Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi ile beraber başlayan tartışmalar, konunun dar bağlamını da sahayı da aşarak devam ediyor. Bu koşullarda, bunca haber, yorum, manipülasyon ve yalan karşısında pusulamızı kaybetmememiz için, neden-sonuç ilişkisi kurulurken, meseleyi Ukrayna coğrafyası ve son çatışmalar sınırlılığından çıkarıp küresel ekonomi politik kapsamında değerlendirmek gerekiyor.
ABD’nin domine ettiği 70 yıllık düzeninin miadını doldurduğu, taşların yeniden diziliminin paylaşım ve hegemonya savaşı koşullarında gerçekleşmekte olduğu bu süreçte saflaşmaların da savaşların da bu kapsam içerisinde değerlendirilmesi, yanılgı olasılığını sınırlarken isabet olasılığını artıracaktır.
Çeşitli imkan ve nedenlerle ABD’nin, Rusya’nın hamlesini öngörerek hareket ettiğini söylemek mümkün. O halde Rusya’nın buna rağmen herekete geçmiş olmayı (Karşılıklı mücadele ve hegemonya savaşı bağlamında) bir zorunluluk olarak gördüğünü söylemek pek de abartılı olmaz. Yani her iki taraf için de atılan adımlar şaşırtıcı veya beklenmedik değil.
Biden’in “Bu olay AB ülkeleri ile birliğimizi güçlendirdi. Bundan mutlu oldum” sözü ise en azından bu kesitte AB ile temenni edilen bir yakınlaşmanın yaşandığını, bunun da özellikle NATO bağlamında öngörüldüğünü söylemek mümkün. Kaldı ki Ukrayna’nın AB için hızla üyelik başvurusunda bulunması da ortak çıkarlar halesinin bir ifadesi. Almanya’nın bu süreçte savunma harcaması için 120 milyar euro fon ayıracağını açıklaması da sürecin uzun erimli ve değiştirici niteliklerine işarettir. Bunun, bugünden yarına olmasa da ABD’den ayrı bir Avrupa savunması anlamına gelmesi de ihtimal dahilindedir.
Rusya’nın askeri gücü, Çin’in ekonomik gücü ve Asya’dan Afrika’ya ve hatta Latin Amerika’ya kadar uzanan etkisi düşünüldüğünde sürecin adım adım bölgesel güçlerin öne çıktığı bir dünyaya doğru hızlandığını ve bunun birden çok kutup, yeni düzen vb. anlamına geleceğini söylemek mümkün.
Çin’in de Rusya’nın da nihayetinde emperyalist bir güç olduğu unutulmadan değerlendirme yapmak, fotoğrafı daha bütünlüklü ve daha isabetli/sınıfsal okuyabilmeyi sağlayacaktır. Bu, aynı zamanda savaşın Ukrayna ile Rusya arasında değil ABD/NATO ile Rusya arasında yaşanmakta olduğunun ayırdına varma ve bunun yanında savaşa katılmadığı söylenen/sanılan Türkiye’nin de aslında hem taraf hem de savaşta olduğunu görebilme yöntemidir/imkanıdır.
Sınıfsal bakış; isabetli duruş, duygusallıktan uzak, doğru saf tutma vb. için olmazsa olmaz önemdedir. Bu, aynı zamanda ezberden “savaşa hayır” demek yerine, haksız savaşa, baskı ve sömürü üzerine bina edilmiş dünyanın devamına hizmet eden savaşa “hayır” diyen tutarlı bir duruşun koşuludur. İşte böyle bir bakışın gereklerini daha ayrıntılı/kapsamlı biçimde ele almak ve sorunu tüm boyutları ile tartışabilmek için hazırladığımız soruları, yanıtları ile beraber okurlarımızla paylaşıyoruz.
***
NATO; 70 yıllık kirli bir tarih
SORU-1: NATO neden kuruldu? Bir güvenlik örgütü mü yoksa savaş örgütü mü? Kurulduğu günden bu yana dünya ülkelerinde neler yaptı? Şu an uluslararası sistemdeki stratejisi ne?
