FELSEFE BİLİMLER TOPLAMIDIR
İnsanın yaşam mücadelesinde edindiği her deneyim birikerek ortak bir bilinç oluşmasına yol açmıştır. Duyu organları aracılığıyla çevresindeki gelişmeleri algılayan insan; yaşadığı zorlukların üstesinden gelebilmek için çeşitli çözümler üretmiştir. Başlangıçta küçük hayvanları taş, sopa gibi basit araçlarla avlarken; zaman içinde ateş, ok ve yay gibi aletlerin yardımıyla doğaya hükmetmeye başlamıştır. Bitki ve hayvanlar çeşitli deneyimlerle ayıklanarak güvenli bir besin zinciri oluşturulmuştur.
Her şey pratikle başlar teoriyle devam eder ve tekrar daha ileri bir pratiğe dönmek zorundadır. Pratikte karşılaşılan zorluklar birikip kolektif bilinçte çeşitli çözümler geliştirilmesini sağlayarak tekrar pratikte sınanır. İnsan faaliyetleri, pratik içindeki zorlukların kolektif akılla aşılarak yeni pratiklere girilmesidir. Pratik, teori ve daha ileri pratik…
İşte insanın gelişme serüveni.
Bilgi edinme süreci başlangıçta insanın çevresinde gördüğü dünyayı algılama biçiminde gelişirken zaman içinde bilgi edinme süreci karmaşıklaştıkça toplumun ilgi ve algısında çeşitli sorunlar yaşanmıştır. Bilim geliştikçe çeşitli alt dallara (matematik, fizik, kimya vb.) bölünerek farklı kişilerin uzmanlık alanı haline gelmiştir. Kapitalizme geçişle birlikte bilimsel araştırma ve geliştirme süreçleri büyük yatırım gerektiren sektörlere dönüşürken; bilim ve bilim insanları şirket bünyesinde çalışan teknisyenler haline geldi. Bilimin hızla ticarileşmesi yanında patent, lisans vb. araçların da tekellerin denetimine girmesi bilgiye ulaşmanın bilinçli bir şekilde engellenerek halkın bilime yabancılaşması sürecini hızlandırmıştır. Ülkemizde uzun yıllardır yerleştirilmeye çalışılan bireycilik, bencillik, kısa yoldan köşe dönme biçiminde ki anlayış, emek harcamadan sonuç alınabileceği yanılgısını yarattı. Günümüzde artık sorun bilime ulaşamamak değil bilimsel yol ve yöntemlerin hızla terk edilmesidir. Toplumda yaygın biçimde tanık olduğumuz “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” anlayışının arka planında yine bu gerçek yatmaktadır.
Reel sosyalizmin çözülmesi ardından yaşanan yenilgi atmosferinin etkisiyle devrimcilikten hızla uzaklaşılan bir döneme girildi. Yaşanan kuşak kopmasının da etkisiyle örgütsel yapılarda değişim adı altında ideolojik çözülme had safhaya vardı. Örgütlenme anlayışından çalışma tarzına; kadro anlayışından devrim anlayışına kadar yaşanan savrulma yarının bugüne feda edilmesine yol açacak riskleri de barındırmaktadır. Bilgiye mesafesi en kısa olması gereken devrimcilerin, bırakalım bilimsel yayınları takip etmeyi çeşitli gerekçelerle kitap okumakta bile zorlandığına tanık olmaktayız. Ele aldığımız yazı içerisinde geçmekte olan bazı bilimsel kavram ve tanımlara aşina olunmadığı için bazı zorluklar yaşansa da seçilen örneklerdeki ana fikrin özümsenmesinde bir sorun oluşmayacağını temenni ediyoruz. Bilimsel bir yöntem edinmek yoğun emek, çaba ve sabır gerektirir. Geleceğin kurucusu olan devrimcilerin attıkları her ilmiğin, dokuyucusu oldukları kilime katacağı değerin bilinciyle hareket edeceğini düşünüyoruz.
Bilim Felsefe ve Siyaset ilişkisi
İnsanlığın serüveninde bilim, felsefe ve siyaset hep iç içe olmuştur. Bilimin ve tekniğin ulaştığı düzey felsefeyi etkilerken, felsefi sonuçlar ise bilimsel gelişmenin önünü açmıştır. Tarih boyunca felsefe, toplumların bilgi ve bilinç düzeyince şekillenmiştir. Bilimlerin henüz ayrışmadığı ve bir bütün olarak görüldüğü filozoflar çağında, bilgi edinmenin doğa üzerinden şekillenmesi materyalizmin doğuşuna yol açmıştır. Materyalizm, yaşamı belirleyen şeyin bilinç değil; bilinci belirleyen şeyin yaşam(madde) olduğunu söylemiştir.
