Seçimlerin iptali ve rejimin niteliği
Bilindiği gibi YSK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptaline ve yenilenmesine karar verdi. Eğer bu karar pek çok konuda yapıldığı gibi günlük akılla, çeşitli noktalardan servis edilen dar ufuklu tartışmaların etkisinde kalınarak değerlendirilecek olursa hem olup bitenler anlaşılamayacak hem de yeni yanılgılara davetiye çıkarılmış olacaktır.
Gerçekte tekelleşen irade tarafından tasarlanarak alınan bu kararla demokrasicilik oyununun dahi sonuna gelindiği ilan edilmiş oldu. Kaldı ki seçim iptal olsa da olmasa da her halükarda hukuksuzluk, her halükarda komplo, kendi yasalarını çiğneme, yargıyı bir sopa gibi kullanma ve iktidar imkanlarını sermaye için seferber etme söz konusu olacaktı; bu, darbe iklimini kalıcılaştıran Saray rejiminin sınıfsal niteliği gereğidir.
Ekonomi ve güvenliği öne çıkaran; ekonomiden sermayenin azami çıkarlarını, güvenlikten de söz konusu çıkarların gözetilmesini anlayan, Kamu İhale Kanunu’nun 186 kez değiştirilmesinde olduğu gibi rant ve yağma yöntemlerini sürekli olarak güncelleyen, olağanüstülüğü olağanlaştırmış bir iktidardır söz konusu olan.
17 yıldır böyle bir rejimin inşasında rol alan AKP doğru okunmalıdır. Bu, gerçekte sermayenin dönemsel ihtiyaçları çerçevesinde operasyon yapan bir örgütlenmedir. Genelde emperyalizmin özelde Türkiye oligarşisinin operasyonlarını her yola başvurarak ısrarla gerçekleştiren AKP’nin 17 yıldır yaptıkları bundan sonra neler yapabileceğinin göstergesidir. Operasyonlar ve yargılamalar eşliğinde emperyalizmin ihtiyaçlarına göre yeni bir düzen tasarlamaktan özelleştirmelere, kamusal olan her şeyin tasfiyesinden tarımın öldürülmesine kadar her adım planlı olarak yerine getirildi. Ve sonuçta sermayenin sözünün doğrudan etkili olduğu açık faşist bir rejimin tesisi gerçekleşti.
Seçimler bilinen işlevini yitirdi
Bir kez daha görüldü ki seçimler; egemen sınıflar için sömürü, rant ve yağma üzerine kurulu düzenlerinin devamına imkan tanıdığı ölçüde kabul edilebilecek bir araçtır. Söz konusu onların hanesine yazılan oy ise, mühürsüz oylarda olduğu gibi her yol mubahtır. Ancak kazanan onlar değilse Bahçeli’nin açıkça vurguladığı gibi sandıktan çıkmış olsa da kabul edilmeyecektir. “Beka” tanımı da Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırı da ve artık her ihtiyaçta devreye sonucu tayin edecek bir enstrüman olarak sokulan yargının oynadığı rol de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Seçimler daha önceki süreçte sermaye düzeninin devamına rıza oluşturmak için yapılıyordu. Bu içerikte bir devamlılık sermaye için yeterliydi. Ancak keskinleşen çelişmeler, sermayenin artan talepleri ve tahammülsüzlük giderek söz konusu burjuva siyaset tarzının sonunu getirdi.
Yeni süreci görünür kılan en somut gelişme, 2015 7 Haziran’ında kabul edilmeyen sonuçlar ve 1 Kasım’a uzanan katliam ağırlıklı süreçte gözlendi. 16 Nisan’da mühürsüz oy uygulaması ve 24 Haziran’da sokağa güç yığarak alınan sonuçlar ise artık seçimin, bilinen biçimiyle yapılmasının sonuna gelindiğini gösteriyor.
Bunun dönemsel gerekleri doğrultusunda İstanbul seçimi iptal edilmeseydi başka türden müdahaleler de gündem gelebilirdi. Önemli olan bu türden süreçlere hazırlıklı olmak ve sandıkta başlayan yönetememe halini, farklı zeminlerde yapılacak müdahalelerle halkların lehine çevirmektir.
Saflaşma ve mücadele
Süreç, kimilerinin telkin ettiği gibi uzlaşmayı değil, sınıfsal temelde saflaşmayı ve mücadeleyi gerektiriyor. Erdoğan tarafından dile getirilen ve kimilerinin “demokratikleşme yönünde bir yumuşama” olarak anlamak için özel çaba harcadığı “Türkiye İttifakı” veya “aynı gemideyiz” illüzyonu, gerçekte sınıfsal olarak bir teslimiyeti ve sermaye egemenliğinin devamını amaçlıyor. Halbuki seçimlerde olduğu gibi ekonomi öncelikli gündem ve süreç, sınıfsal ayrışmayı zorluyor. Bunun karşısında muhalif kesimleri etkisizleştirici sınıfsal asimilasyon için pek çok koldan çaba harcansa da gerçekliğin üzeri örtülemiyor.
1 Mayıs günü emekçiler alanlarda sloganlarını haykırırken, Erdoğan TÜSİAD’ı Saray’da neredeyse tam kadro kabul etti. 2 Mayıs’ta ise TOBB’nin Genel Kurulu’nda yine patronların yanındaydı.
Bilinir ki olağanüstü süreçler olağanüstü çözümler gerektirir. Bunun bilincinde olan sermaye güçleri ve onların düzenleriyle karşılıklı beslenme ilişkisi içinde bulunan cemaatlerden vakıflara kadar tüm kesimler çıkarlarını seçimlerin iptalinde gördü. Önümüzdeki 45 günlük sürede seçimleri şansa bırakmamak için sınıfsal nitelikleri gereği zordan hileye, milliyetçiliği kamçılamaktan çıkar ağının çapını büyütmeye kadar hemen her yolu denemeleri beklenmelidir.
Onlar, iktidar dahil tüm imkanlarına rağmen gerçekte güçlü değiller. 31 Mart’tan bugüne yaptıkları, iktidar avantajına rağmen halkta artık rıza oluşturamaz noktaya geldiklerini gösteriyor. Krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkma çabaları, halkın nezdinde gerçek yüzlerinin açığa çıkmasını hızlandırıyor.
Bu koşullarda doğru seçilmiş hedefler eşliğinde örgütlü karşı duruşlar hem gidişlerini hızlandıracak hem de insanların beklentilerinin istismar edilmediği, umutların sömürülmediği alternatif bir geleceğin basamaklarını oluşturacaktır.
Devrimci Hareket
7 Mayıs 2019