Konu bağlamı içinde söylemek gerekirse NATO, 2. Yeniden Paylaşım Savaşı sonrasının koşullarında, ABD eksenli kapitalist dünyanın çıkarları paralelinde kurulmuş bir savaş/suç örgütüdür. Meselenin salt Sovyet varlığı ile ilişkilendirilmesi, olgunun temel önemdeki boyutlarından birini eksik bırakır.
Evet NATO ve CENTO ile Sovyetler Birliği bir anlamda kuşatılmıştır. Özellikle Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya dahil edilmesi, hem Sovyetler’e en yakın noktalarda kurulacak üslere ihtiyaç duyulmuş olması hem de muhtemel bir savaşın ABD toprakları dışında karşılanması vb. içindir.
Ancak NATO’nun aynı zamanda darbeler yapan, Gladyo’yu örgütleyen vb. niteliğine bakıldığında, sınıflar mücadelesi dolayısıyla da ABD’nin uluslararası boyuttaki çıkarları ve işbirlikçi iktidarların (bunu sermayenin çıkarları olarak okumalı) ihtiyaçları paralelinde hareket eden bir askeri organizasyon olduğunu söylemek daha uygun düşecektir.
Kısacası, son 70 yıl için haksız savaşların, yağma ve talanın, gladyonun, devlet eliyle uyuşturucu organizasyonlarının, yasak silahların tarihi yazılacaksa, bu süreçte NATO’nun oynadığı başat rolden bahsetmeden olmaz.
Bugünkü stratejisini ’91 sonrasındaki faaliyetlerinden izlemek mümkün. Gerçekte ne Sovyetlerin çözülmesi ne de Varşova Paktı’nın dağılması NATO’nun işlevini bir an bile tereddütlü hale getirmemiştir. Nitekim bunu Yugoslavya’nın parçalanmasında, Afganistan’ın işgalinde ve gündemde olan konu bağlamında, gerçekte sermayenin yayılması anlamına da gelen doğuya doğru yayılmada somut biçimde gördük.
Bugün gelinen aşamada NATO’nun bütün dünyayı bir oyun sahası olarak gördüğünü ve ABD eksenli sermayenin çıkarlarının askeri gücü olarak rol aldığını söyleyebiliriz. Doğruya doğru hızla genişleme gerçekte basitçe bir “üye artırma” meselesi değildir. Bunun hegemonya ve paylaşım savaşının bir parçası/biçimi olduğunu, aynı zamanda dünyayı artık bir bütün halinde oyun sahası olarak gören NATO’nun örneğin bir tatbikatta ABD’nin çıkarları dahilinde, üye olmayan ülkeleri de sürece kattığını, asker konuşlandırma ve silah yığınağı yapma konusunda nasıl keyfi ve ölçüsüzce davrandığını görmeyen, dikkate almayan değerlendirmeler eksik, hatta sorunlu olacaktır.
Durum bu denli somut/görünür iken NATO’yu, sınıfsal nitelikleri ve işlevi bağlamında, sol içi tartışmalarda dahi yeniden anlatma ihtiyacı duymak gerçekten üzücü.
Emperyalist paylaşım ve çok kutupluluk
SORU-2: Rusya emperyalist bir devlet mi; emperyal hedefleri olan hegemonik güç mü? Dünya uluslararası sistemi çok kutuplu mu?
Gündemdeki tartışma konularından biri de Rusya’nın emperyalist olup olmamasıdır. Kimi, GSYH üzerinden ölçüm yapmakta, kimi ekonomik verileri bir başka ülke ile kıyaslayarak nicelik tartışmalarını eksene almakta ve bir anlamda hangi parametreler üzerinden bakılması gerektiği, neyin ölçü alınması gerektiği karıştırılmaktadır.