Köleciliğin yaygınlaşması egemenlerin toplumları yönetmek için materyalizm karşısında idealizme başvurmasına yol açmıştır. Egemenler toplumları yalnızca şiddet yoluyla değil idealist felsefe yoluyla da esaret altına almıştır. Aristo ve Ptolemaios, dünyanın hareketsiz, düzve evrenin merkezinde olduğunu ve diğer gök cisimlerinin onun etrafında dizildiğini söylüyordu. Bu görüş skolastik (durağan) felsefenin temelidir. Skolastik felsefe bilimsel gelişmelerin önünün yüzyıllarca kesilmesine yol açmıştır. Engizisyon veya şeriat mahkemeleri tarafından bilim insanları yakılmış ya da işkence ile öldürülmüşlerdir. Egemenler bilimsel gelişmelerin önüne geçerek yoksulların başkaldırısını dini afyon haline getirerek uyuşturmaya çalışmıştır.
Egemenlerin halkları baskı altında tutmak için idealizme başvurması karşısında, ezilenler materyalist dünya görüşüne sarılmıştır. Thales, Heraklitos, Demokritos ve Epicuros gibi filozoflar materyalist felsefenin o dönemki başlıca temsilcileridir. Epicuros’un (M.Ö 341-270)“Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz” sözüyle özetlenebilecek felsefi duruşu siyasal etkisini göstermekte gecikmemiş; Spartaküs, (M.Ö 73-71) Bedrettin, Pir Sultan vb. tarih boyunca çeşitli ayaklanmalara ilham kaynağı olmuştur. Materyalist filozoflar ezilenlerin mücadelelerinde her dönem yol gösterici olmuştur.
DİYALEKTİĞE GİDEN YOL
Kökeni Yunancadan gelen diyalektiğin kelime anlamı iki kişinin karşılıklı konuşması veya iki karşıtlığın mücadelesi dir. Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin kolay anlaşılabilmesi için başvurulan basit örnekler bazen idealizmin formel mantığına düşülmesine yol açar. Nedir formel mantık? Özün yerine formu, içeriğin yerine biçimi öne çıkarmaktır. Formel mantık her şeyin kendine has, kendi için var olduğunu öne sürmektir. Formel mantık ele aldığı maddenin yalnızca kaba bir tasvirini yapar. Diyalektiğindüşmanıdır. “Metafizikçi bireysel şeyleri incelerken onlar arasındaki bağıntıları unutur, onların varlığını incelerken, o varlığın başlangıcını ve sonunu; onların durgunluğunu incelerken hareketini unutur. Ağaçlar yüzünden ormanı göremez…
Oysa diyalektik, şeyleri ve onların tasarımlarını, ideaları (fikirleri), köklü bağlantıları, sıralanmaları, hareketleri, başlangıçları ve bitişleri içinde kavrar.” (Bilimsel ve Ütopik Sosyalizm- Engels)
Herhangi bir şeyi incelerken diyalektiğin evrensel yasalarının yalnızca bazılarının uygulanabileceğini düşünmek yanılgı olur. Yasaların her birinin daha iyi anlaşılması için seçilen örnekler çoğu zaman bir sürecin kesiti niteliğindedir. Sürecin bütünü göz önüne alındığında yasaların tamamının geçerli olduğu daha rahat görülebileceği gibi tüm yasaların daha iyi anlaşılmasını sağlar.
Elmanın olgunlaştıktan sonra toprağa düşüp çürüdüğü ve yeterli güneş ve su sayesinde çekirdeklerinden filiz açtığı, zaman içinde ağaca dönüşerek yeni elmalar verdiği söylenir. Sırf bu örnekte bile diyalektiğin dört temel yasasısın geçerli olduğu görülür.
Diyalektik materyalizmin oluşmasında bilimsel ilerlemeler çok önemli rol oynamıştır. Bilim ve teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmelerin sanayi devrimiyle birlikte hız kazanması felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. Hegel’de baş üstü duran diyalektik (idealizm), Marks ve Engels tarafından ayakları üstüne dikildi. Marksizm’e göre felsefecinin görevi sadece dünyayı anlamak değil değiştirmektir. Diyalektik ve tarihsel materyalizmin oluşmasında üç büyük buluşun belirleyici bir rolü olduğu söylenebilir.
Hücrenin Bulunuşu: İdealist felsefe tarafından insan, kutsanmış ve tanrının sureti olarak görülmüştür. Böylece krallar, sultanlar ve din adamları tanrı adına kâinatı yöneten kişiler mertebesine yükseltilmiştir. Bitkiler canlı görülmediği gibi hayvanlar insana hizmet için yaratılmış nesneler olarak algılanmıştır. En basitinden en karmaşığına kadar tüm organizmaların hücreden oluştuğunun anlaşılması tam bir şok etkisi yaratmıştır. Dünyanın evrenin merkezinde olduğu safsatasının yıkılmasının ardından; hücrenin bulunuşuyla insan artık kâinatın sahibi değil canlılar zincirinin sadece bir halkasına dönüşmüştür. Tek bir hücreden meydana gelen amip, terliksi hayvan ve milyarlarca hücreden meydana gelen insan hepsi hücresel bir yapıya sahiptir
Enerjinin dönüşümü: Hiçbir şey yoktan var, vardan yok olmaz. Evrende ortaya çıkan ya da yok olduğu söylenen her şey aslında maddenin veya enerjinin biçim değiştirmesidir. Isı, ışık, elektrik vb. aynı maddi gerçeğin farklı biçimleridirler.
