“Bizim işimizde yasalaşmış tek bir yöntem yoktur.
Buluş yeteneğine sahip olmak ve her durumda en uygun davranış biçimini seçmek gerekir.” (Manuel Tiago – Yarın Bizimdir Yoldaşlar)
Uzun süredir tek gündem haline gelen, deyim yerindeyse kimilerince devrimsel anlamlar yüklenen 2023 seçimleri tamamlandı. Ancak “artçı sarsıntılarının” değerlendirmeler eşliğinde daha uzun süre devam edeceği görülüyor. Ancak, nasıl ki sınıflar mücadelesini ilgilendiren hiçbir konunun hafife alınmaması gerekiyorsa, seçim değerlendirmeleri de hafife alınmamalı; konu, oy oranlarındaki artışlar, azalmalar gibi başlıkların sınırlılığında kalmamalıdır.
Bugüne kadar söylediklerimiz, seçim sonuçları karşısında bırakalım şaşkınlığı, neden moralsizlik veya çaresizlik hissi yaşamamak gerektiğini yeterince anlatan/açıklayan nitelikteydi. Ancak tüm değerlendirmelerimize, moral dayanaklarımızın niteliğine dikkat çeken anımsatmalarımıza rağmen solun büyük çoğunluğunu teslim almış olan “ya hep ya hiç” tuzağı, sınıf karşıtına öykünecek denli düzeniçileşme, parlamentarizmi çözümün tek adresi olarak görme eğilimi, üzülerek belirtmeliyiz ki çeşitlenerek ve hatta kimileri için kalıcılaşarak devam edecek gibi görünüyor.
Hazırlık ve ittifak oluşturma adı altında en az iki yıldır, bir seçime beklenebilecek olanın çok ötesinde işlevler yükleyerek ve tek yol-tek kurtuluş gibi gösterilerek; her türlü çalışmanın önüne konulan adaylık süreçleri ve seçim beklentileri aynı zamanda devrimci çalışmaya, sandık-sokak diyalektiğine ne denli yabancılaşıldığının da göstergesiydi.
Evet çeşitli biçimlerde ifade ettiğimiz gibi emperyalizmin özel yetkili partisi AKP’nin iktidardaki 21 yıllık devamlılığına son vermek, nitelik değişimi anlamına gelmese de gerekliydi; omuz verilmesi gereken bir süreçti; ama o kadar…
Devrimciler, milatlar oluşturarak yol almaz; kendini, çalışmalarını “ya tükeniş ya zafer” ikilemine sıkıştırmaz. Kendisinin ve halkın özgücü dışındaki güçlere bel bağlamaz. Örneğin sermaye güçleri arasındaki çelişmelerden yararlanır ama hiçbir zaman bunu ne mücadelenin ne de umudun odağı haline getirmez.
Fotoğrafı da hedefleri de sadeleştirerek yol almalıyız
Öyle görünüyor ki bir süredir yaşanan kafa karışıklıkları, gündemsiz veya yanlış gündemli tartışmalar devam edecek. Bunun, sınıf karşıtlarımızın bilinçli müdahalelerinin etkisinin yanında solun bizzat kendi yöntem sorunlarından kaynaklanan boyutları da vardır. Üstelik bu sorunlar salt ülkemiz soluna özgü değil. Fotoğrafı büyüttüğümüzde benzer sorun ve tartışmaların hemen her coğrafyada yaşandığını; “dünya solunun” sorunu olduğunu görürüz. Ancak bugün henüz 28 Mayıs seçim sonuçlarının etkisi sıcaklığını korurken tüm sorunlara aynı anda değinmek yerine sadeleştirerek yol almayı, adım adım tartışmayı daha uygun görüyoruz.
Bu konuda yöntemimiz yine diyalektik olacak; görünenle yetinmeyecek, Marx‘ın “gerçekliğin aslında kendi görüntüsünden daha fazla bir şey olduğu” biçimindeki rehberliğini ölçü alacağız. Hegel’in, “Felsefe her şeye dair soru sormaktır” tanımındaki gibi soru soracak ve yanıt arayacağız.
Bilinir ki her hedef, niteliğine bağlı bir hazırlık, bir emek ve mücadele gerektirir. Devrimcilerin/Marksistlerin yöntemsel farkı, her konuya bağlamı içinde yer vermek; stratejik olanı taktiksel olanla, uzun erimli olanı güncel olanla karıştırmadan, birini diğerinin yerine koymadan yol alabilmektir. Örneğin, oy hakkının olmadığı yerde/dönemde oy hakkı için mücadele etmek önemlidir. Ancak yüzyıllar sonrasında bugün artık seçim olgusu, mevcut üretim ilişkilerinin devamı için rıza oluşturma aracına; parlamentolar ise genelde devlet mekanizmasıyla beraber sermaye karşısında görece özerkliğini de yitirerek bir aparata dönüşmüş durumda. Buna rağmen, yer yer önemi farklılaşsa da bütünüyle yok sayılamayacak; ama halkın “doğrudan demokrasi” ufkuyla kendi meclislerini kurması biçimindeki çalışmayla karıştırılmaması, onun alternatifi olarak görülmemesi gereken bir araçtır. Hatta bugün gelinen aşamada sadece seçimlere müdahale ve hile konularında iktidarların çeşitlenmiş imkanları sebebiyle değil, aynı zamanda burjuva siyaset tarzının bir döneminin işlev kaybeden niteliği sebebiyle de giderek önemini yitirmekte, alternatif çalışmaların ise anlam ve işlevi artmaktadır.
