Doğa olayları karşısında başlangıçta kendisini çaresiz hisseden insan ateş, su, güneş, şimşek, ay, deprem, su baskını, yangın vb. sebebini anlayamadığı her şeyi doğaüstü (mistik) güçlerle açıklamaya çalıştı.
Böylece doğa dinleri doğdu ve her yere yayıldı. İnsan, doğaya hükmetmeye başladıkça kendi eliyle oluşturduğu batıl inançlarla da bir şekilde mücadeleye girişti. Yazının bulunmasından önceki dönem sözlü tarih olarak geçer.
Toplumların ortak hafızalarında birikerek destanlaşmış pek çok olay kahramanlar üzerinden aktarılır. Her destan bir öncekinden aldıklarını kendine uyarlayarak yeniden üretir. O yüzden çeşitli topluluklarda farklı tarihsel kesitlerde ortaya çıkan destanlar, hikâyeler ve masalların kaynağını yine öncellerinde aramak gerekir. Hatta kutsal kitapların büyük bir kısmı, destanların güne uyarlanmış halidir. Yazılı tarihle birlikte Sümerler’in Gılgamış Destanı, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı, Dede Korkut Hikâyeleri vb. incelendiğinde pek çok ortak nokta göze çarpacaktır.
Destanlar kahramanlık çağını anlatırlar. Doğa karşısında galip gelen insanoğlunun zaferinin müjdesidir destanlar. O güne kadar açıklanamayan, korkulan ne kadar olgu varsa destanlar sayesinde yerle bir edilir. Destanlar, toplumların yaşadığı büyük acıları, sevinçleri yansıtmasının yanı sıra halkın geçirdiği sıçramalı gelişmelerin ve dönüm noktalarının tanığıdır. İnsan, destanlar yoluyla doğaüstü güçler (tanrı) karşısında zaferini ilan eder. Destanların kahramanlarının ismi ister Gılgamış, ister Odysseia isterse Kawa olsun, onların, yollarına çıkan her engeli aştığı görülür. Toplumları bu kadar etkilemelerinin nedeni ise zulme ve zalime karşı verdikleri mücadeledir. Yaşamları korkunç düzeyde yoksulluk, baskı ve katliamlarla geçen halklar, acılarının dindirilmesini ister. İşte destanlar onlara bu dünyada cenneti müjdeler.
Köleci dönemin tartışmasız en büyük kahramanı Spartaküs’tür. Hayatları hayvandan bile aşağı görülen, köle pazarlarında alınıp satılan insanların başkaldırısının simgesi olan Spartaküs’ün ismi bugüne kadar yaşamıştır.
Köleci imparatorlar yerini feodal beylere, krallara, sultanlara bıraktığı halde, köylülerin yaşamı kölelerden pek farklı değildi. Üstelik eskiden kölelerin karnını doyurmak zorunda olan köle sahipleri yerine, köylüleri açlığa terk eden feodaller hüküm sürüyordu. Vergilerle, toprak rantıyla soyup soğana çevrilen köylüler pek çok kez zulme başkaldırmış ve onlara öncülük eden kahramanlar çıkmıştır. Hemen her toplumda bu tür kahramanlara bolca rastlanır. Robin Hood, Giyom Tell, Köroğlu, Dadaloğlu vb. bunlardan bazıları olarak sayılabilir.
KAHRAMANLIK ÇAĞININ SONU: KAPİTALİZM
Kapitalizm öncesi toplumlarda, baskılar kadar sömürü biçimleri de doğrudan uygulanırdı. Köle kırbaçla çalıştırılırken, köylü toprak sahibinin yanında karşılıksız çalışırdı. Kapitalizm öncesi toplumlarda ezilenlere uygulanan baskıların herkesin gözü önünde; dövme, öldürme, işkence vb. açıktan uygulanması, ufak bir kıvılcımda kitlelerin seferber olmasına yetiyordu. Baskılara başkaldıran cesur, güçlü vb. niteliklere sahip herhangi biri geniş bir kitleyi toplayıp ayaklanabiliyordu. Kısa zamanda bu tür kişilerin etrafında oluşturulan mistik öğeler çok çabuk efsaneleşmelerine sebep oluyordu.
Kapitalizm ücretli kölelik düzenini getirmiştir. Kapitalist sistemde ise kentlere doldurulan halk kitlelerinden çıkan kıvılcım daha alev haline gelemeden devletin polis, asker vb. baskı araçları sayesinde büyük oranda söndürülür. Devlet aygıtının güçlü olduğu şehirlerde fiziki zor dışında (ordu, polis, hapishane, akıl hastahanesi vb.) sistemin ideolojik aygıtları (mahkeme, okul, aile vb.) da devreye girip kitlelerin tepkisini boğar. Bireysel çıkışların kısa sürede yığın hareketine dönüşmemesinin en büyük nedeni sömürü sisteminin nispeten gizlenmiş olmasıdır. Kapitalist sistemde sömürü için inceltilmiş yöntemler uygulanır. Hiçbir işçi zorla bir yerde çalıştırılamaz. Verilen ücreti veya çalışma koşullarını beğenmezse her an işi bırakabilir. Görünürde özgür olan işçinin çalışıp çalışmaması kendi isteğine bırakılmıştır. Özünde yaşamak, hayatta kalmak için emek gücünü satmak dışında hiçbir şansı olmayan işçinin, özgürlüğünün de bir değeri yoktur. Sömürünün kapitalist sistem tarafından gözlerden saklanması algılarda çarpılmaya yol açar.