Evrim teorisi: Darwin’in türlerin kökenini araştırırken ortaya koyduğu evrim teorisinin etkileri bugüne kadar varan bir dönüşüm yaratmıştır. Darwin bugün birbirinden çok farklı özelliklere sahip canlıların geçmişte aynı ortak ataya sahip olduğunu gösterdi. Darwin ayrıca evrimin motorunun doğal seleksiyon (mücadele yoluyla seçilim) olduğunu da tespit etmiştir. Sonraki yıllarda mutasyon, DNA, vb. alanlarda yapılan çalışmalar evrim teorisini pekiştirmiştir.
Bu üç bilimsel gelişme diyalektiğin yasalarının ortaya çıkışında özel öneme sahiptir. Bilimsel gelişmeleri çok yakından takip eden Marks ve Engels diyalektiğin geliştirilmesinde bilimsel gelişmelerden fazlasıyla yararlanmışlardır. Lenin’in 1909 yılında yayınlanan Ampiriokritisizm (deneysel eleştiri ya da bilinemezcilik, kadercilik) kitabı incelendiğinde yeni çıkan kuantum ve görelilik yasalarına son derece hâkim olduğu kolayca görülür. Diyalektiği anlamanın en doğru yolu bilimsel gelişmelerden uzak kalmamaktır.
DİYALEKTİĞİN YASALARI
Hareket ve Değişim :
Evrende her şey hareket halindedir ve sürekli değişir. Hareketsiz madde olamayacağı gibi maddesiz hareket de yoktur. Hareket ve değişim yasası eski çağlardan beri bilinmektedir.
Heraklitos “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz” derken tam da değişimi ( hareketi) tanımlamaktadır.
“Hiçbir şey yoktan var vardan yok olmaz” tespiti sürekli bir değişimin ve dönüşümün yaşanmakta olduğunu gösterir. Vücudumuzda her saniye bir yandan hücreler ölürken diğer yandan yenileri doğar. J.Stalin
“Doğada herhangi bir şey ortaya çıkıp gelişir, çözülür, sönüp gider. Sürekli hareket ve değişim, sürekli yenilenme ve gelişme vardır.” (Diyalektik Ve Tarihsel Materyalizm- J.Stalin)
diyerek evrende sürekli bir değişimin ve hareketin olduğunu bize gösterir. Hiçbir şey değişimden kaçamaz.
Nicel birikimler Nitel dönüşümlere yol açar :
Evrende en küçüğünden en büyüğüne kadar her şeyde nicelikten niteliğe veya nitelikten niceliğe sürekli bir dönüşüm olduğu görülür. Maddede sürekli bir hareket vardır. Bu hareket sonucu nicel(sayısal) birikimler nitel(yapısal) dönüşümlere yol açar. Suyun ısınarak 100 derecede su buharına dönüşümü nitel bir dönüşümdür. Ancak, 100 dereceye kadar her ısı derecesi nicel birikimi ifade eder. Yine aynı örnekten yola çıkarsak, su buharının soğumaya başlaması ve suya dönüşmesi de yine nitel bir değişim anlamına gelir. Ancak soğumanın her derecesi nicel bir birikimdir. Toplumsal hayattan örnek verecek olursak; işçi sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesi nicel birikim anlamına gelirken, iktidarı ele geçirmesi ve sosyalizmi kurması nitel bir dönüşümdür. Niceliğin birikmesi niteliksel sıçramalara yol açarken; niteliksel sıçrama ise yeni niceliksel gelişmelere olanak sağlamıştır.
Her elementin belirli sıcaklık değerinden sonra niteliksel bir değişikliğe uğradığı bilinmektedir. Her elementin gaz, sıvı ve katı hali vardır. Su için bu değerler bilinir ancak civanın donma derecesi -39 C iken buharlaşma derecesi 357 C’dir. Altını incelediğimizde ise sıvı haline geçmesi 1069 C iken buharlaşma noktası 2966 C dir.
Ampulün nasıl ışık yaydığı incelendiğinde telin akkor haline gelene kadar ısıtıldığında niteliksel bir değişikliğe uğrayarak ışığın ortaya çıktığı görülür. Isı enerjisi ışık enerjisine dönüşür.
Toplumlar tarihi incelendiğinde de niceliğin niteliğe dönüşümü görülebilir. 1789 Fransız devriminin ardından toplumda biriken tepkiler patlamalara yol açmıştır. 1845-46 yıllarında patateslerde görülen hastalıktan dolayı alınan düşük verim Avrupa’da kıtlığa yol açmış ve yükselen toplumsal tepkiler 1848-51 yılları arası tüm Avrupa kıtasında burjuva demokratik devrim sürecinin başlamasında etkili olmuştur.
