Dersler ve sonuçlar
Mevcut
fotoğraf, küresel boyuttaki sınıflar mücadelesini yansıtıyor.
Bu fotoğrafta her ülkenin elbette bir özgünlüğü var. Ancak
parçadaki bütünü de özel-genel ilişkisini de gören bir
perspektife ihtiyaç var. Düşüncede parçalılık diyalektiği
bozar, bağı koparır. Örneğin emperyalizm-faşizm ilişkisini,
kriz ve faşizm ilişkisini koparmadan değerlendirme yapabilmek
gerekiyor. Bu, Brezilya ile ABD, Trump ile Bolsonaro arasındaki
sınıfsal bağı ve benzerliği görebilmeyi sağlar.
Küresel boyutta toplumsal ısınmanın yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Yaygınlaşan itirazlar ve sokak hareketleri, umudu ve değişimi işaret etse de bütünlüklü/sınıfsal bakış bağlamındaki eksiklikler göze çarpıyor. “Devrimler çağına girdik” diyenlerle bu hareketlerden “halk yararına bir şey çıkmaz” diyenler iç içe geçmiş durumda.
Vaktinde Mao’nun “Gök kubbenin altında kargaşa var; işler yolunda” dediği bilinir. Bu söz kullanıldığı bağlam içinde yanlış değil. Ancak her hareketi sınıfsal ölçeklerle değerlendirmeyi ihtiyaç olmaktan çıkarmıyor. Örneğin, Bolivya’da Morales’e karşı geliştirilen darbeyi anlamak için orada 14 yıllık süreçte neler yaşandığını, emek-sermaye çelişmesinin hangi yönde değiştiğini, sermayenin ve emperyalizmin çıkarlarının nasıl sınırlandığını diğer bir ifadeyle Morales’in neden istenmediğini sınıfsal bağlamları içinde görmek gerekiyor.
Daha
da önemlisi bugün mevcut tartışmalarla beraber,
kapitalizmin ne olduğundan devrim ve sosyalizmin ne olduğuna
kadar çeşitli açılardan sınıfsallıktan
uzak sorunlu değerlendirmelerin yaygınlaştığını görüyoruz.
Bu nedenle, sürecin bütünlüklü bir bakışla ve her ülkenin
özgünlüğü dikkate alınarak değerlendirilmesi, alınacak
dersler ve çıkarılacak sonuçlarda isabet açısından olmazsa
olmaz önemdedir.
1-Yaşananlar siyasette yenilenmenin göstergesi midir?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi değerlendirmelerde kafalar karışık, fikirler parçalı ve dağınık. Emperyalizm, faşizm, kapitalizm, neoliberalizm ayrı ayrı biliniyor ayrı ayrı ele alınıyor. Bu parçalılık, bütünlüklü bakışın oluşumunu, resmin bütününü görmeyi güçleştiriyor. Örneğin Trump’ın ne yapacağını açık açık söylemesi veya Erdoğan’ın tehditlerinin yargıdan anında karşılık bulması bir yenilenme, şeffaflık vb. olarak mı tanımlanmalıdır? Bu örneklere twit diplomasisi vb. de eklenebilir. Ama bunlar da gücün şahsileşmesinden veya yenilenmeden öte anlamlar taşıyor. Birincisi ABD devletinin kurumsal yapısı, işleyiş yasaları vb. varlığını/etkisini koruyor. İkincisi tekellerdeki merkezileşme, gücün şahsileşmesi değil oligarşik daralma ve sivrilme olarak okunabilir.
Yenilenme, siyasetin doğasında vardır, bugün de elbette bir yenilenme ve değişim yaşanıyor; ama bunu Trump’ın dilinde/tarzında aramak veya benzer şekilde Erdoğan’ın tehditlerini açıktan yapmasını yenilenmenin belirtisi saymak, olgunun özüne inmeyi güçleştirir. Yenilenme aranacaksa yaşanan tekelleşmeye bağlı olarak burjuva siyaset tarzında gündeme gelen değişim üzerinden aranmalıdır. Örneğin bugün muazzam boyuttaki üretim kapasitesine karşılık o boyutta bir tüketim kapasitesinden söz edilemez. Bu koşullarda, küresel boyuttaki rekabet üretim araçlarının tahrip edildiği savaşları vb. beraberinde getirecek midir? Bu konuda egemen sınıfların arayışları hangi boyuttadır, bunun siyasete yansıması hangi biçimlerde olmaktadır? Yenilenme tartışması olacaksa, bu türden sorulara yanıt üretme bağlamında olmalıdır.
