Dünya dengeleri, güç ilişkileri, çıkar blokları, ticaret savaşları vb.nde alışılmışın dışında yaşanan gelişmeler bir taraftan şaşırtır ve kafaları karıştırırken diğer taraftan “demokratik emperyalizm” anlamına gelecek, uluslararası tekellere dahi olumluluk atfeden ve “akıl sınırlarını zorlayan” tanımlamaları beraberinde getiriyor.
Gerçekte bu konu, doğru iz sürenler için yeni olmadığı gibi dünya ölçeğindeki hegemonya ve paylaşım savaşından, yeni dengelerden ve saflaşma eğilimlerinden bağımsız tartışılamaz. Örneğin bir süredir Çin’in, Arabistan’dan İran’a bir çok noktada koyduğu inisiyatif, girdiği ilişkiler, özellikle de BRİCS konusundaki genişleme ve gelişmeler küresel boyutta nasıl bir saflaşmanın yaşanmakta olduğuna dair önemli ipuçları sunuyor.
Dünya ölçeğinde çeşitlenen ve boyut büyüten paylaşım ilişkileri, dönemin niteliklerine uygun olarak sınıf ilişki ve çelişmelerine göre değerlendirilmesi gerekirken, emperyalistlerden emperyalist beğenmek, mevcut IMF’nin alternatifi olarak Çin eksenli Kalkınma Bankası’na “alternatif IMF” olarak olumluluk atfetmek hatta sömürü ve yağma ilişkilerinden birini diğerine göre tercih etmek, Lenin’den ve Lenin’in emperyalizm tanımından haberdar kişi ve yapılara yakışmıyor. Süreç elbette her şeyi aynı potaya koymayı, eşitlemeyi gerektirmiyor ama emperyaliste emperyalist, sömürücüye sömürücü, hegemona hegemon demek de olgunun doğası, sınıflar mücadelesinin olmazsa olmaz gereğidir.
Dünyanın atölyesi Çin’den Çin’in atölyesi Afrika’ya
Batı Afrika’da peş peşe yaşanan darbeler, Çin ve Rusya’nın giderek artan ilgisi, ısınan dünya içinde kıtayı gündemin ön sıralarına taşıdı.
Son olarak Nijer’de gerçekleşen darbe, Fransız emperyalizminin/tekellerinin çıkarlarını belirli oranlarda zora soktu. Ancak darbecilerin halk yararına, emperyalizme karşı vb. hiçbir planlamaları/projeleri yok. Darbenin lideri, on yıldan fazla bir süredir cumhurbaşkanlığı muhafızlarının başındaydı. Bugünün hegemonya ve paylaşım savaşı ile anılan küresel atmosferinde bu türden zemin/çıkar kaymaları olabilir; olacaktır. Ancak bunun özelde Nijer genelde Afrika halklarının yararına olduğunu söylemek mümkün değil.
Nijer, yeni sömürge bir ülke. Darbeciler, uluslararası işbölümü çerçevesinde biçimlenmiş bu ilişkiyi reddetmeyen hatta devamını mümkün kılan konumdalar. Darbecilerin Fransa yerine bir başka emperyalist güce dayanmaları, şu veya bu oranda ilişki içinde olmaları onlara hiçbir olumluluk atfetmeyi gerektirmiyor. Bu gelişmelere bağlı olarak Afrika’da “sömürgeciliğin sonunun geldiğini” söylemek bir yanılgı veya abartıdan öte anlam taşımaz. Bu tartışma, adeta eskitilerek tüketilmiş bir tartışmadır; bir emperyalist güce dayanarak başka bir emperyalist güçle mücadele etmek kimseyi halkçı, ilerici, demokratik vb. kılmaz.
Batı Afrika’da peş peşe darbeler gerçekleşti. Ama hiçbirine dair tepki Nijer’deki kadar sert olmadı. Bunun bir yanıyla Nijer’deki Fransa çıkarları, uranyumun varlığı vb. ile diğer yanıyla da emperyalist paylaşım savaşıyla doğrudan ilintisi var.
ABD’nin Nijer’de insansız hava aracı (İHA) üssü var ve ülkeyi Batı Afrika’da stratejik bir yer olarak görüyor. Bunun yanında Fransa’nın ve Almanya’nın da belirli sayıda askerleri mevcut.
Bir süredir Afrika’da Çin’in ve Rusya’nın dengeleri değiştirecek yatırım ve müdahaleleri oluyordu. Hatta Afrika, emperyalistler arası çelişmelerin kesişme noktası/coğrafyası haline gelmişti. Önemli maden ve tarım kaynakları nedeniyle tüm emperyalist ülkeler buralarda yer almak, konumunu güçlendirmek istiyor. İşte Nijer’deki darbe, emperyalist ülkeler arasında çelişkilerin derinleştiği böyle bir ortamda gerçekleşti. Dolayısıyla da yoğunlaşan ilgiyi, emperyalist paylaşım ve hegemonya savaşının bir parçası olarak görmek yanlış olmaz. Burada farklı gerilim ve enstrümanlar üzerinden mücadelenin, tehdit ve müdahalelerin olması beklenmelidir. Örneğin Nijerya devlet başkanının liderlik ettiği Batı Afrika ülkeleri örgütü (ECOWAS) üzerinden Nijer tehdit edildi, askeri müdahale olabileceğinden bahsedildi.
