“Kendi geçeceği yolu kendisi açan makinalara benzeriz biz”
diyordu Hasan Hüseyin.
Bugün bu söz hem ihtiyaçtır hem turnusol.
Kimilerinin yolunu neden değiştirdiğini de ortaya koyuyor.
Dikkat edilirse tüm kavşaklar
birden çok seçenek içeriyor.
Zorlanan, çoğu kez kolay yolu seçiyor.
Ne zaman ciddi bir darbe yerse
veya kendi emeğinden vazgeçerse insan
daha zor ve uzun gelmeye başlıyor yürüdüğü yol…
Yöntemsel sorun ve Marksizmin rehberliği
Marksizmin bir dogma değil bir eylem klavuzu, donmuş fikirler toplamı veya kitaplar yığını değil yaşayan bir öğreti olduğunun kavranması oranında hayatın, sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarına verilen yanıtlar daha gerçekçi/işlevsel nitelikte olacaktır.
Marksizmde temel teorik tezler, temel eksenlerdir. Ancak bilinir ki sosyal bilimler kesinleme yapmaz, eğilim belirtir. Buradaki temel korunmak koşuluyla sürekli güncelleme, zaman ve mekana göre yorumlama bir ihtiyaçtır. Değerlendirme çeşitliliğinin de kimi dönemlerde ideolojik yol göstericilik niteliğinin kaybolmasının da sebebi budur. 70’li yıllarda sol düşünce, hemen her konuda halka yolgösterici bir işleve sahipti. Güncel siyasette sol, düzen sözcülerinin bir adım önündeydi ve buradaki canlı/dinamik temas, kitleselleşmenin en önemli nedenlerinden biriydi. Dönemin bilimsel üretimi ile siyasal üretim arasında bir besleme ve beslenme bağı vardı. Lenin’inden ilhamla söylersek bilim, siyaset veya askeri işler, liyakat bağlamında ve gerektiği oranda bir görece özerk nitelik taşısa da aradaki iletişim kopuk değildi.
1980 sonrasında zamana yayılarak yaşanan kuşak kopması, aynı zamanda birikim devrinde ve yöntemsel devamlılıkta bir kopmaydı. Mücadele içinde, mücadelenin ihtiyaçları gözetilerek üretilmiş sonuçlar, gün geldi bu gerçeklerden kopuk soyut biçimde, salt akademik bir meseleymiş gibi tartışıldı.
Fiziki dağılma, örgütsel güven aşınması ve psikolojik yıpranma yaratan (açık veya örtük) yenilgi dönemlerinde, sanattan edebiyata ve ideolojik politik alanlara kadar çözülmenin etkisinin gözlenmesi, sınıf mücadelesinin yerini bir var olma biçimi olarak kimlik siyasetinin alması yaygınlıkla rastlanan bir durumdur. Bunu 1980’in ikinci yarısı için de 1989 çözülmesi sonrası için de AKP’li yıllar için de söylemek mümkün.
Tüm bu dönemlerde mücadele biçimlerine dair temel tanımlar yerli yerinde duruyordu. Bu alanın ortodoks algılanışına diyalektik müdahale diyebileceğimiz Devrimci Yol’un yapmış olduğu “Temel Siyasi Görev” tanımı, bunu kavrayabilenler için dogmatizme ve kaba algılayışa karşı bir sigorta işlevi görse de sürecin doğru araç ve yöntemlerle karşılanmasına yetmedi.
Bilinir ki özgürlük, zorunlulukların bilincine varmaktır. Tersi durumlar zorunlulukların esiri olmayı, pargmatizmi ve savrulmayı beraberinde getirir. 1990’lı yıllarda kamu çalışanları alanındaki sendikalaşma, kendi içinde çok önemli/anlamlı boyutlar taşır ve bir başarıyı ifade ederken, aynı zamanda arabanın atın önüne koşulması anlamına gelen bir ters ilişkilenmeyi/dizilimi beraberinde getirdi. Bu, niyet ne olursa olsun sonuçta zorunlulukların arkasına sığınarak günü kurtarmaktı.