Ekonomik büyüklükler açısından bir örnek vermek gerekirse NATO’nun merkezinin olduğu Belçika, G-20 yani ilk 20 ekonomi içinde yer almamaktadır. Rusya ise 11. sıradadır. Emperyalistlik tanımı, öncelikle tekelleşmenin bugün geldiği aşamada, kapitalizmin kendi iç dinamikleriyle geliştiği, bağımlılık ilişkisinin, sömürge konumunun olmadığı ülkeler için yapılabilir. Sermaye ihracı dahil ekonomi dışında aranacak ikinci ölçüt ise yayılma ve hegemonyayı içerecek şekildeki dış politikadır.
Sıraladığımız bu genel ölçütlerin yanında Rusya, Çin gibi sosyalizm deneyiminden geçmiş, sosyalist bir devlet ve program eşliğinde sanayileşmesini tamamlamış (bir anlamda bir burjuva devrimin gereklerini geride bırakmış) ülkelerin geriye dönüş sonrasında bugün bulundukları durum, özgün nitelikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
Rusya ekonomisi bugün bir avuç oligarkın/tekelin hakimiyetindedir. Gelir dağılımının en çarpık olduğu ülkelerden biridir. Özellikle askeri sanayi ve enerji konusunda dünya ölçeğinde ilk sıralardadır. Kendi hinterlandında söz sahibi olmasının yanında, etrafındaki kuşatmanın izin verdiği oranda Suriye, Libya vb. ülkelerde varlık göstermekte, silah denemekte ve satmaktadır. Çin’le veya Çin ve İran’la ortak deniz tatbikatı yapabilmektedir.
Özetle işin psikolojik veya duygusal boyutunu bir tarafa bıraktığımızda Rusya’ya emperyalist demek için yeterli nedenler vardır.
Çok kutupluluğa gelince, Sovyetlerin dağılması sonrasında gündeme gelen “tek kutupluluk”ta ABD’nin/NATO’nun adeta sahayı boş bularak bu durumu fırsata çevirdiğini gördük; Yugoslavya’nın yıkılması, Kosova’ya ve Somali’ye müdahale, Irak ve Afganistan işgali gibi…
Bugün gelinen aşamada, taşların dizilimi, saflaşma vb. tamamlanmamış olsa da tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişin yaşanmakta olduğunu, yeni bir düzenin ipuçlarının belirdiğini söyleyebiliriz.
Mevcut tabloda, Rusya’nın kuşatılması, bir yanıyla Rusya’yı kendi sınırları içine hapsetmeyi; Suriye, Libya, Körfez gibi noktalarda varlık gösteremez hale getirmeyi amaçlarken, diğer yanıyla da Çin’le yakın ilişki ve işbirliği içine girmesinin önlenmesini hedefliyor. Henüz oluşmuş bir bloktan söz edemezsek de ortak tatbikat yapmak gibi Rusya, Çin ve İran’ın yakınlaşması ABD’nin en çok rahatsız olduğu, en istemediği tablolardandır.
Paylaşım savaşı ve lokal cepheler
SORU-3: Rusya-Ukrayna arasında yaşanan, iki eşit güç arasında bir savaş mı; Rusya’nın askeri müdahalesi mi ve bölgeyi işgal harekatı mı?
Ukrayna, bir süredir yalnızca Ukrayna değildir; bir mızrak ucuna, ABD/NATO, AB ve işbirlikçileri tarafından desteklenen ve kullanılan bir araca/aparata dönüştürülmüştür. Öylesine araçsallaştırılmıştır ki kendisinin bağımsız politikaları yoktur. Son olarak ABD Temsilciler Meclisi’nin Ukrayna’ya 13,6 milyar dolarlık yardım sağlayacak tasarıyı onaylaması, ABD’nin araç ve imkan çoğaltmasıdır; Ukrayna’daki yığınağı artırma çabasıdır. Bu bağlamda bugünkü savaşta orda NATO’nun/ABD’nin varlığını salt “bayrak, üniforma” vb. üzerinden aramak yanıltıcı/aldatıcı olur. Benzer şekilde Türkiye’nin savaşa katılmamış, tarafsız kalmış gibi gösterilmesi de yanıltıcıdır. Türkiye bugün Ukrayna’da SİHA’larla, yaptığı anlaşmalarla ve hatta muhtemelen çeşitli özel kadroları ile Ukrayna’dadır.
