Sınıflar mücadelesinin, devlet biçimleri üzerinde etkili olduğu; oligarşinin, kendisine yönelen tehditlerin boyutuna göre, egemenliğini sürdürme biçiminde değişikliğe gittiği bir gerçektir. Ancak bu, ne genel anlamda burjuva devlet biçimlerinin ne de özelde faşizmin yapısındaki çirkinliği örtmeye yetmez.
Daha açık söylemek gerekirse; faşizmin çirkinleşmek, halka saldırıp her türlü vahşeti gerçekleştirmek için bahaneye ihtiyacı yoktur. Faşizm, saldırganlık için kendi bahanelerini de yaratma özelliğine sahip bir rejim olarak varlık gösterir.
Faşizm koşullarında örgütlenmek ve mücadelenin sürekliliğini sağlamak durumunda olan devrimciler, olağanüstülüklerin “olağan” sayıldığı bir rejimle karşı karşıya olduklarını bilerek bir duruş sergilemeli; taşları, oyunun kurallarını dikkate alacak biçimde dizmelidir.
Devrimci eylemler sonrasında faşizmin saldırganlığında rastlanan artış ve elindeki propaganda araçlarını kullanarak, eylemleri istismar yoluna gitmesi ne yenidir ne de bölgeseldir. Bu da faşizmin “bildik” bir özelliğidir. Önemli olan, bütün bu olasılıklara rağmen, mücadelenin sürekliliğini mümkün kılmaktır. İllegal koşullarda varlık gösteren ve faşizmin tehdidi ile sürekli olarak yüz yüze bulunan hareketlerin başarısı, koşullara teslim olmamaktır. Devrimci eylemin, gerçekleşme anındaki fiillerden ibaret olmadığı; sonuçları ile beraber düşünülmesi, ele alınması gerektiği bilinir. Ancak, buna rağmen eylemin sonuçlarının/faturasının ağır olduğu, zararla sonuçlandığı örnekler vardır/olacaktır. Burada önemli olan, neden-sonuç ilişkisini doğru kavramaktır. Uğranan zararlar ve faşizmin istismar çabaları karşısında hızla “bireysel terör” edebiyatına başlamak, “silahın diliyle konuşmanın” yarar sağlamayacağı, zarar vereceği sonucuna varmak; bütünlüklü bir yaklaşımı ve stratejik duruşa uygun çözümler arama yöntemini yok sayan bir tarzdır.
Karşı-devrimin, devlet olma olanaklarını kullanarak devrimcilere zarar vermesi mümkündür. Önemli olan, bu olasılığı zayıflatmak ve buna rağmen var olabilmenin imkanlarını yaratmaktır. Örneğin, devrimcilerin içinde bulundukları örgütlenmeye dair sahip oldukları bilginin düşman tarafından öğrenilmesi olasılığı da devrimci yapılanmalar için bir risktir. Bu riski yok etmenin yolu “örgütlenmemek” olmayacağına göre, başka gürden önlemler almak gerekiyor. Hatta bu risk bazen sanıldığından çok daha büyük bir hal alır.
1925 yılının ilk aylarında Bulgaristan’da devrimcilere karşı harekete geçen rejim, ciddi kayıplar verdirir. Bu arada “Merkez’in yöneticilerinden biri olan Nikola Jelyazkov (Nagel)”in tutsak düşmesi, söz konusu riski daha da arttırır.
“Ülke içi ve ülke dışı bağlantıları yöneten Jelyazkov, Parti Merkez Komitesi’nin ve Merkez’in tüm üyelerini, onların evlerini, buluşma yerlerini yakından biliyordu. Genel talimatların neler olduğunu da çok iyi biliyordu. Bütün somut görevlerden haberi vardı. Eğer dayanamaz konuşursa, mahva götürecek bir kötülük yapmış olurdu. Jelyazkov’un hangi şüphelerle tutuklandığı bilinmiyordu. Polisin, onun A.Ö. (Askeri Örgüt-bn.) içindeki görevleri hakkında ne bilip bilmediği de yine belli değildi.” (Tsola Dragoyçeva, Yenilgiden Zafere, S:131)
Bu “aksilik”, her örgütün karşılaşabileceği bir durumdur. Ayrıca bu türden tutsaklıkları bütünüyle ortadan kaldıran sihirli bir yöntem de yoktur. İşte bu olasılıkların tehdidi altında yürümek ve her şeye rağmen mücadelenin gereklerini yerine getirerek bir devamlılık sağlamak; devrimcilerin başarılarında ölçüt alınması gereken asıl göstergedir. Bu yaklaşımdan hareketle “devrimci örgütlerin kaderi, tutsak düşen bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak sözlere bağlıdır” sonucuna varmak, meseleyi karikatürize etmektir. Devrimcilerin zayıflık gösterdiği, örgütsel sırlarını ele verdiği durumlarda zarar gördükleri/görecekleri doğrudur. Hatta karşı-devrimci iktidarların en büyük “güvenceleri” de budur. Ancak aynı iktidarlar bir devrimcinin onları kendi inlerinde yenmesi karşısında tam bir açmaz içine düşerler.
Devrimcilik, onun dışında bir yaşam sürenlerin anlamakta güçlük çekecekleri kadar sağlam ve çeşitli güvenceler içerir. Sürekli olarak gelişen, yeni üretimlerle büyüyen, güzellik bileşenine yeni renkler katan devrimci yaşam tarzı; mevcut iktidarın tüm kazanımlarını küçük kılmaya ve her “zafer”inde hevesini boğazında bırakmaya muktedir boyutlar taşır.