Vaktinde devrimci iddialarla yola çıkmış pek çok yapının aynı tarihsel süreçte ideolojik politik ve örgütsel likidasyona yönelmesi bu toplam içinde bir tesadüf değildir. Araç ve yöntemlerin devrimci amaçla değil öznel ihtiyaçlarla ilişkilendirilmesi sonraki süreçlere de yansıyacak en temel sorunlardan biridir.
Bugün çok daha güçlü bir kavrayışı ve duruşu gerektiren mevcut süreçteki zorlanmaların pek çok nedeni içinde bu geçmiş mirasın da payı yadsınamaz. Bilinir ki her dönem, verilen devrimci mücadeleler, yaratılan alternatif kültür ve kullanılan araçlar sistemin dönemsel yapılanışıyla, yöntem ve araçlarıyla da ilişkilidir. Bugün gelinen aşamada bir dönem burjuvazi tarafından kendi sistemi ve sınıf egemenliği için oluşturulmuş kurumsallaşmayı da araç ve yöntemleri de içeren işleyiş (Parlamentodan sendikalara, baro, oda vb. kitle örgütlerine kadar) önemli oranda tasfiye edilir ve değişirken, “bu onların sorunu” denilip geçilmeyecek ise alternatif zeminde de bir güncellemeyi kaçınılmaz kılıyor.
Araç-amaç diyalektiği
Daha önce dergimizin çeşitli sayılarında yaptığımız değerlendirmelerde devrim anlayışı, örgüt anlayışı ve çalışma tarzından mücadele biçimlerine kadar temel teorik tezlere dair bütünlüklü bir perspektif geliştirmiştik. Ancak hayatın pek çok kez doğruladığı gibi temel önemdeki formülasyonlar, dönemin ihtiyaç haline getirdiği araç ve yöntemlerin ne olması gerektiğine, öncelik tayinine, propaganda öğelerine dair mutlaklaşmış biçimler, her dönem ve duruma uygun şablonlar değildir.
Buna Sovyet, Çin ve Küba devrimlerindeki araç ve yöntem farkları üzerinden de Marksist Devrim Teorisi’nin emperyalist dönemde uğradığı değişimlere dair Lenin’in yaptığı saptamalar üzerinden de Kızıldere sonrasında birkaç yıl içinde hızla gelişen toparlanma sürecinin içerdiği farklar üzerinden de örnekler verebiliriz. O süreçte Çin’i, Sovyetler’i, Arnavutluk’u taklit etmek veya söz konusu ülkelerin tüm dünya için doğruların danışıldığı ideolojik politik merkez olarak görülmesi nasıl bir yanılgıya tekabül ediyorsa Mahirlerin ardından hiçbir değişim yaşanmamış gibi “nerede kalmıştık” sorusunu sorup yola devam etmek de bir yanılgı olurdu. Sözünü ettiğimiz değişimi ve değişimin gerektirdiği araç ve yöntemleri bir kitabın göstermesi mümkün değildir; ama okunan kitaplar ve yapılan doğru analizler, süreci doğru kavrayıp hangi araçların ihtiyaç haline geldiğini görebilmeyi sağlar. Tam da bu bağlamda Devrimci Yol, THKP-C’nin reddi değil devamıydı, somut durumun somut tahliline uygun olarak ideolojik-politik mirasın güncellenmesiydi.
Konu bağlamında ve bugün yapılan kimi tartışmalara ışık tutması açısından Devrimci Yol’un Temel Siyasi Görev tanımının mücadele biçimlerinde şablonculuğu önleyen bir kavrayışın ürünü olduğunu söylemek mümkün. Özellikle temel mücadele biçimi meselesindeki yanlış/dogmatik kavrayış, kavganın gerektirdiği yöntem zenginliğini/çeşitliliğini sakatlayan, parti olmadan parti gibi davranma baskılanmasını yaşatan yan etkiler doğurabiliyor. Henüz örgütlenmesini tamamlamamış ve bir parti bütünlüğü içinde hareket edebilme yeterliliğine ulaşmamış bir yapıda güncel ihtiyaçların en sıradan kesitinde temel mücadele kıyası içinde olmak, araç fetişizmini ve dar pratikçiliği dolayısıyla da görevlerin yerine getirilmesinde yetersizliğe sebep olabiliyor.