2-Mevcut direnişlerin öncüsünün/liderinin olmaması bir olumluluk mudur?
Bu konu tartışılırken, kendiliğindenliği olumlayanların bile bir noktadan sonra öncüsüz ve örgütsüz olmayı hareketlerin kalıcı bir başarıya taşınamaması bağlamında bir eksiklik olarak işaret ettiği görülüyor.
Gerçekte mesele, solun temel teorik tezlere uzanacak denli kapsamlı biçimde tartışması gereken boyutlardadır. Ama kısaca, solun mayalayan ve pusula işlevi gören niteliği olmadıkça mevcut enerjinin daha büyük ve kalıcı kazanımlar üretmesinin veya manipülasyonların etkisizleştirilmesinin zor olduğunu söyleyebiliriz.
Bu tartışma, örgütsüzlüğün olumlanması noktasına taşınmamalıdır. Tersine örgütsüzlük bir çeşit yöntem ve güvence eksikliğidir. Bu konunun günlük akılla değil de yöntemli biçimde, Marksizmin birikimleriyle tartışılması gerekir.
Bugüne dek sol örgütlenmelerin çeşitli biçimlerde yanlışları, eksikleri olmuş olabilir; olmuştur. Dünya ölçeğinde devrim pratikleri içinde bugün katılamayacağımız pek çok mesele vardır. Ama bu, örgütlerin/solun itibarsızlaştırılmasına veya gereksiz gibi görülmesine zemin hazırlamamalıdır.
Toplumsal hiçbir iş örgütsüz olmaz. Örgüt, ihtiyaca bağlı biçimlenen bir araçtır. Önemli olan doğru ve işlevsel olanı bulup uygulamaktır. Farklı amaçlar için farklı örgütlenmeler gerekir, bunlar karşı karşıya getirilmemelidir. Sovyet devrimi, Küba devrimi bu konuda çok zengin deneyimlere sahiptir. Lenin, devrim patlak verdiğinde “yeni tipte milis oluşturun. Devrimin acil, aktüel ve hızla değişen görevleri vardır. Bunlar teorinin dar yatağına sığmaz” demişti.
Unutmamak gerekir ki önderlik, köle isyanlarından bugüne hemen her harekette vardı. Bu tür koşullarda müdahalesizlik, karşıtların müdahalesine imkan tanır. O halde solun müdahalesini, eylemin doğasını bozan değil düzen sahiplerinin müdahalesine karşı bir güvence olarak görmek gerekiyor. Hatta direnişlerin pek çoğunun ya manipüle edilmesi ya da geçici kazanımlarla sönümlenmesi karşısında da sol, bir çözüm adresi olarak görülmelidir.
3-Sürecin farklılığı ve öğreticiliği nedir?
Öğreticilik meselesi, çıkarılması gereken dersler vb. hafife alınmamalı, “bildik dersler” deyip genel geçer ifadelerle geçiştirilmemelidir.
Süreci kapitalizmin nitelikleriyle, değişim-dönüşüm vb. ile beraber düşünürsek, bu tür hareketlerin yeni bir arayışın başlayabilmesi için (yeterli olmasa da) gerekli olduğunu, solun kimi tıkanma noktalarını aşmada öğretici yanlar taşıdığını söylemek mümkün. Yani ilişki doğru kurulursa, sol örgütlülük, sol birikim ve akıl, kitle birikimini, enerji ve insiyatifini reddetmez, bu iki olgu birbirinin zıttı değil tamamlayıcısı olarak görülür. Örneğin Tahrir Meydanı, Haysiyet Meydanı gibi buluşma-yerleşme noktalarının oluşturulması ve buradan geleceğin alternatif ilişkilerine dair deneyim biriktirilmesi, hem öğreticidir hem değerlidir. Ayrıca parlamentoların büyük oranda devre dışı kaldığı bir dönemde parlamento dışı muhalefet, alternatif zemin ve arayışlar olacaktır. Belki konu, “bunun üzerine ne konulabilir, ileriye nasıl taşınabilir” noktasından hareketle tartışılmalıdır.
