Bilindiği gibi ÖDP’nin adı olağanüstü kongreyle “SOL Parti” olarak değiştirildi. 23 yıl önce kurulduğunda “Halkın ve mücadelenin değil kurucularının ihtiyacı” olarak değerlendirdiğimiz ÖDP’nin bugün sonlandırılması sürecinde de bir “son söz” ihtiyacının doğduğunu düşünüyoruz.
Olağanüstü Kongre’yi önceleyen “Tartışma Süreci” dahil, hazırlanan “Satır Başları”na ve kamuoyu ile paylaşılan köşe yazılarına, röportajlara, toplam fikir ve gerekçelere bakıldığında daikkat çeken olgu, yüksek çıkan “yenilenme, seçenek, yol” vb. seslere rağmen, ortaya, bu iddiaları karşılayan ne bir içeriğin ne de derinliğin konulamadığıdır. Yıllardır ısrarla terk edilmeyen “İslamcı faşizm” yanılgısının da aşılamadığı, böyle bir tespitin bugün dünya ölçeğinde yaşanan sermayenin azami saldırganlığını dolayısıyla da faşizmin sınıfsal tahlilini anlamayı güçleştirdiği, emperyalizmin ve Türkiye oligarşisinin ihtiyaçlarından bağımsız düşünülemeyecek olan 17 yıllık AKP sürecini de dinselleştirmeye indirgemiş olacağı gerçekliğinin kavranamadığı görülüyor.
Daha da önemlisi hatta vahimi, 23 yıl sonrasında bugün hala ÖDP’nin ortaya çıktığı 90’lı yılların doğru okunamadığıdır. Dünü, ortaya çıkış iklimini o gün için sınıfsal olarak değerlendiremeyen ve 1989 sonrasını “sosyalizmin bir tarihsel döneminin sona erişi” yanılgısında ve sınırlılığında gören arkadaşlar, öyle görünüyor ki bugün hala aynı yerdeler ve ne yazık ki bugünü de aynı sığlıkta, sınıfsal bakışı ve resmin bütününü ıskalayan bir öznellikle değerlendirmekteler. “Görüngülerle yetinilmiş” bile diyemiyoruz. Çünkü neoliberalizmin küreselleşmesi olarak özetlenebilecek süreçteki bütünü göremeyen öznel ve dar değerlendirmeler, görüngülerin de yanlış okunduğunu gösteriyor.
ÖDP çok başarılı ama süreç değişti!
Bildiğimiz kadarıyla “Gökkuşağı” projesi olarak yola çıkıp süreç içinde birleşikliğini kaybedip tek renge dönüşen ÖDP, yakın bir tarihe kadar başarısızlıkla malul sayılıyordu. Ancak “uğurlanırken” birden bire büyük başarılar atfedildiğini gördük.
“ÖDP yirmi yılı aşkın mücadelesi içinde zengin deneyimler biriktirdi. Ülkenin içinden geçtiği ve solda ciddi savrulmaların yaşandığı çok zorlu bir dönem içinde doğru politikalar geliştirebildi. Tüm toplumun ağır bir baskı altına alındığı, siyasetin ülkenin her yanına yayılan savaş içinde patlatılan bombalarla belirlendiği dönemde kimi zaman ülke siyasetine de etki edecek toplumsal pratikler geliştirebildi.” deniliyor. Bugün de o başarıları sağlayıp harikalar yaratan(!) ÖDP’nin “programının, örgütsel yapısının, kültürünün, tarzının, anlayışının” değiştirilmesinden söz ediliyor.
ÖDP’nin, sosyalizmin tarihsel bir döneminin bittiği vakitlerde, 23 yıl önce kurulduğu, “Özgürlük ve Dayanışma” isminin o koşullar gereği konulduğu söyleniyor. Bugün ise artık sosyalizmin tekrar insanlığın gündemine girdiği tespiti yapılıyor. Gerçekte ise bağlamları doğru kurulduğu ve “reel sosyalist” zeminde yaşanan çözülmeyi de aşan bir kapsamda bakıldığı takdirde görülecektir ki; ne 90’lı yıllarda sosyalizm halkların gündeminden düşmüş ne de bugün bu açıdan nitel bağlamda bir değişimden söz edilebilir. Kaldı ki aşağıda daha ayrıntılı biçimde değineceğimiz gibi bugünün özgün biçimler almış olan sınıflar mücadelesi zeminine eşitlik, özgürlük, dayanışma, halk demokrasisi vb. kavramlar hiç de aykırı durmuyor; yeter ki içi doğru doldurulsun ve stratejik hedefle bağı doğru kurularak gereği yerine getirilebilsin.