Yadsımanın Yadsınması :
Evren incelendiğinde her yönde Nebulalara (gaz bulutu) rastlanmaktadır. Nebulalar; galaksileri, yıldızları ve diğer gök cisimlerini oluşturacaklardır. Nebula’dan galaksi’ye ve oradan da yıldızlara uzanan bir yadsımanın yadsınması…
Botanik bilimi incelendiğinde bir tohum filizlenerek ağaç olur ve çiçek açar. Ardından meyve verir. Ya da bir çiçek tohum vakti geldiğinde çeşitli yöntemlerle arıları, kuşları ve böcekleri çeker. Onlar da hem besin sağlayarak türlerini devam ettirirler hem de geçtiği yerlere tohumları saçarak yeni çiçeklerin üremesini sağlarlar.
Toplumlar tarihi incelendiğinde feodalizmden kapitalizme geçerken, zanaatkârların oluşturduğu loncalar, yerini atölye tarzında örgütlenmiş ve pek çok ustanın ücret karşılığı bir arada çalıştığı manüfaktüre bırakmıştır. Ticaretin hızla gelişmesiyle de fabrika sistemi doğmuştur. Böylelikle kapitalist sistem zanaatkârı aletinden, köylüyü toprağından kopararak ücretli işçiye dönüştürmüştür. Her yeni sistem eskinin içinden doğar, gelişir ve büyür. Ölmekte olan bir süre daha varlığını sürdürse de ortaya çıkan şey yepyeni bir şey olur. Köleci toplumdan feodalizme; kapitalist toplumdan sınıfsız topluma kadar sürekli çürüyenin içinden yeninin doğmakta olduğu görürüz.
Mekanik bilimi incelendiğinde de benzer bir durumla karşılaşmaktayız. İnsanın ortaya çıkışı kadar eski olan alet, kapitalizmle birlikte yerini pek çok aleti barındıran makineye bıraktı. Makineler ise makine yapan makinelere ve robotlara.
Çelişki :
Doğada tekilliğe yer yoktur. Her şey içinde karşıtını taşır. Her maddenin yapısında karşıtlık mevcuttur ve hareketin tetikleyicisi de bu karşıtlıktır. Mıknatısta + ve – , elektrikte anot(+) ve katot(-) bulunması hareketin temelini teşkil eder. Görelilik yasasına göre ışık dalga biçiminde hareket ederken; kuantum yasasına göre parçacık biçiminde hareket eder. Daha da önemlisi kuantum teorisinde ışık parçacık biçiminde hareket ettiği için hızı ölçülebilse konumu doğru ölçülemez ya da konumu ölçülebilse hızı doğru ölçülemez.
Sosyal bilimler incelendiğinde burjuvazi ile feodalizmin savaşımının; özünde kentin kıra, sanayinin toprak mülkiyetine, para ekonomisinin tarıma dayalı ekonomiye karşı savaşımı olduğu görülür. Sermaye burjuvazinin elinde biriktikçe meta üretimi hızlanmış fabrikalarda işçiye olan talep artmıştır. Kırda çeşitli baskı ve yasalarla mülksüzleştirilen köylüler işçi açığını kapatmak için zorla fabrikalara doldurulmuştur. Feodalizme karşı zafer kazanan kapitalist sistem bağrında kendi mezar kazıcısı olan işçi sınıfının doğmasına yol açmıştır. Günümüzün modern kölesi olan işçi sınıfı artık fiziksel zorla çalıştırılmak yerine gizli zor (ücret) yöntemiyle sömürülmektedir.
Ezenle ezilen arasındaki kavgada orta yol, uzlaşı yoktur; dişe diş, göze göz bir mücadele vardır. Sınıf savaşında proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme sosyalist devrimle çözülür. Feodalizm ile geniş halk kitleleri arasındaki çelişki demokratik devrimle çözülür. Sömürgelerle emperyalizm arasındaki çelişki Ulusal Kurtuluş Savaşlarıyla çözülür.
Çelişme her şeyin içinde vardır. Hangi olay veya nesne incelenirse incelensin mutlaka çelişki barındırdığı görülecektir. Pek çok bilim dalından çelişki yasasına bolca örnek bulunabilir.
Savaşta saldırı ve savunma; matematikte artı ve eksi; mekanikte etki ve tepki; fizikte pozitif ve negatif elektrik; toplum biliminde sınıf mücadelesi vb.
Çin devriminin mimarı ve Marksizm’in önderlerinden Mao Zedung’un çelişki yasasına önemli katkıları olmuştur. “Karmaşık bir şeyin gelişme sürecinde birçok çelişme vardır. Bunlardan birinin varlığı ve gelişmesi, öteki çelişmelerin varlığını ve gelişmesini belirler ya da etkiler. İşte bu zorunlu olarak baş çelişkidir…Kapitalist toplumda burjuvazi ile proletaryanın mücadelesi baş çelişmedir…Emperyalist işgal sürecinde baş çelişki işgalcilerle halk arasındaki mücadeledir.” (Pratik Üzerine- Mao Zedung Cilt-I) Baş çelişkinin bulunmasıyla devrim mücadelesi yürüten ülkelerde öncelikler sorununun çözümü sağlanmış; örgütlenme anlayışından çalışma tarzına kadar pek çok konu çözüme kavuşturulmuştur.