Bugüne dek solda yaşanan teorik ve pratik birikim hafife alınmamalıdır. Yanlışlar, toptancı bir yadsımanın sebebi olmamalı bu konudaki karşıdevrimci yönlendirmelerin tuzağına düşülmemelidir. Unutmamak gerekir ki bugünden yarına atılacak her adım örgütlülüğü gerektiriyor. Sosyalizm ise başlı başına bir örgütlülüktür. Toplumsal uyumdur. Bu birikimin ve geleneğin yok sayılmasına karşı durulmalı, bu içerikteki yönlendirmelere prim verilmemelidir.
Bu arada Şili’de oy kullanma çağındaki nüfusun yarısından fazlasının (yüzde 53,3) Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda sandık başına gitmemiş olması, dolayısıyla da Sebastián Piñera’nın kayıtlı seçmenlerin sadece yüzde 26,4’ü ile seçilmesi burjuva siyaset tarzına ve temsil sistemine dair üzerinde durmaya değer bilgilerdir. Bir başka örnek olarak Morales’in ilk turda seçilmesine rağmen yapılan müdahale de egemen sınıfların artık kendi yasalarını dahi tanımaz, sonuçlarına tahammül etmez noktaya geldiğinin göstergesi olarak okunmalıdır.
4-Şili’yi özgün kılan nedir?
Şili’nin akla gelen ilk özelliği Friedmancı iktisat politikalarının diğer bir ifadeyle neoliberal politikaların uygulanmasında bir laboratuvar işlevi görmüş olmasıdır. Hatta giderek tüm Latin Amerika’nın böyle bir işlev gördüğünü söylemek mümkün. ABD bu coğrafyadan hiçbir tarihte elini ayağını çekmedi. Bugün buna Çin de katılmış durumda. Bir ülkede madenler için dağlar delinirken bir başka ülkede ormanlar soya üretimi için kesiliyor veya Bolivya’da olduğu gibi lityum işletmeleri devralınıyor.
Şili’deki halk hareketi, Pinochet’ten bugüne ne yaşanmışsa hepsinin birikiminin sonucudur. Bir tarafta yüzde 26,4 oyla seçilmiş ve her hareketinde Pinochet’in mirasını taşıyan bir iktidar var. Diğer tarafta Allende’den, Victor Jara’dan kalan mirasın boşa gitmediğini gösteren bir direnişçi halk var.
Sloganlaştırıldığı gibi Şili’de doğan neoliberalizmin Şili’de ölmekte olduğunu söylemek zor. Ancak Şili’de turnikeleri kıran, enerji şirketinin binasını ateşe veren, tencere tava sesleri eşliğinde Victor Jara şarkıları söyleyen, Haysiyet Meydanı’nda toplanıp geleceği de kurgulayan halk çok şey öğretiyor. Yakın vadedeki sonuçlar ne olursa olsun, bu deneyim ve birikim geleceği kazanma yolunda önemli bir kazanımdır.
5-Bu süreçten kapitalizmin çıkışı mümkün mü?
Kapitalizmin çıkışını tartışmak için bugünkü hegemonya ve paylaşım savaşına da bakmak gerekiyor. Bu savaşın sonunda bir düzen şu veya bu şekilde olacaktır. Ne var ki kapitalizmin krizinin olmadığı bir yenilenme hali mümkün görünmüyor; ancak yükü lokalize ederek bağımlı ülkelere aktararak vb. yöntemlerle sürdürülebilir sonuçlar elde etmek mümkün. Kapitalizm krizde de olsa kendiliğinden çökmez. Bunun için halk hareketleri gerekiyor. Sorunun yanıtı bir yanıyla da bu hareketlerin başarısına bağlı.
6-Peki süreç devrimler doğurur mu?
Devrimler çok ciddi, çok kapsamlı işlerdir. Bugün çeşitli ülkelerde gördüğümüz olayları veya benzerlerini içeren pek çok aşamadan geçmek gerekebilir. Mevcut gelişmelere, iliştirilmiş basının yönlendirmelerinin dışında bir yöntemle bakılabilmelidir. Bu da kimilerince hafife alınan Marksist birikimi şart koşuyor.
