“Bugün biz yetmezsek avludaki bankları, binaların kapılarını da kurşuna dizeceklermiş!” (Themos Kornaros, Haydari Kampı, s:87)
Bu değerlendirme, Haydari Kampı’ndaki tutsaklara aittir. Orada, faşizmin yüzünü en yakından ve en çıplak biçimde gören tutsakların, faşizme dair çok özel bir tanımlamasıdır bu. Varlık sebebinde şiddet, varlık sebebinde insandışılaşma, varlık sebebinde yokedicilik olan faşizm, ona ihtyaç duyanların taleplerine göre şekil alır. Bu nedenle, faşizmin karşısında ancak dövüşerek var olunabilir.
Faşizmi tanımak, sınıfsal olarak doğru yere oturtmak, doğru tavır almayı da mümkün kılar. Devrimciler için sorun her zaman destansı direnişler grafiğini yakalamak değil, doğru devrimci tutumu almaktır. Kitleler halinde, yoğun biçimde insanların bir arada olduğu zeminlerde, bir norm oluşturmak ve o normun etrafında genel bir uyumu mümkün kılmak önemlidir. Aynı direnç ölçüsüne ve aynı bilinç düzeyine sahip olmayan kitleleri bir arada tutmak, değerlerini korumalarını sağlamak ve gerektiğinde savaştırmak, bir çeşit ustalık gerektirir. Bu ustalık da devrimciliğin dışında bir olgu değildir.
Korkuyu da tedirginliği de acemiliği de insana ait özellikler olarak görmek ve bunlar aşılmamış da olsa, bir direnç ölçüsü tutturabilmek; insanları doğru zamanda doğru testlerle sınamak; kitlelerle beraber devrim yapma ciddiyetinde olanların üzerinde önemle durması gereken bir olgudur.
Bilinçle, bilerek ve isteyerek yürüyen devrimciler, kavganın kimi sıçramalı dönemlerinin olacağını, doğayı yenilgiye uğratırcasına hızlı değişimlerin yaşanacağını bilmeli ve karşılaşılan zorlu etapları, kendini her an diri tutan bir yapıcılıkla ve umut çoğalmasıyla geçmelidir. Kavganın çeşitliliği, kimi taşların görünmez biçimde birbirine eklenmesine imkan verir. Verilen hangi kaybın bir başka toplamda kavgaya artı olarak ekleneceğini, hangi gelişmenin bir başka gelişmeyi ateşleyeceğini belki ayrıntıları ile takip etmek zordur. Ama, devrimciler zaman ve mekan olgusunu da dikkate alarak, isabetli kararlar alma ve değerlendirmeler yapma şansına, bir başka toplum kesiminden daha fazla sahiptir.
Değerlendirme yaparken kaydırılmaması gereken en önemli eksenlerden biri de uzlaşmazlıktır. Aslında devrimciler için uzlaşmazlığın rengi hiçbir zaman flu veya açık tonlu olmamıştır. Hatta yer yer kimilerine abartılı ve gereksiz gelebilecek reaksiyonlar ve karşı duruş biçimleri oluşmuştur. Ancak bunlar, yakından incelenmeli ve doğru değerlendirilmelidir. Sınıf düşmanları ile hiçbir şeyini paylaşmamak, selamını bile almamak; bakışlarındaki izde bile kire rastlayıp, uzak durmak; pekala mümkün olabilir. İnsanların ruhsal bahçelerinde postallarla gezinmek ve binbir emekle varedilmiş olan çimleri ezmek ne denli insanlık dışı bir olaysa, bunun sahiplerine sırt çevirmek o denli insancadır .
İster içerde ister dışarda olsun devrimciler, sınıf düşmanları ile karşı karşıya gelişlerinde; provokasyon, şiddetin artma ihtimali, vb. faktörlerin oyalayıcı ve ivmeyi düşürücü etkisine girmeme ustalığı göstermeli; bu tür faktörlere genellikle reformist çevrelerin ağzında maksatlı amaçlarla rastlandığı unutulmamalıdır. İvme düşürülecek ve geri çekilme olacaksa bile; bu, yarın daha büyük vuruşlara imkan tanıyacak olan düzenleme, hazırlık vb. amaçlarla olmalıdır.
