Gezi direnişinin üzerinden 4 yıl geçti. Kimimiz özlemle, kimimiz acıyla, kimimiz büyüyen umudunu koruyarak tebessümle anımsıyoruz; bize devrimsel heyecanlar ve sosyalizm tadında ilişkiler yaşatan o günleri. Nerede durduğumuza ve tabii ki nereden baktığımıza bağlı olarak Gezi’ye farklı anlamlar yükleyip farklı sonuçlar çıkarıyoruz. Gezi zaten aynıların hareketi değildi. Bir aynılaştırma veya benzeştirme hareketi de değildi. Gezi’nin belki de en önemli özelliği farklara rağmen ortaklaşabilmek, aynı barikatta ve aynı komünde yoldaşlaşabilmekti.
Gezi, niteliği gereği sönen/biten bir hareket değil
Üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen, Erdoğan’ın hâlâ hemen her meselede aklına Gezi gençliğini getirmesi veya Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın “gezi olaylarını tekrar başlatabilirler” iddiası ile tutuklanmış olması, “Gezi hayaleti”nin düzen sahiplerinde korkulu rüyalara sebep olmaya devam ettiğinin işaretidir. Ancak Gezi’yle ifadesini bulan bu hareket, nitelikleri ve doğası (içsel dinamikleri) gereği bitirilecek, yok edilecek türden değil. “Sönme” denilen olgu bile, dinamiğin (bir ateş misali) sönüp tükenmesi değil, daha sonra ihtiyaç duyulan noktada tekrar harlanmak üzere sakinlemesidir.
Gezi, belirli bir dönem (Haziran ayında) ortaya çıkmış olsa da artık salt o anla, o gün yaşanan olaylarla sınırlı görülemeyecek, dolaysıyla da yaşayan, kendini yeniden üreten bir potansiyel olarak görülmesi gereken bir harekettir. Bir çeşit toplumsal öfke patlaması olarak gündeme gelmiş olsa da birikime-olgunlaşmaya dayanan, dolayısıyla da süreç içinde kendini güncelleyerek devam eden nitelikleriyle süreklilik kazanmıştır. Bu devamlılığı, aynı zamanda, iktidar güçlerinin önlem arayışında ve hemen her vesileyle konuyu Gezi’ye getiren kaygılarında da gözlemek mümkün.
“Hayır” çalışması Gezi’nin güncellenmiş biçimidir
Gezi’nin güncellenmiş biçimi olan “hayır” çalışmasında aynı zamanda Gezi’nin niteliklerini, orada üretilen veya somutlanan mesajları görmek mümkün. Öyle ki koşulları oluştuğunda, bir anda yüz binlerce insanın sorumluluk aldığını, farklara değil hedefe odaklandığını, azami bir programla değil acil ve zorunlu görevlerle hareket ettiğini görüyoruz. Bu, çok özel bir birlikteliktir. Berkin’in babası Sami Elvan’ın Gezi’yi “ülkemizin tarihinde altın harflerle yazılacak bir birliktelik” olarak tanımlaması tam da bu anlama geliyor.
Gezi’nin birlikteliğini çeşitli açılardan değerlendirmek mümkün. Birincisi Gezi, ezilenlerin en geniş bağlamlı birleşik mücadelesinin ifadesidir. İkincisi, Taksim ile Diyarbakır’ın birbirine yakınlaşmasıdır. Programatik olarak söylersek Gezi, hem Berkin hem Medeni’dir; Hem Taksim hem Lice’dir; hem Cizre hem Cerattepe’dir; Kürt sorununun, kadın sorununun, inanç sorununun, doğa ve insan mücadelesinin emekçi başlığı altında toplanması ve daha da önemlisi tüm ezilenlerin aynı barikatta yoldaşlaşmasıdır.