Birleşik mücadele konusunda da Haziran Hareketi sürecinde arkadaşlarda gözlediğimiz tekçi, benmerkezci anlayışın korunduğu görülüyor. Kimilerinin gözünden kaçmış olabilir ama “Satır Başları” olarak yayınlanan metinde geçen “Tartışma sürecimiz aynı zamanda böyle bir yolda kolektifi bir iradeyle birlikte tartışmaya ve birlikte yürümeye de bir çağrıdır.” ifadesinde görüldüğü gibi partinin, ikinci aşamasına gelinmiş kendi iç tartışmasında kolektifi çağrı yapılıyor. Tamamen kendi dar grup zemini ve ilişkileri içinde geliştirilen bir kuruluş ve yenilenmeyi “Türkiye’nin tüm direnme dinamikleriyle birleşmeyi önüne koyan, solu özneleştirecek bir hareket” olarak tanımlayabilmek, birleşmeden de birleşiklikten de ne anlaşıldığını özetlemeye yetiyor. İşte Haziran’ı bitiren de kolektifi kendisinden ibaret gören bu tekçi zihniyetti. Kısacası kendi geçmişinden/pratiğinden ders çıkarmayan, öğrenmeyen ve özeleştiri vermekten ısrarla kaçınan bir duruşla karşı karşıyayız.
Alternatif, doğru bir zeminde ve anlayışta geliştirilmelidir
İçeriksizlik, sığlık ve yöntemsel/sınıfsal bakış problemi süreç tahlilinde de göze çarpıyor. Örneğin bugün paylaşımın da emperyalist ve faşist saldırganlığın da küreselleştiği koşullarda “reis”ten söz edilecekse biz en büyük reisin yani Trump’ın (dolayısıyla da emperyalizmin) akla gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Dünyaya yayılmış haldeki “küçük, Tropikal, Britanyalı” vb. Trumplar da yani Türkiye’de Erdoğan, Brezilya’da Bolosonaro ve İngiltere’de johnson da bu bağlam içinde ele alınmalıdır. Bu büyük resimden yola çıkıp dönemin aktörleri, eğilimler, çelişmeler vb. değerlendirilmesi gerekirken, süreci “Yıllardır gazetecilik kisvesi altında ‘tetikçilik’ yapanları, tüm siyasi kariyerini iktidara bağlayanları, yandaş patronları, ‘küçük reisleri’ bir telaş sarmış durumda. (…)Belli ki bizlerin tam manasıyla göremediği fakat onların ‘sezdiği’ bir şeyler var.” ifadelerinde görüldüğü gibi “küçük reisler” üzerinden ele almak ve bunlara bizlerin göremediği sezgiler atfetmek gerçekten düşündürücü.
Aslında şimdilik parti isminin değiştirilmesi olarak gördüğümüz söz konusu yönelimin gerekçelenmesinde sorunlu pek çok nokta var. Ancak bizlerin amacı bunları tek tek ele almak olmadığı için ortadaki anafikre, yönelimin niteliğine dikkat çekmeye çalışıyoruz. Örneğin “Özellikle yerel seçimler sonrasında eski dönemin yapılarının, örgüt tarzlarının, mücadele biçimlerinin miadını doldurduğu görüşü öne çıkmıştı.” biçimindeki değerlendirme, gerek içeriği itibariyle gerekse değişim fikrinin açığa çıkışının seçimlere bağlanmış olması açısından sorunludur. Bu türden sübjektif miladlar oluşturma eğilimini ve sakıncalarını bir tarafa bırakarak söylersek, sözü edilen miad ve yenilenme çok daha ciddi tartışmalar ve çok daha kapsamlı bir bakış gerektiriyor. Bunları da hatta ideolojik politik geleneğin temel tezlerini de elbette tartışmak gerekiyor; tartışacağız da. Ancak üzülerek söylüyoruz, bu içeriksizlik ve bağlamsızlıkla olmaz.
Bugün yapılacak hemen hiçbir değerlendirmenin dünyadaki hegemonya ve paylaşım savaşından bağımsız ele alınamayacağını, dünyanın tüm kıtalarının bir gerilim, paylaşım ve oyun sahasına dönüştüğünü daha önce değerlendirmiş ve yaşanan tekelleşmeye bağlı olarak gericiliğin arttığına dikkat çekmiştik. Burjuva siyaset zemininde bir dönemin sonuna gelindiği, tekellerin artık kuvvetler ayrılığına da siyasal yapılarda görece özerk davranışlara da tahammülünün kalmadığı bu koşullarda alternatif, düzen muhalefetinin boşluklarını doldurma, yedeklenme veya onlardan rol çalma anlayışı üzerine değil, çelişmelerin derinleşmesi ve saflaşma da dikkate alınarak sınıfsal karşıtlık temeli üzerine oturtulmalıdır.
