Gerçekte AKP’nin iktidarının bütünü ve icraatları için bir çeşit darbeden söz etmek mümkün. Buna rağmen bu fiili darbenin yetmemesi, ille de KHK’li, OHAL’li bir darbeye ihtiyaç duyulması, ne amaçlandığı ile doğrudan ilintilidir. Geçtiğimiz günlerde FETÖ ile ilgisi olmayan 12 televizyon ve 11 radyo susturulması, en somut örneklerden/ipuçlarından biridir. Belki OHAL olmasa da susturulabilirdi ama daha uzun süreli, gelgitli, mahkemeli, itirazlı bir süreç olacaktı. Demek ki bugün buna bile tahammül yok. Neden? Çünkü konjonktürel olarak AKP “FETÖ” gibi bir yapılanmayla mücadele etmek zorunda kalmışsa da bu geçicidir; gerçek düşman FETÖ değil sınıfsal düşmandır; o da en genel tanımıyla emekçi halklardır. Halkın muhalif sesleri yayabilen araçlarının (özellikle örgütlülüklerinin) saldırı konusunda öncelenmesi, iktidarın önündeki programla yani ne yapmak istediği ile doğrudan ilintilidir.
Biz, 15 Temmuz’dan hemen sonra “Tehlike Geçmedi; yeni başlıyor” başlığıyla yayınladığımız bildiride “Darbe girişiminin üzerinden daha 24 saat geçmeden, yüksek yargı dahil dört bir yana yapılan müdahale, nasıl bir cüretle, az zamana çok saldırı sığdırma, fırsatı en kapsamlı biçimde değerlendirme kararlılığıyla karşı karşıya olunduğunun göstergesidir. Buna, devlette yerinden oynayan taşların yeniden düzenlenmesini de eklediğimizde, düzenleme-saldırı-tasfiye diyalektiğinin sonuçlarının sanılandan da boyutlu/ağır olacağını görürüz. Mesele basitçe ‘başkomutanlıktan başkanlığa’ geçiş değildir. Elbette bu da dikkate alınmalıdır ancak polisten yargıya, ordudan bürokrasiye kadar hemen her alanda bir yeniden düzenlenme beklenmeli ve bunun demokratik tüm kazanımları tasfiye öngörüsüyle yapılacağı bilinerek hareket edilmelidir.
Bir kez daha “darbe karşıtlığı”nın bir çeşit ‘yetmez ama evet’ üretmesine, iktidar politikalarına yedeklenmenin sağlanmasına izin verilmemelidir. Sıcak çatışmalar, jet sesleri ve bombalar eşliğinde oluşturulan iklim, görülmemiş boyutta bir ‘cadı avı’ için kullanılacaktır. Tek bir demokratik sesin çıkmadığı, her türlü muhalif potansiyelin bastırıldığı bir düzen öngörülmektedir. Yarın çok geç olabilir.” demiştik.
Aynı bildiride ısrarla dikkatleri sınıfsal duruşa çekmeye, bu bağlamda meselenin Cemaat ile AKP arasındaki nüans farklar olmadığına değinmeye çalıştık. Özetle bu, sermaye-devlet-hükümet ilişkisinin ve sermayenin dönemsel planlarının kaçınılmaz sonucudur. İktidara gelenin uygulamaları-çizgisi, sermayenin hazır olan hangi programını uygulayacağına, bu programın içeriğine bağlı olarak biçimlenir.
Normal zamanda yapamadığını OHAL’de yapmak
Görünen o ki AKP, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında güçlenen elini, sermayenin belki de 15-20 yıl için önüne koyduğu hedeflerini bir çırpıda gerçekleştirebilmek için kullanacaktır. Sola, devrimci-demokrat kesimlere saldırılmasının, muhalefet imkanlarının ellerinde alınıp susturulmak istenmesinin sebebi budur. Sadece şirketlerin değil Cizre-Sur örneğinde olduğu gibi kentlerin veya kayyum atama yoluyla belediyelerin dahi özelleştirildiği bir aşamadan geçiyoruz.
Sürecin bir boyutunu da bölgedeki savaş politikaları oluşturuyor, ülkede emekçi halklara karşı geliştirilen düşmanlık bölgede komşu halklara karşı fiili savaşla somutlanıyor; ABD işbirliğinde yapılan işgal hareketi fetih edebiyatı ve gerçekliği yansıtmayan yandaş gürültülerle süsleniyor. Ama işin özü, bir kez daha “stratejik derinlik” adına sığ sularda boğulmak, halka yalan ve emperyalist güçlere hizmettir.
Erdoğan’ın “belki 12 ay da yetmeyecek.” diyerek OHAL’in gerekliliğine dikkat çekerken, amacını Kürt coğrafyası üzerinden yaptığı kıyasla “Grevdi, boykottur, ıvır, zıvır bir şey var mı? Yok.” diyerek açıklaması, hem bir sınıfsal itiraftır hem de bu sonucun tüm ülke için amaçlandığının göstergesidir. OHAL, bunun için işlevsel bir araçtır; bunu da Yozgat Valisi’nin “Normal zamanda yapamadığımı OHAL’de yaptım!” sözleri yeterli bir açıklıkla özetlemektedir.
Türkiye’de olup bitenin Avrupa’daki emek karşıtı “kemer sıkma” politikalarından kopuk olmadığı, tek farkın bir fırsatın değerlendirilmesine bağlı olarak az zaman çok şey sığdırmak olduğu görülemediği, dolayısıyla neden-sonuç ilişkisi kurularak gelişmeler sınıfsal bağlamı üzerine oturtulamadığı sürece bakışta, duruşta, müttefik seçiminde vb. yanılgılarla karşılaşmaya devam edeceğiz.
Ne ve nasıl yapmalı?
Unutmamak gerekir ki halk düşmanı güçlerin ricayla, mutabakatla, olumlu mesajlarla duruşunu değiştirme, saldırılarını erteleme ihtimali yoktur. Bu gidişatı durdurmanın, saldırıları frenleyip geriletmenin, en geniş bağlamda tüm muhalif kesimleri harekete geçirmek ve direnişin çapını-niteliğini büyütmek dışında bir yolu yoktur. Bu yapılmadığı sürece, mevcut saldırılar, kapsam büyüterek ve sertleşerek devam edecektir.
Tam da bu nedenle yine aynı bildiride söylediğimiz gibi;
“Bugün sola/devrimcilere düşen görev, ortaya çıkmış olanın fotoğrafını çekmek, sosyal medyada yasak savmak değil, tavır geliştirmek için yeterince net olan bu gidişata karşı “Ne ve nasıl yapmalı?”nın yanıtını somut biçimde ortaya koymak, onun imkân ve araçlarını çoğaltmaktır.
Devrimci demokrat tüm örgütlü yapılar, tüm kişi ve kuruluşlar, bu konuda gecikmeden, birbirini tamamlayıp güçlendirecek adımlar atmalıdır. Bunun için, toplantılar yapıp uzun uzun tartışmaya, program ve tüzüklere ihtiyaç yoktur. Bilinmek durumundadır ki aklımızı, güç ve imkânlarımızı, araç ve yöntemlerimizi ortaklaştırmakta kaybedilecek her saat aleyhimize işleyecektir.”
1 Ekim 2016
Devrimci Hareket