Hüseyin Cevahir’in hayatını konu edinen “Aşkla Sana” adlı belgesele danışmanlık yapan Doç. Dr. Bülent Küçük‘ün Gazete Duvar’da yayımlanan söyleşisinde yaptığı analizler, aşağıda yaptığımız değerlendirmeyi/eleştiriyi ihtiyaç haline getirmiştir.
Bir devrimciyi anlatmanın yöntemi ve sorumluluğu
Bir devrimciyi anlatmak, zor olmaktan öte, bir sorumluluk ve yöntemsel bir tutarlılık gerektirir. Çünkü devrimcilerin övülmesi de eleştirilmesi de anılması da politik olmak zorundadır. Onları devrimci kılan, kimliklerine içerilmiş ve gerektiğinde uğrunda bedel ödedikleri değerler ise, onları anlatırken öncelikle o değerlerden başlamak gerekiyor. İkincisi, onlar hangi tarihsel kesitte bu kimliği edinmiş ve mücadele etmişse o tarihsel bağlam içinde değerlendirilmelidir.
Cevahir’i anlamak, aynı zamanda 65-71 Türkiye’sini, o günün koşullarında olup biteni, sınıf ilişki ve çelişmelerinin niteliğini anlamayı gerektirir. Çünkü Cevahir, “71 devrimciliğinin” içerdiği devrimci kopuşun önderlerinden biridir. Yoldaşları Mahir ve Ulaş’la beraber sloganlaşan adı, aynı zamanda THKP-C’nin ideolojik-politik varlığıyla bir bütündür.
Eğer tarihi kitleler yapıyorsa ve tarihin motoru sınıflar mücadelesi ise, geçmişe dönük bir olguyu, içinde yaşandığı tarihsel kesitten yani sınıf ilişki ve çelişmelerinden kopararak ele alamayız. Bu konuda en yaygın yöntemlerden biri de magazinleştirmedir; bu, söz konusu devrimcinin, uğruna mücadele verdiği, fikri dünyasına içererek bir kimlik haline getirdiği değerler ve yaşamının temelini oluşturan pratik kesitler üzerinden değil de ikincil, önemsiz, hatta dedikoduya varan ayrıntılar ve yakıştırmalar üzerinden anlatılmasıdır. Gerçekte yapılması gereken, devrimci özneyi, büyük resmin içinde tüm dönemleri ve değerleriyle, yaşayan bir nitelik olarak aktarmaktır. Bu bağlamda devrimci bir hareketin tarihine, politik çıkarsamalarla değil bugünün popüler söylemiyle yaklaşmak en hafif ifadeyle ciddiyetsizliktir…
THKP-C bilinmeden, kavranmadan ne Mahir ne Ulaş ne de Cevahir anlatılabilir. Ancak tartışma konusu ettiğimiz söyleşide magazin ve yakıştırmalar tercih edildiği için partinin adı cevaplarda tek bir yerde dahi geçmiyor. Onların, iddia edildiği gibi resmî değil bilimsel bir tarih anlayışı vardı ama burada net biçimde Küçük tarafından tahrifatlar eşliğinde, gerçeklikten uzak öznel bir tarih yazıyor.
Daha önemli ve hatta tehlikeli olanı ise Cevahir’in özelde THKP-C’den genelde Türkiye solundan koparılmaya çalışılmasıdır. Öyle görünüyor ki hüküm peşinen verilmiş, başından itibaren kafada bir şablon, bir kurgu oluşturulmuş ve her şey buna uydurulmaya çalışılmış. Cevahir’in “Dersimli Alevi bir Kürt” olması, onu önderlerinden olduğu hareketten ayrı, “bilinmeyen ve unutulan” biri olarak göstermeye gerekçe edilebilecek olgular/farklar değildir. Bu, ne akla ne de ahlaka sığar.
Genelde dünyayı, özelde Latin Amerika’yı, Avrupa’yı, Afrika’yı, Vietnam’ı, Çin’i, Sovyetleri ve benzer örnekleri incelemiş ve bugün hala aşılamayan tezlerle Türkiye’nin Marksizmini yazmış Mahir’i, röportaj boyunca sadece bir yerde ve “ergenlik, fevrilik, erkeklik performansları” gibi ifadelerle anmak için, eğer kişisel bir nedeniniz yoksa, eğitiminiz ne olursa olsun sosyoloji cahili olmalısınız.