Azerbaycan veya Libya dahil çeşitli örneklerde olduğu gibi son dönemlerde bir noktada sıcak çatışma yaşandığında orada çıkarlarına bağlı olarak, vekalet biçiminde de olsa çeşitli güçlerin varlık gösterdiğini gördük. Nitekim Suriye’de olduğu gibi dünyanın çeşitli savaş pratiklerinde rol almış paralı askerlerin Ukrayna’ya gelmekte olduğu artık gizlenmiyor. Zelenski, Ukrayna’ya yardım için 16 bin yabancı gönüllü savaşçının geleceğini açıklamış ve “Onlar bizim özgürlüğümüzü, hayatımızı korumak için geliyor” değerlendirmesini yapmıştı. Aynı konuda Dışişleri Bakanı Dimitri Kuleba, “52 ülkeden deneyimli, emekli askerler ve gönüllülerden oluşan yabancı savaşçılar bize başvurdu” dedi. Ve sayının 20 bini bulduğunu açıkladı.
Son günlerde peş peşe, önce İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un sonra da Polonya, Letonya, Litvanya ve Estonya liderlerinin Kiev’de Zelenski ile beraber adeta gövde gösterisi yapması, bu savaşı nereden ve hangi sınıfsal bağlamlar üzerinden okumak gerektiğini, olguya tek yanlı bakmayan, öznelliğe düşmemiş herkese yeterince gösteriyor.
Bunlara küçük çaplı paylaşım savaşları veya 3. Yeniden Paylaşım Savaşı’nın lokal cepheleri demek pek de abartılı olmayacaktır. Soru, bu kapsam içinde değerlendirilmelidir. Elbette Ukrayna’nın askeri imkanları Rusya’nınki ile kıyaslanamaz. Rusya’nın kapsamlı askeri müdahaleyi başlatan taraf olduğu da doğrudur. Ancak bunlar, olgunun bütününü anlatmayan eksik tanımlamalardır. Rusya’nın müdahalesinden önce de bir savaştan söz etmek mümkün. Hatta bunu iki çeşit de ifade edebiliriz. Birincisi, Üçüncü Yeniden Paylaşım Savaşı farklı enstrümanlarla bir süredir başlamış durumda. ABD de AB de Rusya ve Çin de bunun taraflarındandır/aktörlerindendir. Ukrayna, bu savaşın son sıcak noktalarından biridir.
İkincisi, 2014’teki ABD patentli darbeden beri Ukrayna’da bir savaş vardır. Bu süreçte imzası olmasına rağmen Ukrayna, sürecin hiçbir aşamasında Minsk Anlaşması’na uymamış, özerkliği tanımamış, paramiliter güçleri (anlaşmada geçtiği gibi) bırakalım silahsızlandırmayı, sayısal ve nitelik olarak büyütmüş hatta iktidarın bileşeni haline getirmiştir.
Özetle bugünkü sıcak sahada öyle bir çelişme yığılması/düğümlenmesi var ki sorunu Rusya’nın müdahalesinden ibaret görmek dolayısıyla da savaş sahasında halkın yaşadığı kayıp acı ve yoklukların faturasını salt ona kesmek, sınıf bilincinden yoksunluk ve ekonomi politik bilmemek değilse ve öznel nedenler yoksa muhtemelen duygusal ve psikolojiktir.
İlk ateş ve gerçek müsebbip
SORU-4: Sonuçta fitili Putin yaktı, saldırıyı o başlattı denilemez mi?