BİLİMSEL GELİŞMELER TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMLER ÜZERİNDE ETKİLİDİR
Kapitalizmin bilimi ve bilim insanlarını şirket çalışanlarına dönüştürmesinin yanı sıra üniversite kürsülerinin de siyasal iktidarın hizmetinde olması kitlelerin doğru bilgiye ulaşmasını zorlaştırıyor. Günümüzde bilim dallarının parçalanarak çeşitli alt gruplar oluşturması bütünlüklü bilgi edinme sürecinin önündeki bir başka engeldir. Halkın bilime karşı ilgisizliğinin, yabancılaşmasının temelinde bilimi boş bir uğraş olarak görmesi değil egemenlerin bilinçli çabası yatmaktadır. Bu çabayı boşa çıkarmanın yolu insanlığın gelişim tarihi içinde bilimin oynadığı önemli rolü kavramaktır. Tarih boyunca ortaya çıkarılan çeşitli yasa ve teoremlerin insanlığın karşılaştığı sorunları aşmak için başvurdukları araçlar olduğu çok net görülecektir.
Toplumsal ilişkilerde karşılaşılan zorluklar bilimsel gelişmeler için itici bir rol oynarken; bilimsel gelişmeler de toplumsal ilişkilerin daha ileri sıçramasında itici bir güç olmuştur. Ticaretin gelişimiyle doğal sayıların önemi artmış ve önce 2’li, 4’lü, 8’li sayma sistemleri gelişmiş ardından 1 den 9’a kadar rakamların bulunması ve özellikle 0’ın bulunması onlu sayma sisteminin gelişmesine olanak sağlamıştır.
Geometri filozofların boş zamanlarını doldurmak için icat ettikleri bir uğraş değildir. Gelgitler sonucu Nil nehrinin taşmasıyla tarımın zarar görmesi Mısırlıları çeşitli arayışlara itmiştir.
Geometri bu sıkıntıları ortadan kaldırmak için geliştirilen bir yöntemdir.
Bilimsel gelişmelerin insanların algı ve bilincinde yarattığı sıçramaların toplumsal dönüşümlerde iz bırakan etkileri olur. Teleskopun bulunuşu gökyüzünün gizeminin çözülmesinde kaldıraç işlevi görmüştür. Kopernik (1473- 1542), Brahe (1546- 1602), Kepler
(1571- 1630) ve Galileo (1564- 1630). Onlar güneş sistemi ve yıldızlar üzerinde sürdürdükleri sabırlı gözlemler sonucu dünyanın yuvarlak, güneş sistemine bağlı sıradan bir gezegen olduğunu ortaya çıkardılar. Galileo’nun engizisyon mahkemesinin hışmına uğramasının arkasında, Galileo’nun teorilerinin yerleşik dini inançları temelinden sarsması yatmaktadır. Bin yıldan uzun bir süre dinler evrende her şeyin hareketsiz ve durağan olduğunu, bilgi edinmenin yalnızca kutsal metinlerin ezberlenmesinden ibaret olduğunu halka dikte etmiştir. Dini dogmaların çöküşü felsefi anlamda skolâstiğin sonunu hazırladı.
Newton (1642- 1727) eski çağ filozofları gibi pek çok bilim dalında ürün vermiştir. Matematikte geliştirdiği Integral ve diferansiyel yöntemiyle çığır açmıştır. Ayrıca yerçekimi yasasını bulmasının yanında özellikle evrensel hareket yasaları dünyanın, güneşin ve evrenin yapısı ve niteliği üzerine süren tartışmaların bitmesine yol açan devrimsel bir gelişmeydi. Newton’un hareket yasaları Eylemsizlik ilkesi, ivme ve etki- tepkiden oluşur.
19. yüzyılın sonunda ışığın hızının 300.000 km/sn ve evrenin her yerinde bu hızın sabit olduğunun çeşitli deneylerle ispatlanması Newton yasalarında bir eksiklik olduğunu gösterdi. Albert Einstein, Özel Görelilik Yasasıyla (1905) hız kavramının gözlemciye göre değiştiğini ispatladı. Ardından Genel Görelilik Yasasıyla (1915) kütlenin uzay ve zamanı bükeceğini ispatladı. Böylece evrenin genişlemekte olduğu ortaya çıkıyordu. 1929 yılında Hubble’nin galaksilerde kırmızıya kaymalar tespit etmesi evrenin hızla genişlediğini ispatlamış oldu.
1905 yılında Max Planck kuantum (parçacık) fiziğinin temellerini attı. 1925 yılında Heisenberg belirsizlik ilkesi ile ışığın konumunun ne kadar hassas ölçülebilirse hızın o kadar belirsizleştiğini kanıtladı. Işığın hızı ne kadar hassas ölçülürse bu kez de konumunu tespit etmenin zorlaştığını gösterdi.