Akademisyenlik mi yöntemsizlik ve haddini bilmezlik mi?
Mevlana’ya sormuşlar:
“O kadar okur o kadar yazarsın. Peki ne bilirsin?”
Mevlana da cevap vermiş:
“Haddimi bilirim”
İtiraf etmeliyiz ki birkaç sayfalık söyleşiye bu kadar yanlışı sığdırabilmek, bir devrimciyi anlatayım derken “bir devrimci nasıl anlatılmaz”ın, “bir tarih okuması nasıl yapılmamalı”nın örneğini ortaya koymak bile başlı başına bir başarıdır.
Akademik ünvanın cehaleti örttüğü ancak önlemediği, günümüzde pek çok örnekle sabittir. Akademik anlamda, sosyolojik bağlamda bir kifayetsizlik, söyleşinin her yerinden akıyor. Hele hele o süreçte can bedeli verilmiş olan mücadeleyi “1971’den sonra solun bir tür intihar koşusuna sürüklenmesi” olarak görmek “sen bugüne kadar ne okudun, ne öğrendin, öğrencilerine ne öğretiyorsun?” dedirtecek türdendir.
Akla ziyan okumalar
Küçük öylesine Marksizm ve mücadele özürlü ki THKP-C’nin ideolojik politik netliği, örgütsel bütünlüğü ve mücadele anlayışı dururken “teslim olmanın onu yaşatmayacağını Seyit Rıza’nın akıbetinden biliyor. Seyit Rıza müzakereye/anlaşmaya davet edilirken ipe yollanmıştı.” diyerek Cevahir’in Mahir’le beraber Maltepe’de geliştirdiği direnişe dair akla ziyan bir yorum yapıyor. Burada, “yani yaşatılacağını bilse teslim mi olacaktı; onun adına bu yorumu yapma hakkını nereden buluyorsun?” veya “Ulaş Bardakçı’nın Arnavutköy’de, Mahir ve yoldaşlarının Kızıldere’de benzer şekildeki direnişini de böyle mi değerlendiriyorsun?” diye çeşitli sorular sorulabilir ama biz buradaki problemli bakışa dikkat çekmekle yetineceğiz.
“Cevahir’in sanata, şiire, müziğe, edebiyata ilgisinin yani çok yönlülüğünün sonraki kuşaklara aktarımını engelleyen sebepler neler?” sorusu “çanak” soru mu bilemiyoruz ama soruda da yanıtta da cehalet ve araştırmazlık göze çarpıyor. “Sol gençlik hareketi toplumsal alanda genişledikçe entelektüel olarak daraldı” cümlesinin kurulmuş olması o dönemin bu açıdan araştırıldığı imajı veriyor. Ancak gerçeklik tam tersini söylüyor. Birincisi devrimcilik başlı başına bir sanattır; mahirliktir; estetik değerler, kavga anına da gelecek tasarımına da içerilir. Yanlış ve kötü örnekler ise örnek değildir; ancak bir istismarcının işine yarar.
Doğrudan sanata, şiire, müziğe gelirsek; o gün için ilk anılması gereken isimlerden biri de Mahir’dir. Sonrasında estetikten, sanattan, şiir ve müzikten kopulduğu da doğru değildir; Devrimci Yol önderlerinden Necdet Erdoğan Bozkurt’un TRT sanatçısı Ziya Taşkent’ten keman dersleri aldığını, Aydın Erol’un balet olduğunu,1978’de Dünya Sendikalar Federasyonu’nun yarışmasında da birinci seçilen 1 Mayıs’ın simgesi olan afişin Türkiyeli ressam Orhan Taylan tarafından üretildiğini, Fikri Sönmez’in 8 aylık belediye başkanlığı sürecinde, mücadelenin zorlu koşullarına rağmen örnek nitelikte çocuk korosu oluşturulduğunu; ABT’yi, AST’yi, Devrim için Hareket Tiyatrosu’nu, Sinematek’i, Yılmaz Güney’i ve benzerlerini saymaya devam edersek sonu gelmez. Ayrıca bugün siyasal alandaki kadro ve üretimler ile bilim alanındaki kadro ve üretimler arasında bir mesafe bir kopma söz konusuyken 1980 öncesinde ise karşılıklı beslenmeye dair önemli/değerli pek çok örnek ve pratik söz konusudur.
