Türkiye’de emeğin en hassas halkasını oluşturması bağlamında çocuk işçiliğine bakarak söylersek; çocuk işçi sayısının 2 milyonu bulduğu, bunların yaklaşık yüzde 80’inin kayıt dışı çalıştığı ve bunun yanında, iş cinayetlerinin OHAL’de yüzde 10 arttığı, Erdoğan’ın, grevleri engellemekle övündüğü koşullarda 1 Mayıs sürecine giriyoruz.
1 Mayıs, ortaya çıkışı itibariyle de emekle, ezilenlerin haklarıyla ve gelecek düşüyle doğrudan ilişkili bir tarihtir. Mart’tan itibaren gerek doğada, gerekse sınıflar mücadelesinin zaman aşımına uğramayan mirasının güncellenmesinde gözlenen canlanma Nisan’dan Mayıs’a evrildiğinde; 1 Mayıs’ın önemi önce Denizlerle bütünleşir, sonra Denizler İbrahim’le, İbrahim Sinanlarla ve Sinanlar Cevahir’le aynı toplumsal karede buluşur.
Bu toplam fotoğrafın bize öğrettiği, tarihi kitlelerin yaptığı ve sınıflar mücadelesinin tarihin motoru olduğudur.
Bu yıl 1 Mayıs’ın seçim atmosferi içinde, ülkenin açık faşizmin kalıcılaştığı bir döneme doğru sürüklendiği bir tarihsel anda kutlanıyor olması, alandaki/sokaktaki duruşa ve devamında mücadelenin kesintisizliğine çok daha özel anlamlar kazandırıyor.
Ülke bir darbe iklimindedir
OHAL, olup biteni anlamak açısından bir turnusoldur. OHAL’den alınan kesit, gerek küresel boyuttaki gelişmeleri gerekse Türkiye’de sınıflar mücadelesinin aldığı boyutu görebilmeyi sağlıyor. Erdoğan’ın “Bu ülkenin olağanüstü hal ile yönetilen dönemler, bizim OHAL gibi değildi. Fabrikalar greve gider, çalışamaz hale gelirdi. Sanayicilere sesleniyorum, bir tane fabrikada grev söz konusu mu? Böyle bir şey de biz anında müdahalemizi yapıyoruz.” biçimindeki açıklaması, aynı zamanda başkanlığın kimlerin ihtiyacı olduğunun göstergesidir.
Bugün artık dünya ölçeğinde pek çok örnekle görülebilen dehşet dengesi, yarının sınıflar mücadelesinin seyrine dair de ipucu veriyor. Bu dengenin bir tarafında Apple, Sony, Samsung vb. var; diğer tarafında, günde bir dolar karşılığında madenlerde vahşi koşullarda çalışıp söz konusu şirketlerin kullandığı kobaltı çıkaran 7 yaşındaki çocuklar var. Bunun Türkiye’ye izdüşümünde, keskinleşen emek-sermaye çelişmesinde; emeği kendini yakan işçi, sermayeyi ise Afrin’i yakan iktidar temsil ediyor.
Çaresiz veya çözümsüz değiliz
Anımsamaya çalışalım, 1933’te Hitler Reichstag’ı (parlamentoyu) yaktırmış ve devamında diktatörlüğünü sağlamlaştıracak adımlar atmıştı. Bugün yaşananlar, çeşitli açılardan Hitler Almanya’sını çağrıştırıyor. O süreçte Clara Zetkin’in yaptığı, “Tüm tehdit edilenler, tüm acı çekenler, haydi faşizme karşı birleşik cepheye” sözü bugün Türkiye’de sahip olunması gereken duruşu özetliyor.
Tablonun ortaya koyduğu güçlüklere rağmen, çaresiz veya çözümsüz değiliz. Gezi’nin yaşandığı, birikim ve öğreticiliğinin 16 Nisan “Hayır” çalışmasında yeniden üretildiği, Adalet Yürüyüşü’nde güncellendiği bir coğrafyada mücadele ediyoruz. Ve sınıflar mücadelesi bilincinin devamlılık ve üretkenlik gerektirdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu, aynı zamanda dün-bugün diyalektiğidir. 8 saatlik işgünü mücadelesinden özgürleşme mücadelesine uzanan birikimin bütünüdür. Güncel ifadesi, halkların mücadele birliğidir; tüm ezilenlerin aynı barikatta yoldaşlaşmasıdır.
İnsanlığa 1 Mayıs geleneğini kazandıran proleterlerden Chicagolu Louis Lingg’in, “Sizi tanımıyorum! Sizin kanununuzu, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!” diye haykıran sesini, bugünün kavga dinamikleriyle buluşturmak, demiri tersine bükmek ve geleceği kazanmak mümkün. 1 Mayıs bunun ön adımı, habercisi olsun.
26 Nisan 2018
Devrimci Hareket