Baskının direnişe, direnişin baskıya sebep olması ve birbirini büyütmesi biçimindeki sarmal ilişki, sınıflar mücadelesinin hemen her coğrafyada doğurduğu bir durumdur. Baskı-direniş ilişkisinin bu niteliğinden kimilerinin, direnişin baskıya sebep olduğu, bu nedenle, direnmemek gerektiği sonucunu çıkardığı bilinmektedir. İtaat etmek ve daha az baskı ile idare etmek biçimindeki bu kullukla özdeş olan tutum, özellikle çözümsüzlüğe inandırılmış veya kavganın başarısına inanmayan kesimlerde kendine yer bulur. Yaşamından memnun olmasa da daha kötü olmaması için, kitlelerin itiraz etmemesi (direnmemesi); çerçevesini egemenlerin çizdiği ve bunun için yönlendirme yaptığı bir duruştur. Zaten, kendini sevdirmenin pek de olanaklı olmadığını bilen istilacı veya sömürücü güçler, asıl olarak, tepkisizliğe/edilgenliğe yatırım yaparlar.
Daha çok kâr hırsının uyarıldığı kapitalist sistemlerde, direniş dinamiğinin uyarıldığı yerlerde bir karşı karşıya geliş söz konusu olur. Burada vazgeçmesi gereken, haksız olan taraftır.
Kaynağını var olan sistemden alan baskı, belirli oranlarda kabullenilerek durdurulabilecek türden değildir. Çünkü, kapitalizmin varlık nedeni budur. Hatta, engelsizlik onu daha çok kamçılar ve freni patlamış bir araç gibi, hızını arttırarak yol alır.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan ve birbirine sanıldığından daha çok benzeyen zorbalık pratikleri, zorbalığın önemli bahanelere ihtiyaç duyulmadan uygulandığını ve hatta uygulayıcıların çoğu kez bundan zevk bile aldığını göstermektedir. Aradan on yıllar geçtikten sonra Şili’deki işkence ve katliamları, aralarındaki çelişkiler sebebiyle açığa vurmaya başlayan, Pinochet döneminin “görevli”leri, aynı gerçeği güçlendirici açıklamalar yapmaktadır. Emekli general Joaquin Lagos’un anlatımlarına göre “Komandolar, yakaladıkları kişilerin gözlerini kasaturayla oyuyor, mahkumların çenelerini ve bacaklarını kırıyorlardı. Öldürdüklerinin cesetlerini de paramparça ediyorlardı .” General Lagos, yakalanan kişilerin hemen öldürülmediğini ve komandoların, işkence yaptıkları kişileri acı çekerek ölürken görmekten zevk aldıklarını anlatıyor. Buna göre “ çoğu kez makineli tüfekle önce bacaklara, en sonunda da göğse ateş ederlerdi. Öldürülenler paramparça olur, tanınmaz hale gelirdi. Acıma nedir bilmezlerdi …” Bu örnek, ülkemizde hapishanedeki devrimci tutsaklara yönelik olarak tarihinin en vahşi saldırısını gerçekleştiren iktidar karşısında; adeta bu saldırıya gerekçe ararcasına devrimcileri ve direniş anındaki kimi pratiklerini mercek altına almayı kendine vazife sayanlara hatırlatmak ve sapla samanın (maksatlı veya maksatsız) karışmasına izin verilmemelidir.
Vietnam pratiği de benzer türde öğretici gelişmelerle doludur. Vietnam’da başlangıçta (1959’dan önce) belirli “meşru” sınırlar içerisinde tutulmaya çalışılan mücadele; yaşam düzeyi, demokratik haklar, emeğin karşılığının ödenmemesi, zorla askere alma ve zalimce dayak çerçevesinde gelişiyor idiyse de, saldırıların boyutunun artarak sürmesi önlenememiş ve örneğin gebe kadınlar, çocuğunu düşürene dek dövüldükten sonra, “yeryüzünden bir Vietkong eksildi” diye alay ediliyormuş.
O süreçte sabretmeye çalışan ve saklı vaziyetteki tek-tük silahlarını kullanmaya yeltenmeyen NLF savaşçılarına rağmen halk, bu pasif tutumun düşmanı cesaretlendirdiğini görmüş ve sahip oldukları ilkel silahları kullanarak silahlı mücadeleyi başlatma kararı vermiştir. Halkın bu tutumuna NLF savaşçıları da katılmıştır. Halkın gerillaya, Fransız’lara karşı direniş, döneminden kalma bir güveni vardı. Belirli bir süre, vahşi hayvanlara karşı kullanılan tuzaklardan yararlanıp, askerleri köylerden uzak tutmaya çalışmış, giderek ateşli silah kullanılır olmuştur.