Küçük yürüttüğü araştırma projesinin, geçmişten ziyade bugünü anlamaya çalıştığını söylüyor. Ve “daha kozmopolit ve özgürlükçü olan sol nerede sınıfta kaldı?” diye soruyor. Bu türden geçmiş okumalarının bugüne ışık tutmak üzere yapılması en gerekli ve bilindik yöntemlerdendir. Ancak Küçük, deyim yerindeyse her ifadeye bir yanlış sığdırma rekoru kırmış ve gerçekliği öznelliğe kurban ederek fena halde sınıfta kalmış durumda.
Öznellik ve hınç
“68-72 arasında verilen mücadele formlarının, yaşanan kayıpların ve yenilgilerin, bugünün bu şekilde şekillenmesinde önemli bir payı olduğu açık.” dediğiniz zaman Cevahir ve THKP-C’den, THKO’ya, TKP-ML ve benzerlerine kadar o dönemin tüm yapılarını mahkum etmiş ve bugün yaşananlardan sorumlu tutmuş oluyorsunuz. Daha da önemlisi, bugünkü olumsuz tablonun nedenleri arasında 1980 darbesinin ve sonrasındaki kırk küsür yıllık neoliberalizmin etkisini yok saymak, faturayı bütünüyle 71 devrimciliğine kesmek, az rastlanır bir öznelliktir ve sizin deyimlerinizden biriyle söylersek; bu nasıl bir hınçtır?
“Türkiyelileşemeyen Türk solu” gibi tanımlarınız, “biz bunun neresini nasıl düzeltelim” dedirtecek türdendir. Toplam duruşunuz, kullandığınız ifadeler ve yüklediğiniz anlamlar; aldığınız sosyoloji eğitimine rağmen, olguların derinliğine, temel meselelere inemediğinizi gösteriyor. Örneğin “Türkiyelileşmek” gündelik akılla, farklı biçimde algılanabilir; ancak olgunun özü, Türkiye halklarına dair, tüm toplumsal dinamikleri kapsayan bütünlüklü bir özgürleşme, kurtuluş projesi çizmek; devrimde sınıfların mevzilenmesi dahil, her şeyi programatik düşünebilmektir. Bu, 68-72 sürecinin devrimcilerinin, aralarındaki farklara rağmen ortak niteliğidir; Marksizm-Leninizm’in temel tezlerine uygun olarak, bir devrim stratejisi çizmek, ülkedeki tüm sorunların köklü çözümü için örgütlenerek mücadele etmektir. Bu bağlamda Türkiye soluna, “Türk solu” demek de “Türkiyelileşmemiş” demek de en hafif deyimle, siyaset biliminden bihaber olmaktır.
“Cevahir’i ikonlaştırıp yüceltenler ile onun entelektüel mirasını sahiplenenler” diye bir karşıtlık oluşturmuşsunuz. İkonlaştırmaktan kastınızın mücadele geleneğinin, politik mirasının sürdürülmesi olduğu görülüyor. Bu mirası entelektüel mirastan ayırmak için “Cevahir cahili” olmak gerekiyor. Nitekim bu bizi şaşırtmıyor. Çünkü Cevahir’in hemşerisi olmak Cevahir’i anlamaya yetmiyor; liberal pencereden bakmak ve postmodern tuzaklara düşmek ise muhakeme yeteneğini körleştiriyor.
“Farklılıklar içinde birlikte eşit yaşamın metodolojisi, Cevahir’in öznelliğine içkindir” diyorsunuz. Bu doğrudur ancak çok eksiktir; çünkü devrimciliğin ufkunda/menzilinde tüm insanlığın kardeşleşmesi vardır ve bu, sakatlanmamış tüm devrimci zeminler için geçerlidir.