Evet denilebilir, deniliyor da ancak sorun tam da burada başlıyor. Bu konu, neden diyalektik bakışa ihtiyaç olduğunun somut örneğidir. Ve hatta anlatabilmek için bir fırsattır. “Fitil” denince tutuşturucu ilk ateş, ilk sebep anlaşılır. Buna Putin’in “Ukrayna diye bir ülke, bir millet yoktur” deyişini de eklediğimizde tam teşekküllü bir “başmüsebbip” ortaya çıkar. Hatta biz bir iki ek daha yapabiliriz; Putin’in sosyalizm düşmanı, sosyalizmden kalan birikimleri talan eden oligarkların iktidardaki temsilcisi olduğunu da söyleyebiliriz. Ancak gerçekten böyle mi bakmak gerekiyor; perspektif salt bu bağlam üzerinden mi geliştirilmeli? Neden-sonuç ilişkisi böyle mi kurulmalı? ABD’nin/NATO’nun kışkırtılmaya veya ilk ateşe ihtiyacı mı var? Belki “hangi savaş, hangi ilk ateş, hangi müsebbip” diye sormak gerekiyor.
Kast ettiğimiz, sadece Ukrayna’da 2014’ten beri bir savaşın sürmekte olduğu değil; savaşta Rusya karşısında asıl tarafın Ukrayna değil ABD olduğudur. Diğer bir ifadeyle, yaşanmakta olan, büyük çaplı bir savaşın, paylaşım savaşının Ukrayna topraklarına yansımasıdır. Bu durumda haklılığı/meşriyeti nerede arayacağız? Duruşumuzu iki güç arasındaki görece farklar üzerine mi oturtacağız? O durumda söz konusu güçlerden nasıl kurtulacağız? Değerlendirme yaparken örneğin asıl müsebbibin ABD olduğunu veya halklara karşı işlenen suçlarda daha fazla sabıkasının olduğunu bilmek bunu ifade etmek, karşı tarafı haklı kılmıyor.
Temel neden, hegemonya ve paylaşım mücadelesidir
SORU-5: Rusya-Ukrayna savaşının temelinde ulusların kendi kaderini tayin hakkına dair ihlaller mi var? Putin’in iddiası bağlamında sorarsak, Ukrayna diye bir devlet yok mu? Mesele tanınma meselesi mi?
Ukrayna’nın kendi içinde Donbas bölgesi için böyle bir ihlalden söz edilebilir ancak Ukrayna için, Putin’in yakıştırmaları bağlamında bir durum söz konusu değildir. Ekim Devrimi, Çarlığın halklar hapishanesini, halkların kardeşçe bir arada yaşayabildiği, sorunların/gerilimlerin özerklik vb. yöntemlerle aşıldığı, kültürlerin-dilin vb.nin gelişiminin önünün açıldığı halkların gönüllü birliğine dönüştürmüştür. Putin’in gerek Lenin gerekse Bolşevikler için söylediklerinin ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Onun ve temsil ettiği oligarkların varlığı, Sovyet halklarının yıllara yayılan birikimlerinin gaspı üzerine oturmuştur.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi savaşın temeli/nedeni, son çatışmanın dar bağlamı içinde değil çok daha kapsamlı bir mücadele haritasında aranmalıdır. Rusya’nın neden kuşatılmakta olduğu, doğuya doğru yayılmanın ne anlama geldiği ve bunun nasıl bir sürecin ifadesi olduğu tatışılmadan savaşın nedeni/sebebi doğru yanıtlanamaz. Bu bağlamdaki ana başlık, asıl neden yazımızın bütününde yer verdiğimiz gibi hegemonya ve paylaşım mücadelesidir.
Ukrayna’daki iktidar halkın iradesini temsil etmiyor
SORU-6: Ukrayna devletinin Batıcı eğilimleri halkın iradesi olarak değerlendirilebilir mi? Sosyalistler halk iradesine nasıl bakarlar?