DİYALEKTİK HER YERDEDİR
Diyalektik her yerde ve her olayda karşımıza çıkmaktadır. Diyalektiğin yasalarını daha iyi anlayabilmek için olaylardan ve olgulardan kesitler sunulur. Ancak diyalektiği en iyi anlamanın yolu bütüne bakmaktır. “Oysa diyalektik, şeyleri ve onların tasarımlarını, ideaları (fikirleri), köklü bağlantıları, sıralanmaları, hareketleri, başlangıçları ve bitimleri içinde kavrar.” (Bilimsel ve Ütopik Sosyalizm- Engels) Devrimciler karşılaştıkları sorunlarda tek tek diyalektiğin yasalarını uygulamaya çalışmak yerine sürecin bütününe bakmalıdır.
İdealizm, değişim ve hareketi çembersel bir tekrardan ibaret görürken; materyalizm sarmal bir gelişme olarak görür. İdealistler termodinamiğin ikinci yasasını (entropi- düzensizlik) evrenin tamamına uygulamaya çalışırlar. Evrenin uzak bir gelecekte soğuyarak demir yığınına dönüşeceğini ya da tekrar büzülerek büyük çatırtı denilen patlamayla başladığı noktaya geri döneceğini iddia ederler. Bunun sonsuza kadar süreceği algısı yine hareketin ve değişimin çembersel bir tekrar olarak görülmesinin sonucudur. Ancak evrende hiçbir süreç başladığı sürece aynı şekilde dönemez. Elimizden kayıp düşen ve çevreye dağılan bir yumurtayı tekrar eski haline getirmek nasıl mümkün değilse; herhangi bir olayı da aynen tekrarlamak mümkün değildir.
Fizikçiler arasında Bing-bang teorisi dışında Süper Sicim Modeli, Enflasyon Modeli, Paralel Evrenler Modeli gibi farklı teorilerde tartışılmaktadır. Büyük patlama kuramı pek çok soruya cevap verse de evrenin nelerden oluştuğu henüz tam olarak bilinmemektedir. Evrenin
%74′ünün Kara Enerji, %22′sinin Kara Madde, %3.6′sının Galaksiler arası Gaz kütlesi ve
%0.4′ünün ise yıldızlar ve tüm gökcisimlerinden oluştuğu tahmin edilmektedir.
Büyük patlamanın evrenin yalnızca küçük bir bölümünde olduğunu söyleyen bilim insanları da vardır. Bilimsel gelişmelerden yola çıkarak değişik kurgular yapmak iyidir ancak bilinenin yanında bilinmeyenin çok fazla olduğu durumlarda kesinlik belirtmek, zorlama sonuçlar çıkarmak bilimsel zeminden uzaklaştırır.
Büyük patlama kuramı incelendiğinde (Bing-Bang) ilk dakikalarında fotonlar (ışık) belirleyici idi. Büyük patlama sonrası sıcaklık 100 milyar dereceye düşünce elektron, pozitron, nötrino, karşı nötrino ve fotonlar oluştu. Bu sıcaklıkta yüksek hızda hareket eden cisimler çarpışarak birleşiyor ve tekrar ayrışıyordu. Sıcaklığın 30 milyar dereceye düşmesiyle nötron, proton, kuark ve gluon oluşmuştur. Sıcaklığın 300 milyon dereceye düşmesiyle elektron ile pozitron, proton ile antiproton çarpışarak birbirini yok etmiş ve ortaya enerji çıkmıştır. Madde anti-maddeden daha çok olduğu için geriye madde ve enerji kalmıştır. Evrenin sıcaklığı 4 bin dereceye düştüğünde ise madde gaz halinde toplanarak bugün gördüğümüz galaksilerin oluşmasını sağlamış oldu. Genişleme ile birlikte ışık hızına yakın hızlarla hareket eden fotonların etrafa saçılması dengeleri değiştirerek atom çekirdeklerinin (nötron- proton) oluşmasına ve ardından elektronların da eklenmesiyle hidrojen atomunun oluşmasına yol açtı. Hidrojenin yanmasıyla helyum sahneye çıkmıştır. Diğer elementlerin oluşabilmesi için ise süpernova patlamalarına ihtiyaç vardır. Görüldüğü gibi evrendeki en küçük şeyler birleşerek atom, yıldız, galaksi vb. en büyük şeyleri oluşturuyor. Nicel birikimler nitelik sıçramalarına yol açıyor. Büyük galaksiler ya da yıldızlarda zaman içinde yakıtını tüketerek içine çökmesiyle beyaz cüceye, nötron yıldızına, kızıl cüceye ya da kara deliğe dönüşüyor. Çekim kuvvetinin etkisiyle etrafındaki tüm maddeleri yutan yıldız bir süre sonra patlayarak yepyeni bir sürecin başlamasına yol açıyor.
