Bugün sermayeden yana emeğe karşı tüm haramilerin dünya ölçeğinde, aralarındaki çelişmelere rağmen elbirliği yaptığı bir süreçten geçiyoruz. Azami çıkarlarını gözetmek üzere kendi yasalarını dahi tanımaz hale geldikleri, emeğin kavga ve bedel sonucu kazanılmış tüm haklarının boy hedefi yapıldığı dizginsiz bir saldırganlıkla karşı karşıyayız.
1929 krizi sonrasını anımsatır biçimde faşizmin dünya ölçeğinde yaygınlaşması bir tesadüf değildir. Trump’ın ölçüsüzlüğü de Macron’un neoliberal politikaları da Bolsonaro’nun faşist kimliğiyle Brezilya’da iktidara gelmesi de dolayısıyla da Erdoğan’ın başkanlığı ve politikaları da sermayenin dönemsel tercihlerinin somutlanmasıdır.
Sermayenin ihtiyaçlarını paket haline getiren tekelleşmiş yürütmenin Bakan’ı Berat Albayrak, açıkça “kurumlar vergisini düşüreceğini ve doğrudan vergiyi artıracağını” yani vergiyi patronlardan değil halktan toplayacağını, krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkacağını söylüyorsa, 44 yıldır iktidarların dillendirdiği ama gerçekleştiremediği kıdem tazminatı gaspı için harekete geçmişse, emekçiler de bunun karşısında açıkça ve kararlıca durmalı, günün kavga gereklerine göre saf tutmalıdır.
Seçim sonuçları karşısında AKP’nin/Erdoğan’ın direnci gerçekte kontrolsüz sömürü ve yağmaya alışmış olan saldırgan sermayenin direncidir. 440 kadının katledildiği ve 1923 işçinin iş cinayetinde yaşamını yitirdiği 2018 yılı, nasıl bir 2019 tasarladıklarının hem özeti hem de habercisidir.
1 Mayıs’ın önemi artıyor
Artık adil ve güvenli olmayan seçimlerle de olsa rıza oluşturamaz haldeler. Yalan da güç de haksızlık üzerine bina edilmiş sistemi ayakta tutmaya yetmiyor.
Böyle bir süreçte, ezilenlerin sınıf kardeşliğinin öne çıktığı, eşit ve özgür bir gelecek ufkunun somutlandığı bir gün olan 1 Mayıs’ın önemi daha da artıyor.
Direnenlerin sayısının yeterli boyutta olmaması ve mücadalenin zorlu nitelikleri, moral bozmaya veya umut kırılmasına değil, çoğalma ve çoğaltma yollarını geliştirmeye sebep olmalıdır. Dünyada ve ülkede sınıflar mücadelesi pratiğinin öğrettiği gerçeklik, bu yolun birleşik mücadele olduğudur.
Bu tarihsel süreçte kıdem tazminatı gaspından BES saldırısına, seçim hilelerinden hak gasplarına kadar hemen her sorunun ortak çözümüne giden kolektif arayışlar bugünün en acil ihtiyacıdır, en gerçekçi çözüm yoludur.
Gün, mücadele günüdür
Şimdi Nisan’dan Mayıs’a akarken süreç, bizler de sınıfa karşı sınıf, sermayeye karşı emek bilinciyle, kendi tarihinden öğrenen kitlelerle beraber süreci örgütlemeli, Mayıs’ı bir ay olmaktan çıkarıp sürekli bir iklime çevirmeliyiz.
Bilinir ki kaderini eline alan ve değişim isteyen halkların muazzam bir enerjisi vardır. Bu aynı zamnada bir birikimdir. Bu yolda Nisan, Mart’tan öğrenir ve Mayıs’a hazırlık yapar. Mart’ın 3’ünde Önder vurulmuş ama mücadeleden düşmemiştir; 8’inde kadın mücadelesi birleşik mücadelenin odağına oturmuş, 18’inde Paris’ten devralınan komünal miras hafızası tazelenmiş, 21’inde Newroz kardeşliği bir kez daha somutlanmış, 28’inde Teoman Ayvaz ölümsüzleşmiş, 30’unda devrimci birikim Mahir’leşmiştir.
İnsanlığa 1 Mayıs geleneğini kazandıran proleterlerden Chicagolu Louis Lingg’in, “Sizi tanımıyorum! Sizin kanununuzu, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!” diyen sesi, bugün halkın sokaklardan yükselen itiraz ve irade içerikli sloganlarına karışıyor. Ve yarını da geleceği de kazanmanın yol haritası beliriyor.
Vaktinde Rosa, çok isabetli biçimde “Hareket etmeyen zincirlerini fark edemez” demişti. Unutmamak gerekir ki zincirlerimizi fark edemeyeceğimiz bir hareketsizlik hali toplumsal tutsaklığı büyütür, kalıcılaştırır. Bu nedenle biz, 1 Mayıs’ta kolaya kaçmayacağız. Çaresiz değiliz. “1 Mayıs bir alana da bir güne de sığmaz” bilinciyle hareket edecek, günü kurtarmakla yetinmeyecek, geleceği kazanmanın basamaklarını örgütlemeye devam edeceğiz.