Ukrayna devletinin Zelenski’nin başkanlığındaki bugünkü varlığı, burjuva temsil mekanizmaları/ölçüleri bağlamında bile meşru değildir. Varlığını “renkli devrim” adı altında bir ABD darbesine borçludur. Ve uzun süredir yürüttüğü hemen her politika ABD eksenlidir. Bizler halkın iradesi için halkın doğrudan katılımını ölçü alırız. Bugün için en uygun örneklerden biri Küba’dır.
Biz, egemen güçlerden değil halklardan tarafız
SORU-7: Rusya-Ukrayna savaşında NATO’nun eylemlerini eleştirenler Putinci midir? Sosyalistler Putinci mi?
Tartışmaların bu noktaya gelmesi ve bu biçimde yapılan yakıştırmalar ne yazık ki ciddi boyutta bir kafa karışıklığına ve sınıfsal bakıştan uzaklaşmaya işarettir. Dünya tarihinde NATO’dan daha kirli bir örgütten bahsetmek olası değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi paramiliter güçlerden uyuşturucuya, darbeden katliamlara kadar her yola başvuran, emperyalizmin saldırı örgütünden bahsediyoruz.
Konunun çok daha sağlıklı ve bir tarafı değil bütünü gören noktadan değerlendirilmesi mümkünken, sol/sınıfsal bakış ve değerler buna imkan tanıyorken, savaş istemeyen muhalif kesimlerin birbirini paylaşım savaşı içinde olan iki kutuptan birinin yanında olmakla suçlaması önemli bir eksikliğe, bir kafa karışıklığına işarettir.
Özetle ne NATO’yu eleştirenler Putinci ne de Putin’i eleştirenler NATO’cudur. Bizler tabii ki tarafız ama egemen güçlerden değil halklardan tarafız. Rusya’da da Ukrayna’da da dünya ölçeğinde de halklardan/ezilenlerden tarafız.
Rusya Komünistlerinin öne çıkardığı sloganların doğrudan Putin’e yönelmesi yanıltmamalıdır. Onların NATO’ya karşı olmadığı anlamına gelmiyor. O duruş, 1. Yeniden Paylaşım Savaşı’nda da gündeme gelen, “vatan savunusu” adı altında iktidarla yan yana düşülmemesi, savaşın sınıf savaşına dönüştürülmesi perspektifiyle ilintilidir. İmkanları ölçüsünde bunu Ukraynalı veya ABD’li Komünistler de yapmalıdır.
Faşizm, emperyalizmin sınıfsal izdüşümüdür
SORU-8: Ukrayna’da Neo-Naziler var mı? Bu gruplar Ukrayna siyasetinde rol oynuyor mu? Neo-Nazileri müdahalenin gerekçesi olarak göstermesi, Putin’i “anti-faşist” yapar mı? Bu bir “haklı savaş” mıdır? Denazifikasyon mu, dekomünizasyon mu?
Evet Ukrayna’da Neo-Naziler var. Üstelik sokakta da iktidarda da varlar ve önemli rol oynuyorlar. Geçmişte Nazilerle işbirliği yapmış Ukrayna Milliyetçi Örgütü’nün lideri Stepan Bandera’nın izinden giden Svoboda Partisi, Sağ Sektör, Azov (Azak) Taburu ve S-14 gibi faşist güç ve örgütlerin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in 2014’te bir darbeyle devrilmesinde bizzat rol aldığı biliniyor.
Darbe sonrasında ise gerek önlerinin açılması ve aldıkları desteklerle gerekse bizzat hükümet içinde yer verilerek hızla yükselmesi sağlandı. Örneğin Svoboda Partisi’ne yeni hükümette Başbakan Yardımcılığı, Savunma Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Başsavcılık ve iki valilik verildi. Böylesine önemli noktalarda yetki verilen bu hareket, İkinci Dünya Savaşı sırasında çoğu Yahudi 600 Polonyalının öldürüldüğü Yanova Dolina Katliamı’nın yıldönümünde Sağ Sektör ile birlikte kutlama yapacak kadar Nazi hayranlığını gizlemeyen bir yapılanmadır.
