Sahanın ve bölge siyasetinin özgünlüğü
Çıkarların kesiştiği, Rusya’nın yol verdiği, ABD’nin ise göz yumduğu bir olgu olan ve içe dönük yansımaları özel bir gayretle köpürtülen Afrin operasyonuna dair tartışmalar devam ediyor.
Kısaca anımsamaya çalışalım. PYD için Türkiye’den vazgeçmeyi düşünmeyen, genellikle her iki kesimle de ilişkisini sürdürmeyi amaçlayan ABD, “Türkiye’nin hassasiyetini anlıyoruz” dedi. Sonuçta PYD, ABD için yerel bir müttefiktir; Türkiye ise kalıcı bir müttefik. Hatta operasyon sırasında ilk kez “PKK güçleri” tanımını kullandı ki bu, bir dil sürçmesinden çok Türkiye’yi gücendirmeden işi/süreci yönetme adımının bir gereğiydi.
Afrin operasyonunun Rusya’nın belirli oranlarda göz yummasının da etkisiyle ABD ile Türkiye’yi karşı karşıya getirebileceğini düşünenler oldu. Ama bölge ve Suriye siyaseti bu dar tanıma sığmayacak boyut ve içeriklerde yaşanıyor. Bu anlamda Türkiye’nin Rusya ve ABD geriliminden yararlanıp aradan sıyrıldığını söylemek de Rusya’nın tutumunu salt PYD-ABD ilişkisi üzerinden açıklamak da meseleyi basite/hafife almak olur. Aksine Türkiye’nin Rusya’yı da ABD’yi de razı ettiğini, bir diğer ifadeyle çıkarların örtüşmesinin böylesine iç içe geçişleri beraberinde getirdiğini söylemek mümkün.
Bölge siyasetinin kaygan zemini, dizilimi de politik öngörüleri de uzun erimli kılmıyor. Yine de bu zemine dair konuşurken, burjuva siyasetin üzerine bina edildiği pragmatizm ve çıkar ilişkileri ile devrimci siyaset birbirine karıştırılmamalıdır. Ne yazık ki bazen bırakalım karıştırmayı, alternatif siyaset adına yapılanlar ile burjuva siyasetin ölçüleri arasındaki çizgi, olmaması gereken düzeyde inceliyor. Halbuki, emperyalizm ve domine ettiği işbirlikçi iktidarlar tarafından gerçekleştirilen saldırılar sırasında verilen istatistikî rakamlar ve kazanma yönünde yapılan manipülasyonlar ile direniş halindeki halkların öncü güçlerinin yaptığı açıklamalar arasında nitelik farkı olmalıdır.
Tam da bu bağlamda Afrin’de yaşananlar sonrasında, PYD’nin yaptığı “biz de zafer kazandık” anlamına gelen açıklamadan çok daha farklı, direnenlerin geleneksel duruş ve değerlerine uygun, daha inandırıcı bir açıklama beklemek, zalimin zulmüne ve işgale karşı aynı tarafta yer alanların hakkıdır. Türkiye’nin Fırat Kalkanı’nda dahi temenni ettiği hızda ilerleyememiş olması sonrasında, Afrin’de özellikle hava üstünlüğünün öneminin azalacağı kent merkezinde (tüm beklentilerin aksine gerçekleşen) ilerleme hızı açıklanmaya muhtaçtır. Savunulması daha güç olan ön hatlarda önemli kayıplar verme pahasına direnen YPG’nin bir pazarlık sonucu çekilmiş olma ihtimali bu gerçekliği değiştirmiyor.
Buradan Kürt hareketinin çıkarması gereken sonuçlar, ayrı bir yazı ve hatta tartışma konusudur. Mevcut gelişmelerin en azından emperyalizmle girilmiş olan ilişkilerin sorgulanmasını beraberinde getireceğini umut ediyoruz.
Uzun vadeli hesapların kesişim noktası Ortadoğu
Bugün artık Suriye’de yaşanan bir gelişmeyi en dar bağlamı içinde değerlendirmek, olup biteni anlamaya yetmiyor. Örneğin Rusya’nın Suriye’deki varlık nedeni, kendi çıkarlarından, gözettiği dengelerden vb. bağımsız düşünülürse anlaşılamaz. Yaygın bir kanaat olsa da Rusya’yı İran, Suriye ve Hizbullah’la ilişki içinde; kaynaşmış, her konuda örtüşen bir toplam oluşturacak şekilde düşünmek doğru değil. Sürece dahil olduğu andan itibaren Suriye eksenli bir ittifak söz konusu olsa da Suriye’nin çıkarları ile Rusya’nın çıkarları arasında eşitlik kurmak, Afrin’de olduğu gibi yaşananları anlamayı güçleştirir.