Mücadelenin perspektif ve önderlik sorunu var
Nijer’de halklar sokaklarda çeşitli biçimlerde mücadele ediyor. Ancak bu mücadele, mevcut konjonktürde pek çok ülkede olduğu ve Burkina Fasolu Antropolog, Sinemacı ve İnsan Hakları Savunucusu Dragoss Ouédraogo’nun da dikkat çektiği gibi toplumsal harekete devrimci bir şekilde önderlik edecek Marksist-Leninist bir partiye ihtiyaç duymaktadır.
Kafalar çok karışık, ölçülerde bulanma var. Örneğin 2020 ve 2022’de askeri darbeyle işbaşına gelmiş olan Burkina Faso ve Mali hükümetleri Nijer’e askeri bir dış müdahaleye karşı olduklarına dair ortak deklarasyon yayınladılar. Bunun üzerine özellikle sosyal medyada söz konusu yönetimler antiemperyalist atıflarla desteklendi. Mali’deki askeri hükümetin Rusya tarafından destek görmesi de bu türden değerlendirmelere dayanak yapıldı. Halbuki Mali’deki yönetime, mülkiyet ve ilişkilere dikkatle bakıldığında tablonun hiç de böyle olmadığı görülür. Ülkedeki ve dünyadaki tabloya dair sınıfsal bakış yitirildiğinde örneğin bir darbe anında kimilerinin Rusya bayrağı taşıması veya Batı hakimiyetindeki alanların Çin ve Rusya hakimiyetine geçme ihtimali Afrika’da sömürgeciliğin sonu vb. için bir işaret zannedilebiliyor. Halbuki bir emperyalist blokun veya ülkenin diğerinin alternatifi olmadığı, Marksizmin ABC’si içinde yer alır. Sömürgecinin kılık veya adres değiştirmiş biçimi, olgunun özünü değiştirmez.
Çin’in genelde dünyada ve özelde Afrika’daki yatırımlarına bakıldığında nasıl bir devle (uluslararası arenada varlık gösteren bir güçle) karşı karşıya olunduğu ve ABD ile girdiği rekabetin onu neden antiemperyalist veya halklar adına bir alternatif yapmayacağı kolaylıkla görülebilir. Dünya ölçeğinde bankacılık, sanayi ve ticaret alanında girdiği ilişkiler, yaptığı satın alma ve yatırımlar saymakla bitmez. Deyim yerindeyse tüm küre masaya bir pazar olarak yatırılmış ve her şeye/yere bir meta gözüyle bakılmaktadır. 1978 Çin’i ile kıyaslandığında yüzde 5000’e yaklaşan bir büyüklükten söz edilebilir.
Ne yazık süreci bütünlüklü algılamaktan yoksun yanılgılı bakış, ABD’nin dominasyonunda gelişen ve doların rezerv para olduğu 70 küsur yıllık sürecin sonuna gelinmiş olmasını BRİCS’e, BRICS’in IMF’si niteliğindeki Kalkınma Bankası’na vb. olumluluk, antiemperyalistlik demokratiklik vb. atfetmekte ve böylece, halkların emperyalizme karşı birleşik mücadelesinin zemini kaymakta, antiemperyalist mücadelenin enternasyonal zeminde yaygınlaşması gecikmekte, ertelenmektedir.
Mali’de tüm bankalar Fransız bankaları (BNP Paribas, Credit Lyonnais, Credit agricole), Orange tekeli iletişim ve telefonu kontrol ediyor. Tarım sektörü de (pamuk) Fransız şirketi tarafından kontrol ediliyor. Askeri hükümet milliyetçi bir söylem kullanıyor. Ancak bunun yanında sömürgeci sistemi değiştirme niyeti de kabiliyeti de yok. Madenler; Kanada, Avustralya, Güney Afrika vb. tekelleri tarafından kontrol ediliyor. Rusya’nın da ufkunda altın madenlerini ele geçirmek, işletmek var.
Benzer şekilde Burkina Faso’da darbe sonrasında bugün de Fransız emperyalizmi hâlâ ana emperyalist güç durumunda ve ekonominin tarım, bankalar, gıda endüstrisi, ulaşım ve telekomünikasyon dahil stratejik alanlarını kontrol etmektedir. Altın, çinko, uranyum vb. madenlerin varlığı ülkeye ilgiyi artırıyor. Askeri hükümet, ülkenin kuzeyinde manganez ve altın çıkarılması için Türkiye’den bir şirketle sözleşme imzaladı. Ülkenin maden kaynakları bir taraftan emperyalist şirketlere satılırken diğer taraftan halk yoksulluk, kıtlık, salgın hastalıklar, işsizlik vb. ile boğuşuyor.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi önderlik sorunu, olup biteni kavrayışta da mücadelenin gereklerinin yerine getirilmesi, saflaşma vb.nde de yaşanıyor. Ülkemizde olduğu gibi dünya solunun önemli bir kesiminde gözlenen sosyaldemokratlaşma (sınıf uzlaşmacılığı, düzen içileşme, sınıf karşıtına öykünme vb.) alternatif arayışını bırakalım ülke sınırları dışına taşımayı, parlamentoya kadar daraltarak yerel ve güncel görevlerin, bu bağlamdaki sorumlulukların yerine getirilmesini dahi güçleştiriyor. Ancak bu nitelik erozyonu, sınıflar mücadelesi gerçekliğini değiştirmiyor. Fotoğrafın büyüklüğüne ve giderek sertleşeceği görülen mücadelenin niteliğine bağlı olarak önemi artan birleşik mücadele ihtiyacının gereklerini kavrayıp yerelden genele doğru yaygınlaştırmak, tüm devrimci/sol yapıların önünde en öncelikli görev olarak duruyor.
Devrimci Hareket
23 Ağustos 2023