Gamalı Haçı amblem ve bayrak olarak benimsemiş olan Sağ Sektör ise İçişleri Bakanı Arsen Avakov döneminde yasal statü kazandı. Bunun silahlı örgütü niteliğindeki Azov Taburu da Ulusal Savunma Ordusu bünyesine alındı. Neo Nazi Sosyal Milliyetçi Parti ile paramiliter Ukrayna Vatanseveri’nin kurucusu olan, Maidan’daki gösterici silahlı milislerin komutanı Andri Parubi ise yeni dönemde Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Başkanı yapıldı.
Kaldı ki Ukrayna’da faşizmi onlardan ibaret de görmemek gerekiyor. Faşizm, emperyalizmin sınıfsal izdüşümüdür. Var olan iktidar da ABD emperyalizminin ve sermaye çıkarlarının kuklası niteliğindedir. Neo-Nazilerin varlığını, aldıkları oy yani nicelik üzerinden tartışmak, hafife almak ve yanıltıcı olur. Bu, Türkiye’de devletin kilit noktalarında rol verilen kontrgerilla veya MHP kadroları gibi düşünülmelidir.
Rusya’nın müdahalesinin nedeni tabii ki Neo-Naziler vb. değildir. Kaldı ki böyle olsa dahi bu Putin’i ne antifaşist ne de haklı kılıyor. Ortada bir haksız savaş vardır. Böyle savaşların içinde kimi kareleri veya kişileri seçip ayrı değerlendirmek olmaz. Haksız savaşa bir bütün halinde karşı durulmalıdır. Mesele ne komünizmdir ne de Nazilerdir. Bu bir paylaşım savaşıdır. Anlık/dönemsel/lokal nedenler veya kareler bütünden koparılmadan değerlendirilmelidir. Aynı bakış, neden-sonuç ilişkisi için de; kim haklı, kim başlattı, ilk kim ateş etti gibi soruların yanıtı için de geçerlidir.
Meşruiyet denklemi ve doğru sorular
SORU-9: Neo-Nazilik ve kimyasal silah depoları saldırı sebebi olabilir mi?
Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Vasiliy Nebenzya, yaptığı açıklamada, Ukrayna’da tehlikeli deneylerin gerçekleştirildiği laboratuvarlara ilişkin Rusya’nın elinde belgelerin bulunduğunu ileri sürdü.
Sputnik’in aktardığına göre, Nebenzya, “Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’da veba, şarbon, tularemi, kolera ve diğer ölümcül hastalıkların patojenik özelliklerini arttırmayı amaçlayan son derece tehlikeli deneylerin yapıldığı en az 30 laboratuvardan oluşan bir ağ kurulduğunu doğrulayan belgelere sahiptir” dedi.
Bu ve benzeri bilgiler ABD’yi tanıyanlar için bilindik. Aynı zamanda Ukrayna’yı nasıl araçsallaştırıp kullandığının da göstergesidir. Ama bir başka hegemonik gücün oraya girişine meşru sebep oluşturmaz. Kim, ne adına, hangi değer ve amaçlarla giriyor? Bu, neyin önünü açar, hangi işgalleri ve saldırıları meşrulaştırır? Bu türden sorular, sağlıklı bir değerlendirme için önemli ipuçları veriyor.
ABD’nin suç listesi Rusya’ya oranla tabii ki daha kabarık. Ancak denklemi buradan kurarak meşruiyet tartışması yapamayız.
Türkiye, NATO üyesi aktif taşerondur
SORU-10: Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşı konusundaki tutumu, AKP’nin, “barış yanlısı” bir hükümet olmasından mı kaynaklanıyor; bu bağlamda Türkiye doğru bir tavır mı alıyor? Türkiye’nin NATO ile ilişkisi ve Rusya ile ilişkisi eşit mi?