Kaldı ki bir mücadele biçiminin temel olması diğer mücadele biçimlerinin önemini zayıf düşürmez. Hatta temel mücadelenin başarısı diğer mücadele biçimlerinde de yeterliliği gerektirir.
Özetle anımsayacak olursak, partinin olmadığı koşullarda temel mücadele biçimi değil temel siyasi görev vardır; bu da partiyi yaratmak üzere kadrolaşmaktır. Bu süreçte tüm araç ve yöntemler partinin yaratılmasına hizmet eder. Eğer program önceliklerin tayini ise böyle bir sürecin programı da partileşmenin yani kadrolaşmanın, ideolojik bütünlüğün ve ideolojik netliğin oluşturulmasını amaçlar. Böyle anlarda komünist partilerin birbirine oldukça benzeyen programlarını şablon gibi alıp görüntüyü kurtarmak yerine partiyi önceleyen bir hareket olma gerçeğinden yola çıkarak daha güncel, canlı/yaşayan bir programa sahip olmak çok daha gerekli ve gerçekçidir. Hatta partileşme süreci tamamlansa dahi sınıflar mücadelesinin seyrine, objektif ve sübjektif koşullara bağlı olarak, parti organlarının yanında (birinin diğerini yadsımadığı bir çeşitlilik ve bütünsellik içinde) ihtiyaca göre pek çok araç ve yöntem geliştirilebilir.
Günün ve mücadelenin doğru kavranışı işlevsel ve sonuç alıcı araç ve yöntemlerle müdahaleyi gerektirir. Sistem çürüdükçe sadece pis kokular yayılmıyor, sadece yoksulluk ve açlık büyümüyor aynı zamanda alternatif ihtiyacı daha yakıcı hale geliyor.
Nitekim yalnızca öncüyle zaferin olanaksız olduğunu ve devrimin kitlelerin eseri olacağını söyleyen Lenin, parti-sovyet ilişkisine, sovyetler biçiminde örgütlenmenin önemine dikkat çeker. Örneğin 1905 yenilgisi sonrasında ve peşinden gelen gericilik sürecinde Bolşevikler, sınırlı legal olanakları ellerinden geldiğince kullanmaya çalıştılar. 1907’de tekstil işçileri içerisinde örgütlenen “Kadın İşçiler Yardımlaşma Derneği” kurulurken, 1914’ün 8 Martında Petersburg’ta Bolşeviklerin kadın işçilere yönelik ilk gazetesi olan Rabotnitsa’nın (İşçi Kadın) ilk sayısı çıkarıldı.
Devrim sonrasında ise pratiğin dayattığı gereklilikler temelinde, partide, sovyetlerde, sendikalarda, kooperatiflerde kadınların temsilini ve aktif etkinliğini sağlamak için kol, komisyon gibi kadın organlarından, özel kadın görevlilere, kadın ajitatörlere, delege toplantılarından stajyer sistemine kadar çeşitli yol ve yöntemler hayata geçirildi. Bolşeviklerin pratiğinde bu örnekler çeşitlendirilerek çoğaltılabilir. Lenin’in İki Taktik kitabına önsözde dediği gibi “Devrim olayları bize bugüne kadar çok şey öğretti. Ama şimdi sorun devrimin özneleri olarak bizim ona bir şey katıp katamayacağımızdır.”
Araç zenginliği; çoğalmak ve çoğaltmak
Bilinir ki günün acil ihtiyaçları için de devrimsel dönüşümler için de örgütlü toplum büyük önem taşıyor. Bunun için azami program ufkuyla biçimlenmiş parti veya örgütler yetmez. Halkın bizzat katılımına imkân tanıyan yerel insiyatifler, sovyet tarzı örgütlülükler vb. gerekiyor.
