Bugün solda, acil gündeme veya temel meselelere dair tartışılması, güncellenerek yeniden üretilmesi gereken bir yığın mesele var. Deyim yerindeyse “çalışılmamış yerden gelen sorular” giderek artıyor. Kimilerine yanlış gelse de biz çeşitli nedenlerle bazen bu konudaki saklı sözümüzü söylemeyi geciktiriyoruz/erteliyoruz; diğer bir ifadeyle uygun zemini bekliyoruz. Bizler bu hassasiyetle hareket ederken, bir yazı içine bir yığın tartışma/polemik konusunun sığdırıldığını, hatta bağcıyı dövercesine dilin uçlaştığını görmek, bizi karşılıklı hassasiyetler, solun/devrimcilerin birliği ve ortaklaşmış değerlerin gözetilmesi adına düşündürüyor.
Sözünü ettiğimiz nitelikteki yazılardan biri de 27 Ağustos’ta Umut Gazetesi‘nde “İki cenaze, üç ajans* ve ‘sosyalist birlik’” başlığıyla, İsmail Güldere imzasıyla yayınlanmıştır. Yazı, iki devrimcinin cenazesinden birinin haberleştirilmesi diğerinin ise haberleştirilmemesi noktasından yola çıkmış gibi görünse de tepeden tırnağa öznellik, zorlama yorumlar, temelsiz/haksız kıyas ve tasnifler içeriyor. Yazının bütününe, kendi dışındakini yargılama ve mahkum etme hakkını kendinde bulan bir üstencilik ve keyfiyet hakim.
Devrimci sorumluluğumuz gereği yazıyla ilintili olarak bazı sorular sorma ve ortak kabuller bağlamında kimi anımsatmalar yapma ihtiyacı duyduk. (Bahsedilen yazı için: https://umutgazetesi42.org/arsivler/83056)
***
* Öncelikle belirtelim ki hiç olmadığı denli, birleşik mücadeleye, birlikte davranmaya ve değerlerin ortak savunusuna ihtiyaç duyulan bir tarihsel süreçte, “Bizim Mahalle”nin “bir bileni” olmaya soyunmanın veya dostluk zemininde muhataplarına “AKP-MHP faşist iktidarının uysal solcuları olmaya aday”, “burjuvazinin işine yarayacak olan sol” ve “sosyalistlerin değil sermayenin gücüne güç katacak liberalizm” gibi tanımları yakışık görecek denli dili hoyratlaştırmanın ne kendine ne de genel anlamda mücadeleye yararı olur. Hatta bir bumeranga dönüşme olasılığı hiç de zayıf değildir.
* Biz, Gökhan Gür yoldaşımızın cenazesine yönelik saldırı sonrasında yaptığımız değerlendirmede “Cenaze töreni sırasında karşılaştığımız saldırganlık, bir polis amiriyle, saldırganların kişisel niteliği vb. ile açıklanıp geçilecek bir olgu değildir. Biz onları dünyanın dört bir yanında emekçi halklara ve halk önderlerine yaptıkları saldırıların niteliğinden, duruştaki vahşet ve çirkinlikten, temsil ettikleri sınıfların niteliğinden tanıyoruz.” demiştik. Yani bizim açımızdan bir devrimcinin cenazesine yönelik saldırı sistemin/faşizmin sınıfsal yüzüdür. Bu sınıfsal nitelik ve muhalif tüm kesimlere yönelmiş olan topyekun saldırı kavranabildiği ölçüde bunun birliklerde de ittifaklarda da karşılığı olacaktır.
* Kısa bir süre önce kuruluşu ilan edilen “Sosyalist Güç Birliği”ne veya genel olarak soldaki ayrışmaya yönelik söylenecek ve eleştirilecek çok şey var. Ancak bunun ölçüsü cenaze haberleri değildir. Örneğin eleştiri yöneltilen yayın organları Ulaş Alankuş’un cenazesini haberleştirmiş olsaydı, dar bir toplamla ve sığ bir anlayışla, dört yapı tarafından kurulmuş olan Sosyalist Güç Birliği’ne dair değerlendirme farklı mı (olumlu mu) olacaktı? Ölçü bu mu olmalıdır?
* Yukarıda belirttiğimiz gibi Sosyalist Güç Birliği’ni çeşitli açılardan sorunlu buluyoruz. Ancak değerlendirme yaparken, “Kendisini devrimci siyasetten en uzak noktaya konumlandırmak” dendiğinde veya “Bu güç birliği bugün sosyalistlerin değil sermayenin güç katacak liberalizmi, reformizmi bağrında taşıyor” diyecek kadar fark makası açıldığında akla “Devrimci siyaset neresidir, odağında kimler var, bu türden tanımları yapma hakkı kimlerdedir; ölçüsü nedir?” soruları geliyor.