Devrimciler, bugün ulaştıkları seviyede, faşizmin ezberini pek çok açıdan bozma şansına/gücüne sahiptir. Ancak, kalite kazanmaya en elverişli yaşam biçimi olan devrimcilik; hakkıyla yaşandığı yerde, bu kaliteyi sürekli büyütme, çıtayı yükseltme şansına sahip olur. Devrimcilerin kendisinin bile yer yer, ne büyük avantajlara ve güç potansiyeline sahip olduklarının ayırdında olmaması, meselenin kendi doğası ile ilintilidir; bir zayıflık veya düşmanın hevesini kabartacak bir olgu olarak değerlendirilmemelidir.
Bir devrimci özne, devrimciliğin imkan verdiği gelişme potansiyelini kesintisiz bir üretkenlikle ve sonuna dek kullanabildiğinde; her devrimcinin bir örgüt, her savaşçının bir ordu olması hiç de abartılı bir niteleme değildir. Yoldaşlarımız bu gerçekliği kavrayabildiği ölçüde, kişisel gelişme hedeflerini büyütecek ve kendine güveni artıracaktır.
Üstü-başı kan kokan, bir suç rejimi olan faşizm, bir direnişle karşılaştığında daha çok saldırganlaşır; bu, onun niteliği gereğidir. Ancak, böyle olması, edilgen/tepkisiz duruşlar karşısında çirkinliğinden bir şey yitireceği anlamına gelmez. Faşizm ile dövüşmeyerek, onun ne saldırganlığı ne de niteliği değiştirilebilir. Çok sınırlı olan demokratik imkanlar zorlanarak birtakım kazanımlar elde edilebilir (bu da bir mücadeledir); ancak, yapılması gereken şey, faşizmi yok etmektir. Başka türlü kurtulmanın imkanı yoktur. Faşizme karşı dövüşürken de taleplerimiz karşılanmış olmayacak; ama, faşizmi kökten yok edecek olan çözümün-devrimin-gerçekleşme imkanları büyümeye başlayacaktır. Bu, başlı başına bir kazanımdır.
Halk ve onun öncüsü devrimciler, faşizmle karşı karşıya geldiği pek çok yerde ve biçimde çeşitli çatışmalar yaşayacak ve bunun sonucunda yaşanan kazanımları ancak sürecin içinde bulunarak adım adım fark edecektir. Ruhsal ve kültürel olandan maddi olana kadar yaşamın hemen her alanında faşizmle karşı karşıya olanlar, kavganın gereklerini yerine getirdikçe, izlenmekte olan mücadele biçimlerine dair daha bilinçli yaklaşımlarda bulunabilecektir.
Tarih 1925 Şubat, yer Bulgaristan; Merkez Komite üyesi Vılço İvanov öldürülür. “Yenilgiden Zafere” kitabını okuyanlar bilir. Yine merkezi kadrolardan biri olan Fridman, bu cinayet karşısındaki tepkisini ant içercesine gösterir: “- Bunun altında kalmayacağız! Kat kat öcünü alacağız! Burunlarından getireceğiz! Vılço İvanov’a dokunmanın ne demek olduğunu anlayacaklar, binbir kere onları buna pişman edeceğiz!” (a.g.e. s:127)
Kitapta bu tepki, bir olumsuzluk öğesi olarak yansıtılır. Ve “Tek tek kurşun sesleri içinde büyük strateji söndü gitti” (a.g.e. s:137) biçimindeki ifadelerle bol bol “bireysel terör” eleştirisi yapılır. Bizler burada ne kitabı ne de 1925’in Şubat’ında Bulgaristan’da konjonktürün silahlı mücadeleye ne kadar uygun olup olmadığını tartışmayacağız. Ancak, bilinmesi gereken bir gerçeklik var ki, Fridman’ın gösterdiği tepkiye benzer tepkiler, kavga içinde gerekli ve anlamlıdır. Devrimciler elbette ki ezber biçimlerin uygulayıcısı değildir. Zaman ve mekan mevhumu, devrimciler açısından her durumda dikkate alınan öğelerdir. Ancak, kavga gelenekleri ve birikimi göstermiştir ki, söz konusu örneklerde yaşanan olumsuzlukların gerçek sebebi, silahlı mücadelenin kendisi değildir.
Devrimciler için silahlı mücadele hiçbir zaman amaç olmamıştır. Ne var ki hakların “vurarak!…” alınması gerektiği koşullarda veya ancak silahın dilinden anlayan bir rejim karşısında devrimci görev, silaha sarılmaktır. Silaha sarılma bilincine erişmiş ve bu sorumluluğa sahip olan devrimciler, başarıya ulaşmak için; sadece eylem anını değil, eylem sonrasını da dikkate alır, ona göre planlama yapar. Silahlı mücadeleye karşı çıkılacaksa, bunlar bilinerek karşı çıkılmalıdır. Yoksa, karikatürize edilmiş bir tarz, belki silahlı mücadele eleştiricisini tatmin eder; ama, onu hiçbir zaman gerçekçi kılmaz.
Faşizmin yüzü her zaman çirkindir. Faşizme sıkılan her kurşun, güzellik tarafından çirkinliğe atılmış bir tokattır.