Mücadeleyi şiddetlendiren adımlardan biri de, çocukları kamptan kaçan ailelerin cezalandırılması sonrasında atıldı. Çocuğu kaçan ailelerde, misilleme olarak çocukların babasını öldürme yoluna gidildi. Bunun üzerine halk, toplanıp tepkisini en yakın yerel otoriteye bildiriyordu. Eğer sonuç alınamazsa bu kez silahlı propaganda birimlerinden birisi, yerel despotu cezalandırıyordu.
Baskının direnişi, direnişin vahşet boyutu arttırılmış bir baskıyı gündeme getirdiğini söyledik. Zorbanın buradaki hareket noktası, uyguladığı şiddete kimsenin dayanamayacağına ve itaat etmek zorunda kalacağına olan inancıdır. Bu nedenle, aşıldığını gördükçe, şiddet dozunu sürekli olarak arttırır. Vietnam’da, stratejik köyleri kurtarmak için yapılan ilk girişimlerde, korkunç misillemeler yapıldı. Yerliler, uçaktan aşağı fırlatıldı. Kabilelerin üzerine napalm atılarak, yeryüzünden silme yoluna gidildi. Ama, bunların hiçbiri, özgürlük özlemini yüreklerden söküp atamadı . Her saldırı, kendine uygun karşılıklar buldu.
Vietnam pratiğinden aktardığımız bu mücadele örnekleri, faşizmin saldırıları karşısında sinmenin veya daha çok şiddete, provokasyona, vb. sebep olur düşüncesiyle dövüşmekten kaçınmanın başarıya götürecek bir tarz olmadığına dair öğretici niteliktedir. Aslında sınıflar mücadelesinin bu gerçeğini kanıtlamak için, ne Şili’ye ne de Vietnam’a kadar uzanmak şart değildir. Ülkemiz pratiği de, bugüne dek hakkında bilgi edinilebilen başka ülke pratikleri de faşist bir güç karşısında ayakta durabilmenin koşulunun dövüşmek olduğunu çeşitli biçimlerde göstermiştir.
Sınıflar mücadelesinde çeşitli biçimlerde duraklamalar, geri çekilmeler olacaktır. Ne var ki bu, sistem içinde kendine yer açmaya ve kalıcılaşmaya çalışanların istismar çabalarını beslemeyecek bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bugün solu bir kanser belası gibi saran sağcılaşma , ilkesiz bir geri çekilme ile daha tehlikeli noktalara taşınmakta ve devrimci değerlere olan güveni, başarıya olan inancı aşındırmaktadır.
Farklı alanlardaki mücadeleyi doğru bir önderlik altında ve birbiri ile ilişkilendirerek sürdürürken, toplumun çeşitli kesimlerinden gelen seslere kulak vermek yanlış sayılmaz; yeter ki, kendi duruşunu, doğru ölçeklere dayandırma ve “ilkelerde sert taktiklerde esnekolma konusunda istikrarlı olunsun. Eğer meşruiyetinizi haklılığınıza dayandırıyor ve bunun gerektirdiği duruşu, burjuva demokratlarının (veya daha da geri kesimlerin) seviyesine göre tayin etme hatasına düşmüyorsanız, önemli bir basamağa tırmanmışsınız demektir. Aksi takdirde, bir hareket, toplumda sesi daha gürültülü çıkan kimi kesimlerin ölçülerine göre bir duruş tutturmuş, meşruiyetini buna göre oluşturmuşsa; kendi yapacağı bir eylem bile, meşruiyetini zora sokabilir. Böyle bir duruma düşmemek için faşizmin niteliği doğru tanımlanmalı ve buna uygun bir mücadele hattı geliştirilmelidir.
“üstü-başı kan kokan, bir suç rejimi olan faşizm, bir direnişle karşılaştığında daha çok saldırganlaşır; bu, onun niteliği gereğidir. Ancak, böyle olması, edilgen/tepkisiz duruşlar karşısında çirkinliğinden bir şey yitireceği anlamına gelmez. Faşizm ile dövüşmeyerek, onun ne saldırganlığı ne de niteliği değiştirilebilir. Çok sınırlı olan demokratik imkanlar zorlanarak birtakım kazanımlar elde edilebilir (bu da bir mücadeledir); ancak, yapılması gereken şey, faşizmi yok etmektir. Başka türlü kurtulmanın imkanı yoktur. Faşizme karşı dövüşürken de taleplerimiz karşılanmış olmayacak; ama, faşizmi kökten yok edecek olan çözümün-devrimin-gerçekleşme imkanları büyümeye başlayacaktır. Bu, başlı başına bir kazanımdır .”
(Devrimci Hareket, Ekim 2000)