2023 seçimlerinin bir özelliği de solun ertelenmiş, çözülememiş, dolayısıyla da birikmiş sorunlarının üzerine gelmesi hatta bir anlamda o sorunların üzerini örtmesidir. Yanıtlanmamış ve yanıtlanmadıkça ağırlaşan, giderek çeşitlenen sorular yığınının, değişen bağlamların, güncellenmemiş önermelerin, solun kafalarda ve yaşamda olan, olması gereken niteliğini (dünyada olduğu gibi ülkemizde de) zayıf düşürdüğünü daha önce de çeşitli biçimlerde ifade etmiştik.
İşte bu koşullarda, sol değerlerin bizzat taşıyıcısı ve örgütleyicisi olması gereken özneler bile yukarıda belirttiğimiz gibi sınıf karşıtına öykünür hale geldi. Bu nedenle yapacağımız değerlendirmeler, oy oranları ve seçim sonuçlarıyla sınırlı olmamalı; “oy oranlarını artırmak için başka ne yapılabilirdi” gibi kısır tartışmalar yerine, olup biteni sınıflar mücadelesindeki yeri bağlamında doğru anlayan ve buna göre önüne hedefler koyan, mücadele ve örgütlenmeyi öne çıkaran bir duruş geliştirilmelidir.
AKP’nin 21 yılının ağırlaştırdığı sorunlar, bu sorunların doğrudan muhatabı olan kitlelerdeki sayısal artış ve çeşitlenme, tartışılacak konuları da mücadele hedeflerini de çeşitlendiriyor. Bu bağlamda sorunların tek tek her birinin ve bir arada hepsinin çözümü için gerekli olan mücadele başlıklarını, araçları ve müttefikleri doğru saptamak, sorunu da çözümü de görünür kılmak en öncelikli görevlerden biri olmalıdır.
Bir süredir sorunların bizzat hayatın içinde doğrudan muhataplarıyla ve birleşik mücadele ufkuyla çözülmesi biçimindeki çalışmadan uzak kalınmış olması, her sorunun salt en dar bağlamlı muhataplarınca ele alınması ve diğer tüm sorunlardan ayrıştırılması, önümüzdeki en önemli, aşılması gereken en acil sorunlardan biri olarak duruyor. Örneğin sorun alanlarıyla ilgisini bir çeşit hobi veya sosyalleşme aracı olarak gören, dolayısıyla da örgütlülüğü şart görmeyen veya örgütlü de olsa kimlik sınırlarında kalan kesimlere, darlaştırılmış tekil ve birbirinden kopuk ilgi alanlarında mesela çevre-doğa, kadın sorunu, ekonomik demokratik haklar, Kürt sorunu veya laiklik gibi konularda neden yol alamayacaklarını; bu konularda bırakalım köklü çözümü, kısa erimli güncel kazanımların dahi kolektif çabayı yani örgütlülüğü ve sınıfsal bakışı gerektirdiğini anlatmak, olmazsa olmaz önemdedir.
Umutsuz ve karamsar olmanın sırası değil: Yapabiliriz
Dünya ölçeğindeki gelişmelere baktığımızda, çelişmelerin keskinleştiği ve çatışma potansiyellerinin arttığı bu koşullarda Türkiye’nin, pek çok gelişmenin kesiştiği bir alanda yer aldığını ve buna bağlı olarak giderek “aktif taşeron” işlevinin artacağını, uluslararası iş bölümü (siz onu yeni sömürgecilik olarak okuyun) çerçevesinde rolünün güncellenerek devam edeceğini söyleyebiliriz.
Bu durum, önümüzdeki sürecin aynı zamanda ne denli zorlu geçeceğini, egemen sınıfların dönemsel çelişmelerinin ve yönetememe durumunun neler doğuracağını, bir güvenlik aparatına dönen devlet eşliğinde ne türden politikaların dayatılacağını bilerek ve görerek bilinçli ve örgütlü konum almayı gerektiriyor. Böyle bir konjonktürde bir seçime beklenmesi gerekenden öte anlamlar yükleyip sonra da sonuca göre demoralize olmak, mücadeleyi uzun erimli bir süreç olarak görenlere yakışmaz. Bir anlamda bu, “ya hep ya hiç” biçimindeki hatalı duruşta ısrardır. Sıkça anımsattığımız gibi mücadele uzun erimli, zorlu ve çeşitli eşiklerden, ara aşamalardan geçecek olan bir süreçtir. Gereği yerine getirildiği oranda, yolun bizzat kendisinin moral verici, kazanımlarla dolu bir yolculuk olduğu görülür.
Altını tekrar çizerek ve ısrarla söylemek gerekirse hayıflanmanın, karalar bağlamanın kimseye bir yararı olmaz. Bu nedenle bir an bile vakit kaybetmeden, sandık matematiği etrafında dönen anlamsız diyaloglara/monologlara girmeden, yoldaşça bir kenetlenmeyle, neden “yapabileceğimizi” söyleyen ve gösteren, eğitimi de donanımı da içeren bir pratikle, sınıflar mücadelesindeki yerimizi almalıyız.
Devrimci Hareket
29 Mayıs 2023