Devrimciler yaratıcıdır, gerek teknolojik gerekse toplumsal değişimi dikkate alır. Devrimler olmaz diyemeyiz. Lenin “biz göremeyeceğiz” dedikten bir ay sonra devrim patlak verdi. “Olmaz” diyemeyiz ama hazırlıklı olmak gerekiyor. Benzer gelişmeler, Türkiye’de de beklenmelidir. Bugünkü tablo yanıltmamalıdır.
Lenin devrimi “ezilenlerin festivali” olarak tanımlamıştı. Festivalin öncü işaretleridir bugün yaşananlar. Korku gibi cesaret de devrimler de bulaşıcıdır. Belki eşzamanlılık, “eşitsiz gelişim yasası” vb. nedenlerle zor ama festivale katılanların sayısı/kapsamı dünya ölçeğine yayılabiliyor.
7-Bir dünya devriminden söz etmek veya değişen koşulların bir dünya devrimine zemin hazırladığını söylemek mümkün mü?
Fotoğraf, bir devrimden çok mücadelede bir ısınma halini yansıtıyor. Dünyadaki bu gelişmeleri eksen kaymasına düşmeden doğru yorumlayabilmek için Marksizmin temel teorik tezleri bir sigorta niteliğindedir. Lenin’in, emperyalizmle beraber yaşanan değişimleri ve bunların devrim teorisine etkisini anlatırken altını çizdiği “Eşitisiz gelişim yasası” veya “dünya ekonomisinde zincirin en zayıf halkadan kopacak olması” gibi olguların üzerinde durulmalı, değişim bu türden temel önemdeki olgular üzerinden tartışılmalıdır. Dünya devrimi tartışmalarına yanıt da burada aranmalıdır.
8- Bu yaşananlara neoliberalizmin krizi diyebilir miyiz?
Sınıfsal bir gözle bakıldığında görülecektir ki bardağı taşıran damlalar farklı olsa da mevcut halk isyanlarının hepsinin ekonomi politiği neoliberalizmi işaret ediyor. Bu koşullarda görünür vadede kapitalizmin sorunlarını çözmesi, krizi aşması mümkün görünmüyor. Ancak yükü çevre ülkelere aktarmak veya üretim araçlarının tahribi dahil çeşitli biçimlerde devam etmek, sistemi sürdürmek mümkün. Ta ki halk hareketleri bu gidişata son verene dek.
9- Çeşitli ülkelerde özellikle Ekvador’da direnişin başarısında yerli hareketinin rolü göze çarpıyor. Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Ekvador’daki sonuç, örgütlü bir halkın sürece müdahalesi olarak okunabilir. Bunun içinde Özgün Uluslar Federasyonu’nun önemli bir rolü oldu. Bu, elbette ki önemli örgütlü bir güçtür. Ancak İşçi Cephesi’yle, Öğrenci Federasyonu’yla Öğretmenler Sendikası’yla vb. hareket etmiş olması çok önemli. Yani ortada bilinçli/sınıfsal bir duruşun, hedefini şaşırmayan ve kimlerle kimlere karşı nasıl durulmak gerektiğini isabetli biçimde tayin eden bir hareketin sonuçları var. Meselenin salt yerli örgütlenmesine indirgenmesi doğru olmaz.
Benzer bir şeyin neden Bolivya’da olmadığı sorulabilir. Aslında böyle bir şey olmayacağını söyleyemeyiz. İlkin işçi-yerli varoşu El Alto’da barikatlar kuruldu, direniş çağrısı yapıldı, “iç savaş hemen şimdi” sloganları atıldı. Devamında dağlık bölgelerden köylüler, madenlerden işçiler harekete geçti. İşçi Konfederasyonu COB, “anayasal düzene dönülmezse genel greve çıkacağını” ilan etti. La Paz’a doğru akan bir insan seli söz konusu. Yani Bolivya’da da darbecilerin işi hiç kolay değil.
10-Bolivya’daki darbeyi Morales’in hangi politikaları ile ilişkilendirebiliriz?
Yukarıda, Bolivya’daki darbeyi anlamak için Morales döneminde neler yaşandığına bakmak gerektiğini söyledik.
