibi devlette taşların yerinden oynaması sonrasında hemen her alanda ve kademede başvurulan tasfiyelerin boyutu, sürecin zaman alacağını, saldırı-düzenleme ikliminin devam edeceğini gösteriyor.
AKP/Saray rejiminin elinin güçlenmesi, bu konjonktürün daha hızlı ve verimli biçimde kullanılması için hemen her alanda değerlendirilecek, sermayenin yeni düzen ihtiyacı, bir cuntadan farklı olmayan ölçüsüz bir kararlılıkla yerine getirilecektir.
OHAL, başında Erdoğan’ın olduğu bir sivil darbenin resmileşmesidir
Planlarını, program ve uygulamalarını halka onaylatmak, sınıfsal kimlik, niyet ve davranışın arkasına halk desteğini almak, diktatörlüklerin başarı koşuludur. Bugün bir taraftan OHAL ilan edilmekte diğer taraftan halk bizzat Erdoğan tarafından sokağa çağrılıp demokrasiden, özgürlüklerden söz edilmektedir.
Tüm spekülasyonlardan veya manipüle edici açıklamalardan bağımsız bir şekilde söylersek, kurulu olan düzen, tüm kurumlarıyla, işleyiş biçimiyle, araç ve yasalarıyla tepeden tırnağa yeniden, emperyalizmin ve Türkiye oligarşisinin ihtiyaçları bağlamında düzenleniyor. Bir başka/sivil darbe noktasına gelen önlem ve uygulamalar, iddia edildiği gibi darbeci “paralel yapıyı” bertaraf etmeyi çoktan aşmış, yeni bir düzen tasarımına dönüşmüştür. Dünya ölçeğinde geçişin zaman alacağı bu yeni düzen konusunda Türkiyeli egemenlere düşen sorumluluğun OHAL koşullarında daha hızlı ve radikal adımlar eşliğinde gerçekleşeceğini, bunun da bırakalım emperyalizmle ilişkileri bozmayı, bir çeşit takdir kazanacağını söylemek abartılı olmaz.
Bir kez daha hazırlıksız yakalandık ama alternatifsiz değiliz
Gündem belirlemek, belirlenen gündemlere halkı yedeklemek, kendi sorunlarını halkın sorunlarıymış gibi gösterebilmek, inanç ve değer istismarı; sömürü, baskı ve eşitsizlik üzerine bina edilmiş sistemlerde siyasal iktidarların başarı koşullarından biridir, dolayısıyla da vazgeçemeyecekleri bir niteliktir. Bu bağlamda bugün Erdoğan’ın darbe girişimini “Allahın bir lütfu” olarak görmesi de demokrasi kahramanlığına soyunması da yedeklediği bu enerjiyi az zamana çok şey sığdırmak üzere istismar etmesi de sınıfsal niteliği olarak görülmelidir.
İktidarın çelişkilerini, tutarsızlığını yansıtmak dün olduğu gibi bugün de yapılması gereken bir şeydir. Ancak salt bununla yetinmek veya bu kullanışlı zemin sebebiyle gelişmeleri komplo teorilerinin üzerine oturtmak, süreçte etkili rol almayı olanaksız hale getirir.
Gerek Gezi gibi halkın enerjisinin açığa çıktığı olumlu tarihsel kesitlerde gerekse darbe vb. olumsuz gelişmelerin yaşandığı koşullarda halk kesimleri örgütlü değilse etkisiz kalmakta, olumluyu büyütüp kalıcılaştıramamakta, olumsuza karşı da gerekli tavrı koyabilme şansı bulamamaktadır. Bu gerçeklik, en olağan süreçte dahi hiç vakit geçirmeden örgütlenmek, güç biriktirmek dolayısıyla hazırlıklı olmak gerektiğini gösteriyor.
Soldaki dağınıklık, güçsüzlük veya isabetsiz yorumlar halk kesimleriyle olan mesafeyi büyütüyor, güven ilişkisinin oluşmasını geciktiriyor. Bu nedenle, yapılan yanlış tahlillerin ve yedeklenme eğilimlerinin de önüne geçme potansiyeli olarak görülebilecek birleşik mücadele zemini, her türlü öznel hesaptan uzak bir ciddiyette ve samimiyette ele alınmalı ve hızla sonuç alabilmek için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Bu, sanıldığının aksine ikincil önemde bir konu değildir; mücadelenin gerekleri tek başına bir yapının, dinamiğin göğüsleyebileceği boyutları aşmış durumdadır. Mevcut ülke ve dünya koşullarında, egemen politikalar karşısında sınıflar mücadelesinin gereklerinin yerine getirilebilmesi, bu politikalardan zarar gören kesimlerin (ezilenlerin) en geniş bağlamdaki ittifakını zorunlu kılmaktadır.
Biz kazanacağız
Evet, zorlu bir süreçten geçiyoruz; iktidar güçleri konjonktürün sağladığı fırsatı sadece yeni düzenin inşası ve fiziki güç tesisi için değil, moral imkanlarını büyütmek için de kullanıyor. Ama bir çeşit illüzyon niteliği de taşıyan tabloya aldanılmamalıdır; OHAL’in inceltilip şirin gösterilmesi kimseyi yanıltmamalıdır; düzen partilerinin ilk refleks olarak oluşturduğu bütünlüğün de sağlanmış olan halk desteğinin de çözülmesi zaman almayabilir.
Böyle bir süreçte solun/devrimcilerin gerçekleri açıklama, manipülasyonları boşa çıkarma ve bu türden olağanüstü koşullarda mücadelenin hangi araçlarla, nasıl yürütülmesi gerektiğine dair yol göstericiliği büyük önem taşıyor.
Unutmamak gerekir ki bu ülkenin devrimcileri, 70 yıldır faşizm koşullarında yaşıyor; bilgi ve tecrübe biriktiriyor; birden çok ve çeşitli darbeler görmüş olmanın avantajlarını taşıyor. Tam da bu nedenle, alternatifsiz ve çaresiz değiliz. Bu süreçte fiziki darbeler alabiliriz, bu bizi dağıtmaz; yeter ki moral olarak dağılmayalım. Bu konuda tek tek her birimizin ve bir arada tüm devrimci-sol yapıların yapacağı çok şey var.
Gün, dostunu düşmanından ayırma, yumruğu yıldızın pusulasında doğru hedeflere yöneltme günüdür. Acele etmeden, öznelleşmeden, sorumluluk üstlenerek, aklımızı ve gücümüzü birleştirerek yol alabilirsek, sonuçta kazanan biz olacağız.