Cansız doğada canlı yaşam nasıl oluşabilir? Yoksa hayat gökten mi geldi? Biyoloji bilimi incelendiğinde hiçbir doğaüstü güce gerek kalmadan sorunun olumlu yanıtlanabileceğini görürüz. Dünyanın ilk dönemlerinde (4 milyar yıl) yer kabuğunun altında yüksek ısılarda volkanların püskürttüğü gazlar (metan, amonyak, su buharı, hidrojen sülfür, karbondioksit, azot, fosfor ve kükürt vb.) yerçekiminin de etkisiyle ilkel ve bugünkü canlılar için zehirli bir atmosfer oluşturdu. Dünyanın soğumasıyla birlikte hidrojen ve oksijen atomları birleşip (H2O) sıvı hale gelerek şiddetli yağmurlar ve kasırgalar sonucu ilkel denizleri oluşturdu. Deniz yüzeyinin hemen altında mor ötesi ışınların ulaşamayacağı derinlikte ilk moleküller oluşmaya başladı. Zaman içinde oksijenin serbest hale gelmesiyle ozon tabakası (O2) oluştu. Suda bulunan metan, amonyak vb. üzerine şiddetli şimşek çakmaları, mor ötesi ışınlar, kasırgalar, röntgen ışınları ve yüksek derecede ısı vb. sonucu gerekli enerjinin de sağlanmasıyla aminoasitler oluşmaya başlamıştır. İdealistler amino asidin oluşumunu milyarlarca olasılık içinden birinin gerçekleşmesi olarak göstermeye çalışırlar. İdealistlerin temel yanılgısı bu olasılığın gerçekleşmesini torbadan sayı çekme işlemi gibi görmelerinde yatmaktadır. Amino asidin ortaya çıkışı dünyanın ilkel atmosferinde bu işlemin en az bir milyar yıl boyunca belki de saniyede milyar çarpı milyar kez tekrarlanmasında yatmaktadır. Sürekli seçme ve ayıklama işlemi gerçekleşmiş ve yaşamın yapı taşları elde edilmiştir. Aminoasitler DNA ve RNA’yı oluşturmuş onlarda ilk hücrenin oluşmasını sağlamıştır. Koşullar bir kez oluştuğunda artık yaşam hızla suya yayılmıştır. 1,5 milyar yıl önce ise ilk çekirdekli hücrelerin oluşmasıyla bakteriler ortaya çıkmıştır. Günümüzden 700 milyon yıl önce ise süngerler, denizanaları vb. çok hücreli canlılar oluştu. Günümüzden yaklaşık 500 milyon yıl önce ise Kambriyen dönemde çok hücreli canlılarda patlama oldu. Bitkiler ve böceklerin, örümceklerin oluşmasıyla (yaklaşık 400 milyon yıl) yaşam karaya sıçramaya başladı. Akciğer solunumu sayesinde sürüngenler ve onlardan ayrışan memeliler oluştu. Görüldüğü gibi molekülün ortaya çıkıp yayılması aminoasitleri, DNA’yı, hücreleri, çok hücrelileri oluşturmuştur. Doğa sürekli seçme ayıklama yoluyla değişip gelişmektedir. İdealistlerin şimdi neden cinsler, türler ortaya çıkmıyor gibi aklı evvel çıkışları da yeni bilimsel gelişmelerle sürekli çürütülmektedir. Kuş gribi, Ebola, Aids gibi son dönem yaygın gözüken salgın hastalıklar incelendiğinde bile virüslerin kendi içinde çeşitli cinsler oluşturduğu ve birbirinden farklılaşmalar gösterdiği biliniyor.
Toplumlar tarihi askerlik sanatı açısından incelendiğinde yine diyalektik her aşamada karşımıza çıkmaktadır. Üretim ilişkileri, üretim bilgisi ve üretim araçlarının gelişmesiyle artık (fazla) ürün birikmiştir. Klan veya Kabile şefleri zamanla topluluk üzerinde üstünlük kurmaya, artık ürüne zorla el koymaya ve silahları topluluk üyelerine karşı kullanmaya başlamıştır. Köleci toplumların ortaya çıkışıyla askerlik sanatında büyük gelişmeler olmuştur. Ok ve mızrağın kullanıldığı savaşların, yerini tunç zırhlar ve savaş arabalarına bırakmasıyla istiladan, yağma ve talandan kurtulmak isteyen halklar sur ve kaleler yapmaya başladı. Kısa bir süre sonra da kale savunmasına karşı taş ve yangın çıkaran mancınıkların yanı sıra çok katlı ve zırhlı savaş arabaları da devreye girmiştir. Kale surlarının ve duvarlarının güçlendirilmesine yanıt bu kez barut ve topun ortaya çıkışı olmuştur. Zaman içinde gemilere karşı denizaltılar; piyadeye karşı panzer ve tanklar; tanklara karşı tanksavar ve anti-tank mayınlar, füzeler, uçaklar vb. geliştirilmiştir. Askerlik sanatı tarihinin her aşamasında diyalektiği görmekteyiz.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşından önce diğer emperyalist güçlerce silahlandırılan faşizm, Sovyetler Birliği’ni işgale başladı. Yıldırım savaşı (savaş ilan etmeden) dedikleri bir yöntemle uçak, tank, top, panzer vb. kısaca her türden silahla milyonlarca katil sürüsü saldırdı. Faşistler, başlangıçta Sovyet ordusunun yarısını devre dışı bırakarak sosyalizmin kalbine (Moskova, Leningrad, Stalingrad vb.) birkaç ayda ulaştı. Emperyalistlerin ve faşistlerin Sovyetler Birliği’nin teslim olmasını beklediği bir anda ayağa kalkan Sovyet halkları dişiyle, tırnağıyla yarattığı güzelliklere sahip çıkmasını bildi. Ayağa kalkan Sovyet halkı düşmanı kısa süre içinde Moskova önlerinde, Stalingrad’da ezdikten sonra faşizmi ininde boğdu. Savaşa bütünlüklü bakıldığında diyalektiğin her yerde olduğu görülür.