* Bizler açısından Emek ve Özgürlük İttifakı da en az Sosyalist Güç Birliği kadar sorunludur. Biri için yapılacak eleştiri diğeri için de geçerlidir. Bu açıdan yazıdaki “HDP ve bileşenleri ile kurulan ittifak meclise kadar mı yoksa devrime kadar mı sorusunu sormak gerekiyor”sorusuyla bir yığın hatanın ve yanlışın tek cümleye sığdırılmış olduğunu söylemek gerekir. Öncelikle bilinmelidir ki ittifak, sol içi birlik değildir. Aksine sınıflar arası katılım olması ile sol içi birlikten ayrılır. Heterojen bir nitelik taşır, döneme ve ihtiyaçlara göre niteliği de bileşenleri de değişebilir. Bu nedenle bir ittifak için “devrime kadar tanımı” ölçeği koymak gerçekçi/politik değil olsa olsa duygusal ve psikolojik olabilir. Aynı konu bağlamında devam edilirse; “Ekolojik, demokratik, cinsiyet özgürlükçü paradigma” ile hareket eden ve devrimi değil “sosyalizme yatay geçişi” savunan yapı veya yapılar “devrime kadar” diye tanımlanan bir ittifakın neresindedir?” gibi bir soruyu da sormak gerekiyor.
* Söz konusu yazıda “Dev-Yol”un bir nostalji olarak yayın organlarına taşındığı söylenirken hareket noktası nedir? Nostalji niteliği taşıyan olgu cenazede kullanılan Devrimci Hareket imzalı flamalar mıdır; yoksa yoldaşımız Gökhan Gür’ün Devrimci Yol’cu kimliği midir? Her iki durumda da yakıştırma, değerlere saygıyı ve akıl ölçülerini zorlamış olmuyor mu? Daha da önemlisi bir hareketin veya hareketlerin dünden bugüne uzanan değerlere bağlılıktaki ısrarını “nostalji” olarak değerlendirmek neyin ihtiyacıdır?
* Yazıda örgütler arası bir kopuştan söz edilerek “Özellikle Haziran ayaklanmasından sonra Türkiye devrimci hareketinde büyüyen enternasyonalist atılım ve silahlı mücadele ihtiyacına cevap olan örgütler ile bunu gerçekleştiremeyen örgütler arasında ideolojik-pratik olarak kopuş yaşanmış bulunuyor” deniliyor. Böyle bir “kopuş” görüp tanımlamak için herhalde başka bir coğrafyada yaşıyor olmak gerekir. Doğrudur, Haziran Direnişi bir saflaşmayı beraberinde getirmiştir. Ancak bu saflaşma, “silahlı mücadele ihtiyacı” üzerinden sol içinde veya halk kesimleri içinde değildir. AKP ile ona karşı duran birleşik muhalif toplam arasındadır. “Söndü, bitti” veya “parçalandı” denilen ancak hala AKP’nin korktuğu ve yok etmeye çalıştığı bu dinamik “Hayır Meclisleri” gibi çeşitli dönemlerde mücadelenin içinde hala aktif halde görünmektedir.
Özetle, bugün solda eksik ve hatta yanlışlar listesi yapmak mümkündür. Ancak birincisi bunun biçimi/tarzı yukarıda verdiğimiz örnekler gibi olmaz. İkincisi, eğer bir tartışma yapılacaksa bu, solda bir tarafa “silahlı mücadele ihtiyacına cevap olan örgütler” payesi/başarısı atfedilerek mi yapılmalıdır? Hakikaten böyle bir başarı veya kopuş olduğuna inanıyor musunuz ve sorun gerçekten bu mudur?
Sonuç yerine
Yukarıdaki sorular daha da çoğaltılabilir ama biz şimdilik bir “son söz” ile bitirmeyi yeterli görüyoruz. Sınıflar mücadelesinin ihtiyaçları öznellikten uzak biçimde doğru tanımlandığında bunun içerisine genel de özel de asgari olan da azami olan da girer. Böyle bir tanımlama, kişiselleştirmeye de grup çıkarlarına da öznel bir tasnife de izin vermez. Devrimci yapılar elbette her şeyi aynı şekilde söyleyip yapacak değildir. Ancak bugünün mücadele ihtiyaçları aradaki farkları büyütmeyi değil kendi doğallığı/dinamikleri içerisinde kavrayabilmeyi gerektiriyor.
Bir süredir ittifak, güç birliği ve benzeri adına yaşanan ayrışmalar veya yapılan tartışmalar nasıl sağlıklı bir tablo yansıtmıyorsa, dostlarımızın yayınladığı bu değerlendirme kapsamındaki tanım ve ayrışmalar da sağlıklı bir tablo yansıtmıyor. Kısa bir inceleme yapıldığında söz konusu yayın kuruluşlarının bizlerin etkinliklerini de çoğu kez haberleştirmediği görülür. Bu konuda o dostlarımızı eleştirebiliriz ama salt bu olgudan hareketle onlarla aramızda, “sermayenin gücüne güç katmak” gibi kalın duvarlar çekmeyiz. Veya daha önce Birleşik Haziran Hareketi’nde olduğu gibi o dostlarımızla aynı platformda yer almamız halinde onlar eleştirilerimizden muaf hale gelmiş olmazlar.
Özetle; mücadelenin boyutlanan ve sertleşen niteliği, karşılıklı sorumlulukları da büyüttüğünü hatırlatmak istiyoruz.
6 Eylül 2022
Devrimci Hareket