Bu süreçte ABD üslerinin varlığına son verildi. 11 milyonluk ülkede 3 milyon insan yoksulluktan kurtarıldı. Yeni bir anayasa ile ırkçı devlet yapısı dönüştürüldü. Yerli halkların sisteme katılımı sağlandı. Morales ülkeye demokratik özerklik getirdi. Tüm yerli dilleri resmi dil yaptı. 1,5 trilyon dolarlık doğalgaz kaynaklarını ulusallaştırdı. Ve bu zenginliği belirli oranlarda ezilen sınıflarla da paylaştı. Tabii bunlara, yaygınlaşan elektrikli araç üretimine bağlı olarak dünyada önemi giderek artan Lityum işletmelerinin ABD ve Kanada şirketlerine değil Çin şirketine verilmesini de eklemek gerekiyor.
Bolivya’da yabancı işletmelerin tahkime giderek 2014’e kadar Morales’e 1,9 milyar dolar tazminat ödettirmiş olması 14 yıldır uygulanmakta olan politikaların niteliğine dair bir başka göstergesidir.
11- Lübnan’da olup biteni hangi açılardan değerlendirmek gerekiyor?
Lübnan’da halk “Lübnan devrimi, Lübnan İntifadası” vb. tanımlar eşliğinde sokağa çıktı. İlk üç gün Müslüman, Hıristiyan, Ezidi, Dürzi bütün halklar beraber hareket etti, yoksulluk-yolsuzluk vb. sorunlar öne çıkarıldı. 170 km’lik insan zinciri oluşturuldu. Ancak üçüncü günün sonunda “Hepsi ama hepsi” olan sloganları, “Hepsi ama hepsi, Nasrallah da onlardan biri” biçiminde değişti. Hizbullah bunun üzerine gücünü sokaktan çekti. Bu, sürece ABD’nin müdahale ettiğinin göstergesidir.
Mezhepsel dengeleri gözeten bir sistemin olduğu Lübnan’da, kısa sürede sınıfsal eksenli değişimlerin yaşanması zor. Hatta bu sistemin ABD-İsrail-Arabistan müdahalesine imkan tanıdığı için onlar tarafından değiştirilmek istenmesi de beklenmemelidir. Ancak halkların giderek ekonomik sorunlar üzerinden kendini ifade etmeye başlaması mevcut dizilimi bozan saflaşmaları beraberinde getirebilir.
12- Sudan’da ve Cezayir’de olduğu gibi ordu eşliğinde kontrollü geçişler yaşanıyor. Bu müdahaleyi/yönlendirmeyi Lübnan’da, Irak’ta, Bolivya’da vb. çeşitli biçimlerde görüyoruz. Yaşananlar neyin ifadesi? Muktedirlerin sahip olduğu imkanlar artık kapitalist üretim ilişkilerinin değişmesini imkansız mı kılıyor?
Küresel boyuttaki mevcut tablo homojen değil. Örneğin Hong Kong’daki hareketin rengi turuncu ağırlıkta. ABD’nin rolü biliniyor ve yadsınmıyor. Irak’ta da halklar elbette onlarca yıldır yaşanan yıkıntıların, yokluk ve yolsuzlukların ağırlığı altında yaşıyor. Sokaklardaki tepkinin temelinde bu var. Ancak ABD-Arabistan eksenli bir müdahale ile sokaktaki hareketin belli oranlarda İran karşıtlığına yöneltildiği de biliniyor. ABD’nin amaçlarından birinin de Irak’ı iç savaşla istikrarsızlaştırarak İran’ın batıya doğru uzanan etkisinin önünü kesmek. Olaylar giderek tırmanıyor. Ölü sayısı 400’ü geçti. Sistani’nin çağrısıyla Başbakan Abdülmehdi istifa etti.
İşte bu vb. kesitler, her sokak hareketinden, her protesto eyleminden sonra devrim telaffuz etmeyi güçleştiriyor. Devrim, elbette olanaksız değil ama dünya ve ülke koşullarında tesis edilmiş düzenin ve mevcut üretim ilişkilerinin devamlılığının güvencesi hafife alınmamalıdır.
Toplumbilimde yeri olan bir saptamadır, eylemlerin sonuçlarını kim örgütlü ve hazırlıklı ise o değerlendirir ve lehine çevirir. Bu bağlamda bugün, ilerde yaşanabilecekleri öngörerek hazılıklı olmak, güç ve imkan biriktirmek, sağlanabilecek kazanımları korumanın da daha ileri boyutlara taşımanın da güvencesi olacaktır.