Bireycilik ve bencillik hızla topluma nüfuz eder. Bireyin kutsandığı kapitalizmde, yabancılaşma en uç noktaya varır. Yabancılaşma toplumu atomlarına ayırır. Sınıf bilincinin oluşmasında en büyük engellerden biridir. Kapitalizm öncesi süreçte metanın tamamını kendisi imal eden usta, bu benim ürünüm diyebiliyordu. Kapitalist sistemle birlikte ortaya çıkan fabrika sisteminde işçi, işin tamamını değil; sadece bir parçasını yapar duruma geldiği için makinenin bir parçası (uzantısı) haline geldi. Artık hiçbir işçi işin tamamına hâkim değildi. İşte bu durum, işçinin tek başına değil toplu hareket etmesini zorunlu kıldı. İşçi sınıfı, mücadeleler sonucu bireysel kurtuluş çabalarının yalnızca kapitalizmin bataklığına daha fazla saplanılmasına yol açtığını öğrendi. En ufak bir hak talebinin bile mücadele etmeden elde edilemeyeceğini gördü.
EMEK KAHRAMANLIĞI
Tarih, hep sınıf savaşımlarını anlatır. Sınıf savaşı ise sömüren ile sömürülen arasındaki mücadelenin adıdır. Bu savaşta iki taraf da tüm imkân ve olanaklarıyla karşıtını bastırmaya, iktidarını korumaya çalışır. Sınıf savaşının şiddeti grev, hak arama mücadelesi veya eylemlerde daha fazla artarken; egemenler kendi çıkarları için her türlü zorbalığı göze alır. Bu zorbalığın en net görüldüğü olaylardan birisi de Paris Komünü olmuştur. Petrolcü kadınlar ya da barikat savaşlarında dövüşenler ölümün çok yakınlarında olduğuna aldırmaksızın devrimi korumak için kendilerini feda etmekten çekinmemişlerdir. İsimlerini bugün hiç kimsenin bilmediği bu sıradan insanlar yeri geldiğinde kahramanlığın en büyüğünü göstermekten çekinmemişlerdir.
Devrimcilik kahramanlık değildir; yeri geldiğinde mücadelenin ihtiyaçları dayattığında çeşitli kahramanlıkları da kapsayacak biçimde gelişmiş bir yaşam biçimidir. Kahramanlık, mücadelenin ve kavganın gerekleri yerine getirilirken karşılaşılan bir zorluğu aşmak ya da devrimci mücadelenin önündeki bir engeli ortadan kaldırmak için atılacak bir adım olarak görülmelidir.
Ekim Devrimi incelendiğinde fabrikalarda çalışan sıradan işçilerin devrim tehlikeye düştüğünde nasıl birer kahramana dönüştükleri çok iyi bilinir. Emperyalist devletler, onların işbirlikçisi ülkeler ve karşı-devrimcilerin milyonları bulan askerleri ve son model silahları karşısında Kızılordu’nun askerleri, İşçi Taburları ve Bahriyeliler hepsi birer kahraman haline gelmemiş miydi?
Kahramanları mücadelenin ihtiyaçları çıkarır. Yoksa kahramanlar, bir takım gizli güçlere, sihirli araçlara sahip olan kişiler değildir. Faşizmin gözü dönmüş milyonlarca katil sürüsüyle saldırdığı Moskova’da kentin düşmek üzere olduğu, çarpışmaların ev ev sürdürüldüğü koşullarda atölyelerden koşa koşa gelen işçiler ellerine geçirdiği çekiç, kazma ne varsa düşmanın üzerine yürümüştü. Yine Stalingrad zaferi de böyle kazanılmıştı. Faşizmin yenilgisini hazırlayan koşullar irdelenirken yalnızca Kızılordu askerlerini değil cephe gerisinde salgın hastalıklara, açlığa, soğuğa ve çok çeşitli acılara katlanarak cepheye silah, mermi, yiyecek ve giyecek gönderebilmek için gece gündüz çalışan kadınlar, çocuklar ve yaşlıları da unutmamak gerekiyor. Dişlerine kadar silahlanmış ve her girdiği yerde taş taş üstünde bırakmayan, canlı namına her şeyi katleden düşman karşısında, Sovyet Halkları kahramanlığın her türlüsünü göstermekten çekinmemiştir.