Kimi genel doğruları anımsatmak bağlamında söylersek; sol siyaset, alternatifler vb. denilince bundan, burjuva siyaset sahnesindeki muhtemel kombinasyonları anlamak, sistem içi düşünmektir. Sosyalistler, tarihsel olarak ileri doğru atılması gereken adımların atılmamış olanlarını dikkate almak dahil, dönemsel olarak çeşitli görevler üstlenir. Bu, bazen dönemsel tahribatların sebep olduğu sonuçlarla da ilintili olabilir.
Bugün mevcut üretim ilişkileri yapısal olarak değişmemiş olsa da sömürünün sürdürülme biçiminde, tekelleşmede, emperyalizmle girilen ilişkilerde yaşanan ve toplumsal dokuya yansıyan çeşitli değişimler, devrimcilerin önüne dönemsel olarak yeni görevler koyuyor. Örneğin özellikle 17 yıldır uygulanan dinselleştirme, sınıfsal içerikte tartışılacak bir laikliği önemli bir ihtiyaç haline getirmiştir. Benzer şekilde neoliberalizmin sebep olduğu toplumsal parçalanma, tasfiyeler, çelişmelerin derinleşmesi, sınıfsal bileşimler üzerindeki etki vb. olgular, dönemsel hedefler ve ittifaklar tespit edilirken dikkate alınmalıdır. Başkanlık da bunlardan biridir. Ancak bu, başkanlık karşısında parlamenter sisteme dönüş ufkuyla hereket edenlerle aynı noktada durmaya sebep olmamalı, muhaliflik sınıfsal ölçekler üzerinden geliştirilmelidir.
Sınıflar mücadelesi şakaya gelmez
Süreç, kriz koşullarında paylaşımın niteliğini, tekellerin durumunu, orta sınıfların tasfiyesi ve değişen sınıfsal dizilimi tartışmayı gerektiriyor. Özellikle son bir yıldır dünyanın dört bir yanında yaşanan sokak hareketleri ve sınıfsal ısınma, bizlere hatta dünya soluna, süreci hak ettiği kapsam ve içerikte değerlendirme, buna uygun araç ve programlar geliştirme sorumluluğu yüklüyor.
Geçmiş süreçlerden farklı olarak bugün milyonların sınıfsal köken bağlamında alışılmışın dışında, heterojen/amorf bir toplamla sokağa çıkması, katılımın da taleplerin de çeşitliliği ve boyutu, solun araç ve yöntem dağarcığını zorlar ve ezberini bozarken aynı zamanda Irak’ta, Lübnan’da, Sudan’da vb. olduğu gibi hareketleri manipülasyona açık hale getiriyor.
Sınıflar mücadelesinin keskinleştiği ve özgün biçimler aldığı bu tarihsel süreçte mevcut hareketlere nasıl yaklaşılmalı, sahip olunan araçlar nasıl güncellenmeli veya hangi yöntemler geliştirilmeli, hangi talep ve hedefler öne çıkarılmalıdır? Sadece Türkiyeli devrimcilerin değil dünya solunun gündeminde olanbu türden sorular, hafife alınarak veya günü kurtaran atraksiyonlarla yanıtlanabilecek türden değildir.
İşte böyle bir ihtiyaca atıflarda bulunup bu ihtiyacı şapka değiştirmiş bir ÖDP ile aşmaya kalkmak veya birleşik mücadele potansiyelini hala ve ısrarla kendi örgütsel hinterlandından ibaret görmek, olsa olsa bir şakadır. Basiretsizlik ve yetersizlik eşliğinde atılan (ve ileri gibi gösterilse de gerçekte daha geri olan) bu adıma rağmen “YOL” sömürüsünden vazgeçilmemiş olması ise kavramın içerdiği nitelik ve gerektirdiği sorumluluk sebebiyle şakaya da gelecek türden değildir.
Bu nedenle, söz konusu yönelimin/tercihin gerçek niteliğinin ve istikametinin kısa sürede açığa çıkacağına, bugüne dek çeşitli biçimlerde başvurulan oyalamanın ve gelenek/değer sömürüsünün sürdürülemez hale geleceğine inanıyoruz. Halklara karşı sorumluluğumuz gereği bunu bir son söz olarak kayıt düşme ihtiyacı duyduk.
Devrimci Hareket
29 Aralık 2019