Belki ortada kurulu toplumsal bir orkestra yok, Gezi potansiyeli bir maestroya da sahip değil ama mükemmel bir uyum söz konusu. 16 Nisan gibi bütünlüklü ve kapsamlı çalışmaların olmadığı dönemlerde söz konusu potansiyel, daha parçalı ve tekil olgularda izlenebiliyor. Yani bütünüyle yok olma, dağılma söz konusu değil.
“Hayır” çalışmasında da görüldüğü gibi isteyen herkesin sorumluluk üstlenebilmesi, görev alması, farklı ama eşit olabilmesi, kendini dayatmak yerine çalışmanın bütünlüğünü gözetmesi başarının şifrelerini olduğu kadar, alternatif/kurucu bir sürecin nasıl organize edilmesi gerektiğinin ipuçlarını gösteriyor. Bugün böyle bir süreç, hırsızlık üzerine bina edilmiş, kapkaççı bir gidişatın kabul edilmemesini, dolayısıyla da 2019 eksenli tüm yönlendirmelerin peşinen reddedilmesini gerektiriyor.
Kitlelerin eyleminde red+alternatif
Marks, insanların geçmişten miras kalan koşullar içinde kendi tarihlerini yaptığını söyler. İşte bu bağlamda Gezi, halkın kendi sorunlarına sahip çıkmak üzere harekete geçmesidir; sürecin öznesi olup, kendi eylemiyle kendi tarihini yazmasıdır; kendinde bilinç aşamasından kendisi için bilinç aşamasına geçmesidir; bu nedenle Gezi hayaleti, zorbanın kâbusunu, ezilenin ise umundu büyütmeye devam ediyor.
Gezi’nin 4 yıllık süreçte güncellenmiş tüm biçimlerinde mevcut itiraza, gelecek tasarımıyla yüklü bir kurucu irade eşlik etmiştir. Bilinir ki itiraz, özgürleşmeye doğru atılmış ilk adımdır. Var olanı, dayatılanı, köleliği reddetmektir. Bunu alternatif takip eder. Tarihte Spartaküs dahil, hemen tüm mücadeleciler/redçiler bir gelecek düşüne sahip olmuştur.
Salt itiraz, salt yıkmak yetmez, yıktıktan sonra yeniyi, alternatif olanı inşa etmek gerekir. Bu nedenle devrim, “halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir” biçiminde tanımlanır.
Bugün zoru başarmak mümkün
Bugün 16 Nisan sonrasında Haziran Hareketi’ne düşen sorumluluk, kolaya kaçma ile zoru başarma ikilemi içindeki “hayır” potansiyelinin, 2019 tuzağına düşmeden meşakkatli ama doğru olan yolda ilerlemesini sağlamaktır.
Emeğe yönelik saldırıların yoğunlaştığı, işsizlik ve yoksulluğun ağırlığını giderek daha büyük boyutlarda hissettirdiği, kıdem tazminatının gaspının an meselesi olduğu, sermayenin Yeşil Yol dahil rant ve talanda ısrarının devam ettiği koşullarda, 2019 için aday arayışına girmek, hiçbir nedenle açıklanacak/gerekçelenebilecek bir tercih değildir. Bu, hem “Hayır” potansiyelini yok saymak, hem de iktidarın yaşamın kılcallarına dek uzanan tektipleştirici, boğucu ve yalnızlaştırıcı saldırıları karşısında sessiz, teslimiyetçi bir hat izlemek anlamına gelir.
Evet, belki alternatif oluşturmak, örgütlenmekte olan Ensar rejimine ve Nazileşmeye karşı durmak kolay değildir. Ancak bu, peşinen yenilgiyi/teslimiyeti kabul etmeyi gerektirecek bir neden olamaz. “Hayır” çalışması da kolay değildi ama çok başarılı bir sınav verdi. Aynı başarıyı bugün odağında seçimin/sandığın olmadığı, hayatın içinde alternatifi örgütlemek anlamına gelen örgütlenme ve mücadele zemininde de sağlamak mümkün, yeter ki gerekli özgüvene ve karalılığa sahip olunsun.
Devrimci Hareket
1 Temmuz 2017