Lenin bunu, “Yalnızca öncüyle zafer olmaz”, “Devrim kitlelerin eseri olacaktır” biçiminde formüle etmişti. Bugüne dek yaşanan deneyimler gösteriyor ki kavga edenler kavgasını, itiraz edenler itirazını, geleceği kuranlar da düşünü bu tür araçlarla yürüttü. Bu bağlamda her dönem, halkın bizzat katılımına imkan tanıyan araçlara ihtiyaç duyuldu.
Eğer devrim halkla beraber yapılacaksa, halkın katılımı olmadan gerçekleşmeyecekse, bugünden halkın doğrudan rol alıp sözünü söyleyeceği araçlara ihtiyaç vardır. İhtiyaca bağlı olarak biçimlenip işlev yüklenen bu araçlar çok çeşitlidir.
Sınıf karşıtlarımızın askeri ve kültürel, direkt veya dolaylı bir yığın aracı vardır. Ehlileştirmeye de asimilasyona da geçmişte olduğu gibi tedip, tenkil ve tehcire de başvuruyorlar. Daha da önemlisi geçmişten ve birbirinin pratiklerinden öğrenip ihtiyaca bağlı araç ve yöntem geliştiriyorlar. Bunun panzehiri, yaratıcı bir üretkenlik eşliğinde ihtiyaca bağlı araçlarla donanmaktır; halkın özne olarak direnci büyütmesini ve alternatifi örgütlemesini yani sözün, yetkinin ve kararın kendisinde olmasını sağlamaktır.
Bilinir ki eylem farklılaştırır, çözüm olasılığıyla ve giderek çözüme giden yolla tanıştırır. Kişiyi, “kendi halinde” olma sıradanlığından “kendisi için” olma iradesine taşır. Bu, sınıf bilincine giden yolun kendisi değil ama basamaklarından biridir; teorisi değilse de pratiğidir.
Devrimi reformdan, devrimciyi reformistten ayıran temel niteliklerden biri günle/anla gelecek, niceliksel olanla niteliksel olan, günübirlik kazanımlarla köklü dönüşüm arasındaki bağı görebilmek ve her an stratejik ufukla hareket etmektir.
Binlerce yıldır birikerek bilimselleşmiş yolgösterici teorik ve pratik mirasımız vardır. Yakın tarihimiz, 60’lı yılların ikinci yarısı ve 70’li yıllar, Türkiye’nin Marksiminin oluşumundan, dönemsel değişim ve güncellemelere kadar zengin bir deneyim/birikim devretmiştir.
1974 sonrasında (kimilerinin yaptığı gibi) meseleyi belirli sayıdaki kadronun fiziki eksikliği ile örtüştürüp “nerede kalmıştık” demek yerine; darbe sonrasında, emperyalizmle girilmiş olan ilişkilerdeki değişimden dönemin ekonomi politiğine, sınıf ilişki ve çelişmelerine kadar süreci bütünlük içinde değerlendirmek ve rotayı bu verilerin bütünlüğü içinde çizmek ileride bir harekete dönüşecek olan ilişkiler ve üretimler toplamının doğru değerlendirildiğinin ifadesidir.
Bu süreçte “Antifaşist mücadelede ön saflara” başlığıyla sürece irade konulması da amorf biçimde çoğalan ve faşist saldırıların hedefi olan gençliğin dernekleşme ağı üzerinden örgütlenerek giderek nitelik kazanması da sürecin doğru kavranmasının göstergesidir. Devamında somut durumun somut tahlilini yaparak sınıflar mücadelesinin sorularına yanıt oluşturacak biçimde dergi-hareket bütünlüğü içinde nitelik büyütmek, THKP-C’den kopulduğunun değil öğrenildiğinin, devralarak geliştirme ve yenilenme diyalektiğinin ifadesi olmuştur.
“Bugün yarına dünden beslenerek yol alır” düsturuyla hareket eden devrimciler, parça-bütün, araç-amaç ilişkisi kurar. Amaca ve bütüne bir anda ulaşılamadığı için, her adımı, her basamağı yani her parçayı önemser. Devrimi ciddiye aldığı için, oraya giden yolu ve yoldaki insanı, her adımı ciddiye alır.