Emek kahramanlığına sayısız örnek gösterilebilecek yerlerden birisi de Vietnam olmuştur. Halk, onlarca yıl boyunca sayısız emperyalist güce karşı kahramanca direnmiştir. Fransızlarla başlayan Vietnam’ın sömürgeleştirilmesi çabası sırasıyla Japon, İngiliz ve Amerikan emperyalistleriyle sürmüştür. Vietnam halkı yeryüzünün o güne dek görmediği ağırlıkta hava bombardımanına, çok çeşitli kimyasal silah saldırılarına, milyonlarca insanın aylarca işkence tezgâhlarında tutulmasına ve sayısız acıya katlandı, yine de teslim olmadı. Sayısız kahramanlıklarla karşılaştığımız bu topraklarda zafer için adeta her Vietnamlı’nın birer kahramana dönüşmesi gerekmişti. Tek bir olay bile incelendiğinde ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. 1954 yılında Fransız emperyalizminin sömürge ordusunun sıkıştırıldığı Dien Bien Pu kuşatmasının zafere ulaşmasında sadece Vietnam Halk Kurtuluş Ordusu savaşmamış; binlerce kilometre uzaklıktan kadın, çocuk ve yaşlı yüz binlerce Vietnamlı cepheye, sırtlarında cephane taşımışlardı. Ağır hava bombardımanının hiç kesilmediği koşullarda yaya, bisikletle veya salla yollara düşen insanlar adeta ölümle alay etmişti.
DEVRİMCİLİK BİR YAŞAM BİÇİMİDİR
Devrimcilik bir yaşam biçimidir. Kahramanlık ise onun taşıması gereken özelliklerden yalnızca bir tanesidir. Dünya devrim tarihine sembol olmuş isimlerin yaşamları incelendiğinde kahramanlık denilen şeylerin onların taşıdıkları özelliklerden sadece bir tanesi olduğu görülür. Che Guevara’nın Küba Devrimi’nin liderlerinden bir tanesi olduğu gibi dünya devrim tarihinde özel bir yeri olduğu da bilinir. Che, Küba devriminin ardından yeni yaşam biçiminin kurulmasında önder bir rol oynamakla kalmayıp, enternasyonalizm adına dünyada ihtiyaç olan pek çok yere geçip anti-emperyalist mücadelelere güç katmıştır. Afrika kıtasında sömürgeciliğe karşı yükselen direnişi yükseltmek için Kongo’da savaşmış; ardından Bolivya’ya geçip Latin Amerika devrimini büyütmeye çalışmıştır. Che’yi özel kılan, silah kullanma kabiliyeti ya da gerilla faaliyetlerindeki becerisi değildir; çünkü o işi, ondan daha iyi yapanlar her dönem vardı. Che’yi özel kılan, hiç kimsenin cesaret edemeyeceği pratikleri gerçekleştirmesi de değildi. Che’yi özel kılan teoriyle pratiği kendi yaşamında harmanlayıp nasıl bir devrimcilik sorusuna en güzel cevaplardan birini vermiş olmasıdır. Çoğu kişi Che hakkında yalnızca magazin sayılabilecek bilgiye sahiptir, oysa o Marksizm’in sorunlarıyla ilgilenmiş, kafa yormuş ve çözümler üretmeye çalışmıştır. Che, sadece yazdıklarıyla değil kişiliğiyle de nasıl bir devrimcilik sorusuna en güzel cevabı vermiştir. Che, ayrıca Latin Amerika devrimi, gerilla stratejileri ve taktikleri gibi pek çok konuda açılım getirmiş ve yazdıklarının gücü bugüne kadar taşınabilmiştir. Bir devrimciyi farklı (özel) kılan, söyledikleri ve yaptıklarının tarihsel dönemini aşıp geçmişle gelecek arasında bir köprü kurabilme gücünde yatar. Che, bu niteliklere fazlasıyla sahip olan kişilerden birisi olduğu için kahramanlaşmıştır.
Marksizm’i bir doğmalar bütünü olarak değil de bir eylem kılavuzu olarak gören ve Türkiye’nin Marksizm’ini yaratan Mahir Çayan da devrimci mücadelede sembol olmuş değerlerden biridir. Mahir, parlamenter, oportünist, revizyonist ve fokocu anlayışların yarattığı kaotik bir ortamda her türden sapma ile mücadele etmekle kalmayıp çıkış yolunu da gösteren kutup yıldızı olmuştur.
Mahir’i Kızıldere’den ibaret görmek ona yapılacak en büyük haksızlıktır. Mahir; Zonguldak’ta madencilerle, Karadeniz’de köylülerle, üniversitede öğrencilerle sayısız miting, gösteri, eyleme katılmış, kısaca halkı tanımış ve Türkiye halklarının kurtuluşunun el kitabı denilebilecek Toplu Yazılar’ı bırakmıştır. Mahir, mütevazı yaşam biçimiyle olduğu kadar, gösterdiği kurtuluş yolu ve o yolda nasıl yürüneceğini bizzat kendi duruşuyla göstererek bize bütünlüklü bir miras bırakmıştır. Mahir, en büyük kahramanlığın devrimci yaşamın kendisi olduğunu bizzat kendi kişiliğinde göstermiştir.
Occum quos est occaborum
DEVRİMCİ HAREKET Sayı:38