İlkel insandan beri bitkilerle iç içe olmak zaman içinde hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiğinin öğrenilmesini sağladı. Çeşitli karışımlarla ilacın elde edilmesi hastalıklarla daha köklü bir mücadeleyi başlattı. İlaçların gelişmesi mikroplarında evrimleşerek bağışıklık kazanmasına ve ilaçlara direnç göstermesine yol açtı. İlaç sektörünün tekelleşmesi hem insanların kobay olarak kullanılmasına hem de yüksek karlar elde edilmesine yol açtı. Tedavisi karlı gözükmeyen hastalıklar için, ilaç geliştirilmediği gibi geliştirmeye çalışan bilim adamları da çeşitli yollarla (patent, telif vb.) engellendi.
Sanayinin gelişimi hidro-karbon yakıtların (kömür, odun, petrol vb.) kullanılmasını yaygınlaştırdı. Zamanla ozon tabakası birçok noktadan delindi ve her geçen gün delikler büyümeye devam ediyor. Güneş ve diğer kaynaklardan gelen mor ötesi ışınlar artık süzülmeyerek doğrudan atmosferden geçiyor. Bir yandan yıllık hava sıcaklığı artışı anormal düzeyde yükselerek doğada ani değişikliklerin (yangın, sel, kuraklık vb.) oluşmasına diğer yandan da canlı türlerinin hızla yok olmasına yol açtı. Önlem almak bir yana bu durumu bir fırsata çevirmeye çalışan emperyalistler Kyoto protokolüyle hem tepkileri susturmuş hem de ülkelere konulan kota tahvillerini satın alarak daha fazla sera gazı salma ‘hakkını’ elde etmişlerdir. Kapitalist sistem böylece kar dışında hiçbir değer tanımadığını bir kez daha kanıtlamış oldu.
Emperyalistler uzun yıllardır kar oranı yüksek olduğu için üretimi, ucuz işgücü olan ülkelere kaydırdı. Alım gücünün son derece sınırlı olduğu ülkelerde üretilen metalar metropol ülkelerde satıldı. Ancak üretilen yerle tüketilen yerin farklı olması satışları düşürdü. Zaman içinde düşük faizli kredi ve kredi kartları ile borçlanma yoluyla kriz ertelendi. Ancak karşılıksız harcamanın da sonuna gelindiğinde kriz patladı. Emperyalistler eldeki sınırlı kaynakları da tekellere peşkeş çekerek krizin daha da derinleşmesine yol açtı.
Diyalektik ve tarihsel materyalizm kuru ve kitabi bir biçimde anlaşıldığında anlamak da yaşama uygulamak da mümkün değildir. Diyalektik, incelenen hangi konu olursa olsun bütünlüklü bir bakış açısı sağlar. Ekonomi, Tarih, Siyaset, Sosyoloji vb. hangi alana özgü olgu incelenirse incelensin ele alınan olgunun başka şeylerle bağlantıları, başlangıç ve bitiş noktaları, gelişmesi vb. kısaca bütün yönleri ele alınarak doğru bir yargıya varılabilir. Siyaset biliminde karşılaşılan bir sorun, bağlamından koparılarak tekilleştirildiğinde doğru bir tavır alış mümkün olmaz. Herhangi bir eylem organize edilirken hangi ihtiyaca karşılık geldiği doğru tespit edilemediğinde istenilen gelişmenin ve sonucun sağlanması da mümkün olmaz. Hiçbir emek boşa gitmez ancak pek çok insanın yer aldığı bir organizasyonda gerekli planlama, koordinasyon sağlanamadığında hedeflenen ile ortaya çıkan sonuç arasında büyük bir açı farkı oluşur. İşte o zaman harcanan emek karşılığını bulmamış olur.
Diyalektik düşünme yöntemi çok yoğun bir emek, sabır, kararlı ve sistemli bir çalışmayla edinilebilir. Sadece okuduklarını yaşama uygulayabilen; yaşam da öğrendiklerini eyleme geçirebilen bir duruş diyalektik yöntemi kazandırabilir. Yalnızca ağacı değil ormanı; ormanında hangi ağaçlardan oluştuğunu görebilen bir beyin diyalektik yöntemi kavramış olur.
DEVRİMCİ HAREKET
26 HAZİRAN 2011
Sayı 34 (Ekim – Aralık 2011)