Devrimcilik, köklü düşünüp köklü çözüm üretmektir. Devrimci, az olanı da önemser ama azla veya günü kurtarmakla yetinmez. Günün gereğini yerine getirirken, bugünü de devrimcileştirip anlamlı kılarken geleceği de gözetir.
Pandemiyle ağırlaşan süreç ve görevlerimiz
Daha önce yaptığımız çeşitli değerlendirmelerde dikkat çektiğimiz gibi pandemi, yeniden paylaşım ve hegemonya savaşı koşullarında krizi derinleştirici ve süreci hızlandırıcı bir rol oynadı. Sermayenin azami kozlarını oynadığı, siyasal mekanizmaya/işleyişe doğrudan müdahalenin yollarını aradığı, dünya ölçeğinde burjuva demokrasisinin tartışılır hale geldiği, faşizmin derinleştiği ve faşist yapıların yaygınlaştığı bir iklimde pandemi, kısa süreli bir bocalamadan sonra sürecin başat aktörleri (emperyalist güçler) tarafından bir savaş enstrümanı gibi kullanılmaya başlanmıştır.
2021 yılında bazı veriler ortaya çıkmaya başlamış olsa da henüz pandeminin sonuçlarıyla anlaşılır/görünür biçimde yeterince yüzleşildiği söylenemez. Ancak süreçte ayrışmalar da bloklaşmalar da giderek hızlanıyor. Aynı zamanda çeşitli sınıf ve tabakalardaki çözülmenin, yoksullaşma ve mülksüzleşmenin yıkıcı etkisinin sonuçları da bütünüyle değilse de görünür olmaya başladı. İntiharlar eşliğinde işsizlik ve açlık grafiği, bilinen tanım sınırlarını zorlayan boyutlara ulaştı. Gelişmelerin ekonomi politiği, esnaftan kimi sektörlere kadar bir tasfiyenin yaşanacağını gösteriyor. Belki bugünden 3D Yazıcı Teknolojisi‘nin ne türden değişimleri beraberinde getireceğini söylemek için erken ama sürecin özgünlüğü, ittifaklar meselesinde ezberleri bozacak nitelikte. Muhalefet tanımı eğer sürecin mağdurlarını kapsayacak biçimde yapılacak olursa ortaya daha önce görülmemiş boyutta ve çeşitlilikte bir tablo çıkıyor.
Halka siyasi gerçekleri açıklamak, saf tutmak ve saf çoğaltmak için elbette tablonun bütünüyle netleşmesini beklemek gerekmiyor. Bugün de yarın da yapacak çok şey var. Hele ki insanların varlık-yokluk sorunu yaşadığı ve açlıkla boğuştuğu, sistemin pisliğinin ortaya saçıldığı koşullarda devrimciler, güncellenmiş araçlarla daha hızlı ve daha örgütlü davranmak durumundalar.
Bunun için sihirli tek bir araç yoktur. Dünden bugüne öğrendiklerimiz de pandemi sürecinde geliştirilen online programlar vb. de önemlidir/değerlidir. Özellikle fiziki buluşmalar, örgütlü ortak davranışlar vb. için dünden bugüne deneyimlediğimiz dernekleşme, bugünün ihtiyacını belirli oranlarda karşılayacak nitelikteki araçlardan biri olarak görünüyor. Lenin’in “Devrimci mücadeleyi tüm demokratik taleplerle ilgili program ve taktiğe bağlamak zorundayız” sözü aynı zamanda araç zenginliğine/çeşitliliğine işaret eder.
Bilinir ki hiçbir araç kendi başına iş görmez. Başarı bir yanıyla da doğru anlamayı ve doğru işletmeyi gerektirir. Sınıflar mücadelesinin bizleri göreve çağırdığı bu süreçte, araçlarımızın işlevsel ve sonuç alıcı olabilmesi için öncelikle yoldaşlarımızın kavrama-kavratma ve uygulama sorumluluğuyla hareket etmesi gerekir; bu, katılımı da başarı oranını da yükseltecektir.