Gidişin erkeni olur ama geçi olmaz.
Nedenin biçimi farklı olsa da özü aynı;
Kapitalizm, sadece silahla değil,
Toplam tüm nitelikleriyle katlediyor insanı.
Bunu bilerek çok yönlü yürütüyoruz,
İtiraz ve gelecek ufuklu kavgayı.
Tam da bu nedenle
Sorumluluğumuz bitmiş olmuyor
Yıldızlara uğurlamakla Akın yoldaşı.
O büyük güne dek taşıyacağız,
Onu yitirme acısını
Ve mirasına sahip çıkma sorumluluğunu.
Kapitalizm, doğadan insana, üretimden paylaşım ve tüketime, yaşamdan ölüme kadar hemen her şeyi kendi rengine boyar; kendi niteliklerini vererek yabancılaştırır, kendisi olmaktan çıkarır veya kuşatıcı etkisini yaşamın her kesitinde hissettirir. “İş kazası yoktur iş cinayeti vardır” dememiz gibi, tacizi de tecavüzü de hastalıkları veya trafikte yaşamın yitirilmesini de politik kabul etmemiz gibi gerçekte “doğal” sayılan ölümler de politiktir.
Bugün giderek artan biçimde kapitalizm/iktidar; madende, inşaatta, dağda, şehirde veya günlük yaşamda insanları öldürmeye devam ediyor. İşte bu koşullarda, bir devrimcinin (dönem dönem işkencede, tutsaklıkta vb. rastlandığı gibi) dışarıda da ölümsüzlüğe kendi iradesiyle karar vermesi, politik nitelikleriyle ele alınmalıdır. Nedenlerin “kişisel” gibi görünmesi veya bu konuda yeterince ayrıntının olmaması olgunun özünü değiştirmiyor. Çünkü görünürde hangi neden olursa olsun, asıl neden dolayısıyla gerçek katil kapitalizmdir.
Yoldaşlar birbirini tüm nitelikleriyle sahiplenir
Eğer yoldaşlığı sözden çıkarıp gerçek kılacaksak, arkadaşlıktan da kardeşlikten de öte bir ilişki biçimi, bir değerler toplamı ve kayıtsız-şartsız sahiplenme demek olduğunu bilmeliyiz. Artık bir devrimciyi, koşullar üstü sıkıntılardan azade bir yerde adeta gerçeküstü tanımlarla ifade etme alışkanlığını aşmak gerekiyor. Biz, tüm insan niteliklerimizle devrimciyiz ve tüm insan niteliklerimizle yoldaşız.
İnsanların birbirinin önemini, birbirine neden ihtiyacı olduğunu anlatmak için çeşitli yapay-zorlama yöntemlere başvurulur. Mesela Saint Simon’un okulunda öğrenciler, birbirine ihtiyaçları olduğunu görmeleri için arkadan düğümlenen ceket giyerlermiş. Devrimcilikte buna ihtiyaç yoktur. Çünkü devrimcilik zaten bütün bir halkın yoldaşlaşması ön kabulü üzerine kurulmuş bir kimliktir. Nazımca söylersek, “kalbimin yarısı burada ise doktor/diğer yarısı Çin’dedir” diyen bir kimliktir bu. Dolayısıyla en yakınındakini ve umut edilen dünyanın değerlerinin bedenleşmiş biçimi olan yoldaşını önemsemek, tüm nitelikleriyle sahiplenmek doğru, gerekli ve anlaşılır bir durumdur.
Devrimciler kişileşmiş alternatiftir
Unutmamak gerekir ki devrimciliğin tüm toplumsal yanlarına rağmen kişisel bir yanı vardır. Bu ölçüyle bakıldığında kapitalist, kişileşmiş sermayedir; devrimci, kişileşmiş alternatiftir; özgür tutsak, kişileşmiş dirençtir. Ve gerçekte bu da bir mücadele alanıdır; emek-sermaye çelişmesinin değerler katında soyutlamasıdır.
Onlar, yani zulmün ve sömürünün dönemsel temsilcileri, ısrarla konuyu pazar-piyasa ilişkilerine yani meta dünyasına, alınıp satılma zeminine, gücün-moralin bu alanda ölçüldüğü ilişkiler ağına getirir. Çünkü onlar o alanda güçlüler; tartıları, parayı ve fiyatı ölçer, değeri değil.
Kişileşmiş alternatif olan devrimci veya kişileşmiş direnç olan özgür tutsak ise sınıf karşıtlarının tersine, ezilenlerin binlerce yıllık deneyim ve birikiminden süzülerek oluşmuş değerlerin bedenleşmiş biçimidir, temsilcisidir. Bu durum, genelde örgütlü yapıları özelde tek tek her bir devrimciyi güzelleştirip güçlendirse de onları her türlü dışsal etkiye karşı efsunlu hale getirmez. Onlar etten, kemikten, yürekten, insanlardır; zayıflıkları dahil tüm nitelikleriyle bir bütündür.
Devrimciler, duygusal yükleri fazla olan insanlardır
Devrimciler, kapitalizmi ve sebep olduğu acıları, yıkıntıları daha fazla anlayan, dolayısıyla da duygusal yükleri de fazla olan insanlardır. Yokluğun, yoksulluğun, sömürü ve zulmün yükünü aynı anda halkla beraber hisseder; bütün bir halkla empatiye girer.
Devrimciler, sahip oldukları birikim, yöntemsel çeşitlilik, örgütlü olmanın çoğaltıcılığı vb. nedenlerle zorluklara göğüs gerebilme konusunda, bu kimliğe sahip olmayanlara oranla daha donanımlı ve avantajlıdır. Ancak bu avantaj onları sorunlar, sıkıntı ve acılar üstü bir yere taşımaz. Sonuçta her devrimci bir insandır ve “insani olan hiçbir şey ona yabancı değildir.”
Devrimciler, bilgiye önem veren, her şeyin bilinebileceğini düşünen ama aynı anda her şeyi biliyormuş gibi davranmayan, eksiklerinin-yetersizliklerinin, zayıflıklarının bilincinde olarak hareket eden insanlardır.
Hazırlıksız yakalandığımız, anlamakta güçlük çektiğimiz bu türden gidişler daha önce de oldu. Bunlar bize, onlarla ilişkimizde eksiklerimizi öğrettiği/gösterdiği kadar, bundan sonrasında yoldaşlığın gereklerinde hiçbir kitapta bulamayacağımız dersler bıraktı. Örneğin Sosyalist Sovyetlerin en canlı, en dinamik sürecinde yaşayan ünlü şair Mayakovski, 37 yaşında kendi iradesiyle sonsuzluk yolculuğuna çıkarken bıraktığı notta “işte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki merhum nefret ederdi.” diyerek, bir anlamda ardından yapılacak zorlama yorumların önünü kesmişti.
Bugün de bizlerin Akın yoldaşa karşı sorumluluğu, olayın kişisel ayrıntılarında boğulup bir çeşit “siyasal dedikodu” üretmeyi değil, doğru/politik sonuçlar çıkararak bu konudaki eksikleri gidermeyi ve omuzlarımızda O’nun ağırlığını hissederek YOL’a devam etmeyi gerektiriyor.