Üzerinden 48 yıl geçtikten sonra bugün Kızıldere’den devralınan değerlerden ve devamlılıktan ne
anlaşılmalıdır? İhtiyaç olan, tekrar mı güncelleme ve yeniden üretim mi? Eğer o değerleri ve değerle
taşıyıcısı kadroları doğru anlayıp bugüne taşıyanlar konuşmaz/yazmaz ise ne yazık ki ortalık yanlış
kaynaklara ve öznelleşmiş/çarpık anlatımlara kalıyor.
Kitap basmanın kolaylaşması ve ticarileşmesi sonrasında bugün hemen her konuda bolca kitaba
rastlamak mümkün. Bu da gerçekte kaynak bolluğunu değil kaynak sorununu gündeme getiriyor. Çünkü bir devrimci önderin veya tarihsel kesitin hangi nitelikleriyle anlatılması gerektiğinden, anlatırken hangi kaynaklara başvurulması ve bu kaynakların nasıl yorumlanması gerektiğine kadar mesele bir ciddiyet, bir yöntem ve ölçü gerektiriyor.
Devrimci bir önderi anlatırken onu yoldaşlarından çok daha az tanıyan akrabalarına sormak, oradan alınan anlatımları objektif bir belgeymiş gibi doğrudan aktarmak nasıl sağlıksız ise örneğin Mahir’in bu konudaki ayrıntılı anlatımlarının aksine “Sibel, çatışma sırasında yan taraftaki mutfağa sığınarak yaralanmadan kurtuldu.” (‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’, İletişim Yayınları, Cilt 7, 1988.) diyebilmek de o denli sağlıksızdır ve hatta gerçekliği çarpıtmaktır.
Bugün üzerinden geçen yılların hafızaları zayıflatıcı etkisine bir de sınıfsal bakışın zayıf düşmesini eklediğimizde objektif anlatımın önemi daha da büyüyor. İşte bu konudaki sigorta/güvence, magazine denk bilgilerin değil, bir devrimciyi devrimci yapan niteliklerin öne çıkarılmasıdır yani sınıfsal bakıştır. Bu, aynı zamanda sözü edilen devrimci kadroların sınıflar mücadelesinin tarihsel dönemi ve gerekleri içinde ele alınmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle, eğer tarihi kitleler yapıyorsa ve tarihin motoru sınıflar mücadelesi ise, geçmişe dönük bir olguyu içinde yaşandığı tarihsel kesitten bağımsız yani sınıf ilişki ve çelişmelerinden kopararak ele alamayız.
Emperyalizmle bütünleşme ve darbe iklimi
Kızıldere’yi önceleyen sürece baktığımızda bir darbenin hazırlanması ve uygulanması bağlamında bir darbe iklimini görürüz. Darbenin aynı zamanda emperyalizmle bütünleşmenin ve tekelci sermayenin hakimiyetinin artırılmasının önemli aşamalarından biri olduğunu söylemek mümkün. 1965-70 arasında bir yanıyla solun nicel ve nitel varlığını artırarak tarih sahnesinde yerini aldığını, diğer yanıyla ayrışarak nitel kopuşların yaşandığını söyleyebiliriz.
1965’in bir özelliği de bir Amerikan şirketinin başındaki Demirel’in (Morrison Süleyman) Amerika’nın Johnson mektubu vb. hamleler eşliğinde İnönü’ye karşı tavrı sonrasında iktidara taşınmasıdır. Emperyalizmin müdahalesi ve desteğiyle Demirel Hükümetleri dönemi 12 Mart’a kadar sürer. Tarımda makineleşme, işgücü fazlası, kırdan kente göç, şehirlerde işsizliğin artması ve gecekondulaşma, aktardığımız dönemin niteliklerindendir. Bu süreçte ABD’ye bağımlılık artırılırken, diğer taraftan gelişen antiemperyalist sol eğilimleri de bastırmak için Komünizmle Mücadele Dernekleri, komando kampları vb. kuruldu. Ve hak arayan köylülerin de antiemperyalist gösteri yapan gençlerin de üzerine saldırtıldı. 12 Mart döneminin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç, o süreçte “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” ifadesini kullanmıştır.
12 Mart’ı önceleyen yıllarda 1969’da tekel dışı kesimler ile tekeller arası çelişmeler keskinleşir. Tekel dışı kesimlerin temsilcileri AP’den ayrılır MNP ve DP’ye geçer. Bu ittifakın bozulması tekellerin müdahale eğilimini koşullamış, bu eğilim emperyalizmin eğilimi ile bütünleşmiştir. Bu süreçte ABD’nin haşhaş ekiminin yasaklanması gibi kimi talepleri direnç nedeniyle atılmaz. 12 Mart bu adımların atıldığı, tekellerin önündeki engellerin kaldırıldığı ve gerekli yasal düzenlemelerin yapıldığı bir süreçtir.
71 devrimciliği ve kopuş
Sermayenin kendi evrimi, emperyalizmle bütünleşme vb. açılardan nitelik belirleyici
gelişmelerin karşısında solda da ayrışma, kopuş, nitelik kazanma konusunda tayin edici bir süreç yaşanır. TİP’in soldaki tekeli kırılır. Bu, aynı zamanda Dev-Genç’in o yapı içinde eritilmesine itirazı ve daha da önemlisi Marksizmi Türkiye koşullarına uyarlama çıkışıdır. ASD’ye açık mektupla yaşanan ayrışma, bunun MDD’ciler içindeki bir başka boyutudur.
Birincisi ilk kez gençlik kendi dinamikleri ile yürüme şansı bulur. İkincisi TİP’ten ve YÖN’den
farklı olarak Marksizm Türkiye koşullarına uyarlanmaya çalışılmış, salt işçi sınıfı veya salt ordu içinde
değil, gençlikten köylüye tüm toplum kesimleri içinde çalışma yapılmış, demokratik devrim eksenli bir programla hareket edilmiştir. Gerçekte bu Leninizmdir. Tam da bu bağlamda söylersek geçmişin içinde doğan, onu reddederek değil aşarak ilerleyen THKP-C bir milattır, bir tarihsel dönemeçtir. Bu hareketin ideolojik politik çizgisi, Türkiye’nin Marksizmidir. Bu hareketin önderi Mahir Çayan, bir devrimcilik tanımıdır, bir kadro ve mücadele anlayışıdır. Gerek Denizlerle gerekse İbrahimlerle kurulan ilişki ve Kızıldere pratiği, devrim ufuklu olmanın ve birleşik mücadele anlayışının ifadesidir.
Bugün solda metafizik etkilenmenin, sınıfsal körleşmenin ve karşıtına öykünmenin yaygınlaştığı
koşullarda, değerlerde ve ölçülerde tutarlılık, güncel olanla stratejik olan arasındaki bağın gözetilmesinde ısrar demek olan THKP-C’nin mirasının sahiplenilmesi ve yeniden üretilerek yaşatılması büyük önem taşıyor.
Bu bağlamda Marks’tan Lenin’e, Lenin’den Mao ve Fidel’e, oradan Mahir’e uzanan güncelleme ve
devamlılık, bugün bizlere de önemli görev ve sorumluluklar yüklüyor.
Devrimci Hareket
30 Mart 2020