Dostlar, yoldaşlar
14 Mayıs seçimlerini önceleyen süreçte en çok dikkat çektiğimiz olgulardan biri de umudu, geleceği tayin edecek nitelikteki başarı adımlarını hafife almamak gerektiğidir. Bu seçime yüklenen “tarihin en önemli seçimi, yüzyılın seçimi” gibi tanımlara katılmadığımıza, biz de önemsesek de işlevinin bu boyutta olmadığına, olmayacağına dikkat çekmiştik.
Daha da önemlisi, burjuva siyaset tarzının bir kriz içinde olduğu, sermaye güçleri ile siyasal iktidar arasındaki görece mesafenin kapandığı bir süreçte; bu zeminin hemen tüm araç, yöntem ve söylemi büyük oranda işlev yitirmişken, solda konjonktür gereği sandığın salt bir araç olarak görülmesi gerekirken; abartılı anlamlar yüklenmesi, burjuva siyasal özneleri taklit eder duruma düşülmesi ve dolayısıyla da sınıf karşıtlarıyla fark koyma kaygısının güdülmemesi, seçim sonuçlarının moral bozucu etkisini arttırdı.
Elbette değerlendirilip konuşulması gereken çok şey var. Ancak bu, sosyal medyanın yorucu, yanıltıcı, negatif etkiyi arttırıcı atmosferine kapılmadan yapılmalıdır.
Değerlendirmeden anlaşılması gereken, kimin oy arttırıp kazandığını veya kimlerin kaybettiğini yazmak değildir. Sonuçlar kadar nedenler de önemlidir; hatta aynı hataya/tuzağa düşmemek açısından daha da önemlidir. Temel meseleler, ikincil meselelerin gölgesinde kalmamalı, “ya hep ya hiç” kolaycılığına ve dar pratikçiliğine düşmeden araçların zenginliğinin ve mücadelenin kesintisizliğinin bilincinde hareket edilmelidir.
Bu süreçte, çıkarılmaması gereken sonuçlar gibi yapılmaması gerekenler ve girilmemesi gereken ruh halleri de vardır.
Öncelikle, süreci bir rauntluk maç gibi gören yenme-yenilme ikileminden çıkılmalıdır. Henüz bitmeyen süreçlerin galibi yoktur; seçim sonucu ne olursa olsun gelecekte haklı olduğumuz için biz kazanacağız. Devrimcilerin siyasal yaratıcılığı, sabrı ve emeği ile yenilmeyecek düşman yoktur.
İkincisi, resmi kendine kadar daraltıp, günü kurtaran hesaplar üzerinden “ben kazandıysam gerisi önemli değildir” sığlığına düşülmemelidir.
Üçüncüsü, umutsuzluk, karamsarlık, mücadeleden düşme ve bireysel çıkış (gerçekte kaçış) yolları asla aranmamalıdır. Unutmamak gerekir ki o kaçışlar gerçekte sadece mücadeleden değil hayatın diyalektiğiyle yüzleşmekten dolayısıyla kendisinden kaçıştır ve bize yakışmaz. Bizler için, Lenin’in umutsuzluğu “kötülüğün nedenlerini kavrayamayan, bir çıkış yolu bulamayan ve mücadele ederken acz içinde kalan kimselerin karakteristiği” olarak tanımlaması öğreticiliğini koruyor.
Dördüncüsü, şu an içinde bulunduğumuz an, beklenen sonuçların alınmamasının psikolojik etkisiyle en yakınında olması gerekenleri daha da itecek biçimde kabahatli arama dönemi değil eşiği aşmak için yoğunlaşma dönemidir.
Yüzleşme, mücadelenin doğası gereğidir; elbette yapılacaktır. Ancak bunun zemini de biçimi de iyi düşünülmeli, duygusal ve psikolojik olgular üzerine değil, çıkarılmış doğru dersler üzerine oturmalı ve aceleye getirilmemelidir.
Yapılmaması gereken beşinci ve belki de en temel önemdeki şey, dünyayı ülkeden, mücadeleyi de sandıktan ibaret görmek; “Halk Meclislerini” unutup “Meclis” denilince sadece parlamentoyu anlamaktır.
Yazının sınırlarını zorlamamaya özen göstererek söylemek gerekirse; dünyada bir sağcılaşma trendi yaşanıyor. Sosyal demokrat olarak bilinenler, dayandıkları ekonomik ve siyasal zeminin ortadan kalkmasıyla merkez sağa doğru kaydılar. Onların boşalttığı yeri de bir süredir sol olarak bilinen kesimlerin doldurmakta olduğunu görüyoruz. Yani solda yaygın bir sosyal demokratlaşma yaşanıyor. Sosyal demokratlaşmayı, sınıf uzlaşmacılığı veya sistem içileşme olarak da okuyabiliriz. Brezilya’da Lula’nın seçimleri çok az farkla kazanması sürecinde yanına neoliberal klişelerle hareket eden bir adayı almasında da sonrasında Çin’de kurulan ve bir çeşit “alternatif IMF” sayılan Kalkınma Bankası’nın başına Dilma’nın getirilmesinde de veya Boriç’in Şili’de hızla bir umut olmaktan çıkmasında da benzer örnekleri gördük. Veya Macaristan’da Orban, o ülkenin “6’lı Masa”sı karşısında kazandı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Okuyan, araştıran ve özgüvenli olması gereken gençliğin, hayatlarına daha çok karışılacağı kaygısını taşıyan kadınların, dezavantajlı grupların veya Alevi ve Kürt halkının yapmaması gereken şey, seçim sonuçları ne olursa olsun, her şeyin yitirildiği, bir çıkış yolunun kalmadığı, sahanın veya ülkenin terk edilmesi gerektiği yanılgısına kapılmaktır.
Seçim öncesinde yaptığımız açıklamada “Bugün artık insan kendi yanılgısını, kendi tembelliğini, kendi umutsuzluğunu ve mutsuzluğunu üretiyor” demiştik. Gerek bu duruma düşmemek, gerekse kendi umudunu büyütüp başkasına da umut olmak için YOL’umuz belli; çaresiz değiliz; yeter ki hayata ve kavgaya küsmeyelim… Doğru yerde saf tutanlar, sınıf karşıtlarına öykünmeyenler ve reel politiğe teslim olmayanlar için yapacak çok şey var…
Daha önce de söylediğimiz gibi devrimci sol güçler hızla karar vermelidir: Günü mü kurtaracağız, yoksa geleceği fethe mi çıkacağız? Kolaya mı kaçacağız yoksa zoru mu başaracağız? Ehvenişeri tercih edip azla mı yetineceğiz, yoksa “kırıntı değil dünyayı istiyoruz” diyenlerden mi olacağız? Özetle; savaş denince, yalnızca sıcak savaşı mı anlayacağız yoksa sınıf savaşını da mı? Barış denince, mücadelesizliği mi anlayacağız yoksa Lenin’in dediği gibi barış çağrısına doğrudan ve ivedi bir devrim çağrısının eşlik etmesi gerektiğini mi? Bu sorulara verilecek doğru yanıt, aynı zamanda nerede olunması ve ne yapılması gerektiğinin yanıtıdır.
15 Mayıs 2023
Devrimci Hareket