“Doğu Raporu”, Hüseyin Cevahir’in o süreçte “Doğu’dan gelen seslerin yükselmesi üzerine” bizzat yoldaşları tarafından Bismil ve Silvan’a gönderilmesi ve yaptığı araştırmalar sonucu yazdığı, gözlemlerini ve değerlendirmesini içeren bir metindir. Yani bu metin onu THKP-C’li yoldaşlarından ayıran değil, onların olguya dair ortak yaklaşımını ifade eden bir değerlendirmedir. Nitekim metnin sonunda konuyu doğrudan emperyalizmle ilişkilendirmekte, halkların kardeşliğinin pekiştirilmesinin önemine vurgu yapmakta ve “Doğu Sorunu”nun ancak devrimci yoldan çözüme ulaşabileceğinin altını çizmektedir. Ayrıca bu konuda, ASD’ye Açık Mektup’ta “Biz bu meseleyi ayrı bir yazıda etraflı bir şekilde ortaya koyacağız” denilerek “Milli Mesele”ye dair ortaya konulan kısa ama özlü değerlendirmeler, bu soruna kayıtsız kalınmadığının ve bir duruşa, bir perspektife sahip olunduğunun ifadesidir.
Bu bağlam içinde eklemek gerekirse; devrimcilerin bir diğer temel niteliği de farklarını abartmamak, farklarına aşık olmamaktır. Röportajın hemen her paragrafına içkin olan ve “Türk solu” ifadesi gibi maddi hatalar yaptıran, konu bağlamını zorlayarak postmodern çağrışımlar yapan bir duruşa/polemiğe yönelten nasıl bir öznellik ve Türkiye soluna, devrimcilerine nasıl bir hınçtır diye sormak gerekiyor Küçük’e.
THKP-C’den; ideolojik politik hattından ayrı bir Cevahir yoktur
Söyleşinin kapsamı zorlanarak girilmiş olan kimlik tartışması, başlı başına bir konudur; buna ayrıntılı bir biçimde girmeyeceğiz; ama temel önemde birkaç anımsatma yapacağız.
Küçük çok araştırmış bir edayla “Hüseyin Cevahir(…)kendisini onun ardılı gören gruplar tarafından tarihsel ve kültürel bağlamından soyutlanarak hatırlanan bir figür. Türk solu kategorisine sığmayan Cevahir, münferit bir unutulma durumuna da işaret etmiyor. Hüseyin İnan, Ömer Ayna gibi sayısız şahsiyet var. Cevahir’i bu unutulmanın paradigmatik bir örneği olarak görüyoruz..” diyor. Dikkat edilirse ısrarla, kişileri yapılardan, ideolojik politik duruş bütünlüğünden koparma gayreti var. Seçilen kişiler üzerinden bir niyet okuması yapıp konuyu farklı bir tartışma mecrasına sokmayacağız. Ancak gerçekten şaşırtıcı boyutta bir kısırlık ve bununla ters orantılı bir “özgüvenle” karşı karşıyayız. Eğer amaç Cevahir’den bir “radikal demokrat” yaratmak ise belirtelim ki bunun çabası, sahibini komik (veya ciddiyetsiz) duruma düşürmekten başka bir anlamı olmaz.
2011 yılında, Küçük’ün o “ardılı” dediği yapılardan biri olarak bizim de emeğimizin olduğu “Kavgamızın Cevahiri” adıyla 326 sayfalık bir kitap hazırlanıp yayımlandı. Orada Cevahir’in yoldaşlarından, onunla aynı dönemde aynı zeminde bulunmuş tanıklardan edinilen somut bilgiler aktarıldı. Onun edebiyata ve sanata dair birikimine yer verildi.
Kitapta görüleceği gibi ardılları olarak onu birikimlerinden, mücadele değerlerinden ve hareketinden zorlama yorumlarla koparmadık. Aksine onu bir THKP-C’li olarak ele aldık; partisinin ve Mahir’in olduğu gibi O’nun parti-cephe anlayışını da Kürt sorununa bakışını da aktardık. Ancak onun salt bir “Kürt, Alevi veya Dersimli” yanına değil; onu THKP-C önderi yapan niteliklerine değindik. Mücadele alanında ise bırakalım unutmayı veya farkında olmamayı, Mahir ve Ulaş’la aynı bütünsellik içinde ele aldık; değerleriyle yaşatma sorumluluğunu imkanlarımız ölçüsünde yerine getirdik.
Küçük’e eğer Cevahir’in nerede durduğunu, neleri savunduğunu bilmek/anlamak istiyorsa ilk olarak THKP-C’nin temel tezlerine, ideolojik politik önermelerine bakmasını tavsiye ediyoruz. Orada kimlik eksenli değil, kimliği de kapsayan sınıf eksenli bir bakış vardır.
Devrimci Hareket
21 Temmuz 2023