Afrin savaşı başladığında Suriye’nin, “hava sahamıza giren uçakları vururuz” kesin tutumuna rağmen Rusya, kısa süreli bir kesintiden sonra uçuşa izin verdi. Bu tavrı, anlık bir tercih veya zorunluluktan öte “Rusya soruna nasıl bakıyor” sorusu eşliğinde değerlendirmek gerekiyor.
Öncelikle bilinmesi gerekiyor ki dünyanın en önemli enerji kaynaklarına ve ulaşım yollarına sahip Ortadoğu’da büyük boyutlu, kalıcı sonuç veren çatışmalar yaşanmadan bugünkü kapışma sonlanmayacak, düğümlenme halindeki sorunlara, hegemonya ve çıkar çatışmalarına karşılık düşen bir çözüm getirilemeyecek. Mevcut konjonktürde bazı ülkelerin günlük çıkarları doğrultusunda radikal ya da eksik/sınırlı adımlarının söz konusu olması, süreç üzerinde tayin edici etki yapmıyor.
İşte bu denklem içerisinde Rusya, öncelikle kendi çıkarlarını düşünüyor; kendi ajandası var. Bu ajandanın içinde elbette Suriye’de üs oluşturmak, yer tutmak, Akdeniz kıyısında bir müttefik sahibi olmak vb. var. Rusya, aynı zamanda hegemonya ve paylaşım savaşının öznelerinden biri ama bu nedenlerle Suriye=Rusya denkliği kuramayız. Rusya’nın çıkarlarını/hesaplarını Suriye’nin hesap ve çıkarlarına kadar daraltamayız. Veya Rusya’yı, Suriye’deki ABD eksenli bloğun her hamlesinde silaha sarılan bir güç olarak da göremeyiz. Birincisi hegemonya ve paylaşım savaşı uzun erimli bir savaştır. İkincisi bugün Suriye’de öncelikler sıralamasına göre hareket etmek, gerektiğinde zamana ve dengelere oynamak, hem Suriye’nin hem de Rusya’nın özenle uyguladığı bir yöntemdir.
Tam da bu bağlamda Rusya, bölgede her çatışmanın doğrudan tarafı olmadan, uluslararası düzeyde geniş kapsamlı ekonomik ve siyasi ilişkilerine sekte vurmadan Suriye’yle, İran’la girmiş olduğu ilişkiye de zarar gelmeden bir denge politikası izlemek durumunda kalıyor. Bu yönüyle, İran’la da Suriye’yle de Türkiye’yle de çıkarlarını koruyabilmesini sağlayacak biçimde bıçağın keskin yüzü üzerinde yürümeye çalışıyor. Özetle Rusya, Türkiye’yi bütünüyle ABD’nin kucağına atmayacak, Suriye ve İran’dan da vazgeçmeyecek türde bir çizgi izliyor.
Türkiye-ABD mesafesi açıldı mı?
Tüm zorlamalara ve konjonktürel/bölgesel özgünlüklere rağmen Türkiye’nin eksen tanımında yer değiştirdiğini veya ABD ile mesafe oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Tersine, Suriye’nin parçalanması ve Türkiye’nin şu veya bu nedenle de olsa batıda alan tutması, son tahlilde ABD’nin işine gelmektedir. Aynı şeyi, sahada tutulan alana bağlı olarak Türkiye’nin diplomatik alanda söz söyleme gücünde görülecek olan göreli artış için de söyleyebiliriz.
ABD için bugün YPG ile beraber tuttuğu, petrol ve su kaynaklarını da içine alan bölgenin savunulması çok daha önemlidir; önceliklidir. Başından beri Afrin konusundaki tavrını ve YPG’nin Afrin’den çekilmesinde almış olabileceği muhtemel rolü bu bağlam içinde değerlendirmek gerekiyor.
Suriye’nin, farklı noktalarda farklı ittifakları ve öncelikleri öne çıkaran bir saha olma biçimindeki niteliği üzerinden atlanarak olup biteni açıklamak zordur. Bu bağlamda Fırat’ın doğusu söz konusu olduğunda çok daha sert/tavizsiz davranması beklenen ABD, Afrin’de YPG yerine Türkiye’nin varlık göstermesine göz yummuş, Menbiç’te ise pazarlığa bağlı olarak davranma tutumunu tercih etmiş görünüyor.