Türkiye’nin bu savaştaki tutumunu Suriye’deki tutumuna benzetebiliriz. Ancak Suriye’deki politikalarının “denge siyaseti” denilip geçilmesi veya her tarafa eşit mesafe içinde olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Bu yanılgı Ukrayna meselesini değerlendirmeye de yansır.
Türkiye, NATO üyesi aktif taşerondur. Ona sınır ötesi roller de verilmektedir. Suriye’de veya Azerbaycan’da salt kendi iradesi ile hareket ettiğini sanmak hele ki ABD’ye rağmen bunun olduğunu düşünmek, tüm taşların dizilişini yanlış okumaya sebep olur.
Türkiye’nin SİHA üreten, satan ve kullanan bir ülke olması bile bir rol paylaşımıdır. Mutlaka bir taşeron olarak da olsa amaçları/hedefleri vardır ama İsrail’den Mısır’a, BAE’den Arabistan’a kavgalı gibi göründüğü her ülke ile hızla “normalleşmesi” veya Mavi Vatan tanımı ve Akdeniz’de kopartılan bunca fırtınadan sonra bugün gelinen nokta bir bütün içinde değerlendirilmeli, tribünlere yapılan konuşmalara değil sahaya bakılmalıdır.
Yaptırımlar, emperyalist hakimiyetin ifadesidir
SORU-11: Avrupa’nın Rusya’ya yaptırımları demokratik tepki amacını mı taşıyor? Avrupa ve ABD medeniyeti, iddia edildiği gibi demokrasi ve insan hakları beşiği mi?
Yaptırımlar, emperyalist güçlerin küresel boyuttaki hakimiyetinin ifadesi ve oyunlarının kurallarıdır. Bu da bir sermaye savaşıdır, hegemonya mücadelesidir. AB ve ABD’nin demokrasisi, sömürü ve baskı düzenlerinin/politikalarının meşruiyeti için bir makyajdan ibarettir. İnsan hakları politikaları da öyledir. Krallıklarla, şeyhliklerle sorun yaşamazken, bir başka ülkenin insan hakları bağlamında mercek altına alınması, baskı kurarken de meşru araçlar kullanmış görüntüsü vermekten öte bir anlam taşımamaktadır. Yoksa ne AB ne de ABD için böyle bir sorun yoktur. Devletleri bugün artık “medeni” olan veya olmayan diye ayırmak hatta bu ölçeği tekeller arasında bile yapmak, kapitalizmin işleyiş yasalarına ve sınıf bilincine dair bilinç sorununa ve yetersizliğe işarettir.
Çözüm yeri, halkların safında egemenlerin karşısındadır
SORU-12: Rusya-Ukrayna arasındaki savaşta çözüm ne? Çözümün adresi nerede?
Doğru çözüm için öncelikle çözümü mevcut emperyalist aktörlerde veya onların birbiriyle savaşında aramaktan vazgeçmek gerekiyor. Diğer bir ifadeyle mevcut oyunu kuralları ile beraber bütünüyle reddetmeli, ehvenişere yönelmemeli, doğrudan halkların safında egemenlerin karşısında durulmalıdır.
Bu konudaki isabetli duruş için genel anlamıyla savaşa karşı çıkmak yeterli değildir. Haklı savaş, haksız savaş tanımını yapabilmek, manipüle edici tuzaklara düşmeden duruş belirlemek gerekiyor. Savaş karşıtlığının gündeme oturduğu bu süreçte, duygusallığa veya toptancı bir bakışa düşmeden sınıf savaşını, haklı savaşı savunmak ve çözümü orada aramak gerekiyor.
Bu bakış, bugün muhalefet adı altında varlık gösteren ittifakın sözcüsü niteliğindeki Kılıçdaroğlu’nun NATO’yu “demokrasinni güvencesi” olarak görmesi ve AKP’yi yeteri kadar NATO’cu olmamakla suçlaması, duygusallıktan uzak sınıfsal duruşun önemini artırıyor.