Aşağıda da ayrıntılarıyla belirttiğimiz gibi bölgede ABD’nin öncelikleri ve İsrail’in yanında Türkiye gibi bir güce olan ihtiyacı, Türkiye ile mesafeleri açmayı değil daha yakın ilişkiler kurmayı gerektiriyor. Özellikle İran’ın kuşatılması ve kazanımlarının geriletilmesi konusu, önümüzdeki süreçte Türkiye ABD arasındaki yakınlaşmayı daha da görünür kılacaktır.
Olası gelişmelere dair hipotezler
Bugün genelde Ortadoğu’da özelde Suriye ve Irak’ta sürecin nasıl bir seyir izleyeceğine dair çeşitli hipotezler var. Örneğin, Irak ordusunun Sincar’a girmesi bir anlamda Kuzey Suriye’deki Kürt eksenli bölgenin doğu sınırını belirlemiş oldu. Suriye’nin kuzeyinde sonuçta tarafların hangi noktada uzlaşacağı veya hangi duruma razı olacağı ise hala tartışmalı. Bu konuda da çeşitli hipotezler var. Örneğin, Kobane ve Cizîr kantonlarını da içine alan mevcut bölgenin daha da daraltılmış bir kısmı üzerinden Türkiye’nin ikna edilmeye çalışılmasından, tersine Deyr ez Zor’u da içine alan çok daha büyük bir bölgede ısrara kadar çok farklı iddialar söz konusu. Deyr ez Zor, bir yanıyla doğal kaynaklar vb açısından büyük önem taşırken diğer yanıyla ABD’nin İran-Suriye bağını koparma hesaplarında coğrafi olarak özel bir öneme sahip. ABD’nin, var olanların dışında Deyr ez Zor’a da çok büyük bir üs kurma kararı da bölgenin önemiyle doğrudan ilintilidir. Bölgede Şubat ayında çok sayıda Rus askerinin öldüğü bir çatışmanın yaşanmış olması da kısa bir süre önce yine büyük bir çatışmanın eşiğinden dönülmüş olması da oraya tarafların verdiği önemi gösteriyor.
Son olarak Trump’ın basına düşen “Suriye’den çekiliyoruz” biçimindeki açıklaması da sanıldığının aksine ABD’nin bölgeden vazgeçmesi olarak değil, farklı enstrümanlarla yola devam etme eğilimi olarak okunmalıdır.
Öyle görünüyor ki ABD, süreci zamana yaymak ve daha taze, ek güçlerin devreye girmesini sağlamak üzere planlama yapıyor. Aynı zamanda Macron’un “Fransa, ABD ile anlaştı, Menbiç’e asker gönderecek” biçimindeki açıklaması, bölgede çok daha köklü ilişkileri olan Fransa’nın öne çıkacağını ve çeşitli roller üstleneceğini gösteriyor.
Özetle yaşananlar, ABD’nin politikalarının değiştiğinin değil, politikalarına yeni aktörleri dahil etme çabası içinde olduğunun ifadesidir. Bu çerçevede Türkiye ile ilişkilerinin sahada daha da görünür hale gelmesi ve TSK’nin bölgenin en etkili ordusu olarak ABD’nin politikaları dahilinde daha aktif rol alması da güçlü hipotezlerden biridir.
Yine çeşitli kaynaklarda dillendirilen, özellikle sürecin daha büyük çatışmalara evrildiği aşamada Deyr ez Zor gibi tayin edici noktalarda İran’ın savaşa doğrudan katılma ihtimali de TSK’nin ABD tarafından bu bağlamda sürece sokulması da zayıf bir hipotez değildir. Türkiye’nin ekonomisinin hızla militarize edilmesi de Afrika ülkelerine yapılan ziyaretler, Somali’deki üs vb. de bu kapsam içerisinde değerlendirilmesi gereken olgulardır.
Bu bağlamda bugünden başlayarak 2019’la beraber Türkiye’de kurulmak istenen sistem, doğrudan emperyalizmin/ABD’nin ihtiyaç duyduğu ve hatta başkalarına örnek model olarak düşünülen bir sistemdir. Bundan ne ABD’nin ne de AKP’nin/Erdoğan’ın vazgeçmesi, işi şansa bırakması beklenmemelidir. Tam da bu nedenle, söz konusu gelişmeleri dikkate almayan politikaların ve mücadele hattının döneme denk düşmeyeceği, sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarını karşılamayacağı bilinmelidir.
31 Mart 2018
Devrimci Hareket