Feodalizmin bağrından doğan kapitalizm; burjuvaziyle proletaryayı ortaya çıkarmakla kalmamış, ara sınıfların da oluşmasına yol açmıştır. Orta ve küçük burjuvazi; sermayenin hızla merkezileşmesi, lonca sisteminin (zanaatkarlar) çözülmesinin yanı sıra krizler sonucu konumu sarsılan burjuvalar bu ara katmanların oluşmasına yol açtı.
Küçük çapta üretim araçlarına sahip olan küçük burjuvazi genellikle kendi emek gücünün sömürüsüyle ayakta kalmaya çalışır. Uzun çalışma süresi ve kötü çalışma koşullarına rekabet şansını arttırmak için katlanır. Ülkemiz küçük burjuvalar cenneti olarak görülebilir.
Şoförden esnafa, avukattan doktora, işportacıdan tekstil atölyelerine, köylülükten öğrenci gençliğe kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar. Küç ük burjuva yaşam olarak işçiye düşünce olarak burjuvaziye yakındır. İşçi olmak en büyük kabusu, burjuva olmak ise en büyük hayalidir. Yaptığı işle yetinmez, daima daha fazlasını ister.
Küçük burjuvazi, ülkemizde sayısal olduğu kadar kültürel etkileriyle de ağırlığını hissettirir. Bireyciliğin, bencilliğin, sabırsızlığın vb. yükselişini tetikleyen etkenlerden birinin de küçük burjuva ideolojisinin olması; devrimci yapılara sıkça sirayet etmesine, devrimci yapıların bununla uğraşmasına yol açar. Fanus’ta devrimci yetişmeyeceğine göre, sabırlı ve kararlı duruşlar sorunun aşılmasında büyük öneme sahiptir.
Konu bağlamında seçtiğimiz kimi meslekler kar kısır döngüsünden çıkılıp severek yapılır hale geldiğinde ortaya bambaşka güzelliklerin çıkacağının farkındayız. Kapitalizm, bulaştığı her şeyi çürütürken yapılan durum tespiti yanlış anlaşılmalara imkan tanımayacaktır. İnsanlığın tüm değerlerinin tersyüz edildiği günümüzde pek çok güzellikle karşılaşmak da mümkün.
Önce doktor olduğunun, karşısındakinin de müşteri değil, etiyle-kanıyla hasta olduğunun ayırdında olan bir hekim insanlık adına ne kadar büyük bir iş yaptığının bilincine varacaktır. Hastanın yardım isteğini karşılanmanın en başta insanlık görevi olduğunu ve hastayı sadece bedenen değil, ruhen de rahatlatan konumda olmanın insana tarifsiz duygular yaşatacağının (yaşattığının) da farkında olacaktır.
KÜÇÜK BURJUVA HER ŞEYİ KAR’A TAHVİL ETME EĞİLİMİNDEDİR;
Doktoru ele alalım. Muayenehanesini geliştirmek için, günlük 10 hastayla (müşteri) ilgilenebiliyorsa bunu 15’e nasıl çıkarabileceğini düşünür. Hastalar sıra oluştursa daha çok hoşuna gider. İleride poliklinik, hatta hastane açmanın hayallerini kurar. Hastaneler zincirini ise büyü bozulur diye şimdilik hayal etmez. Muayenehanesini kapatıp bir hastanede çalışmak kabus gibidir. Ücret almadan ya da çok küçük ücretle hasta kabul etmeyi onur kırıcı görür. Kiş i, emek harcamıyorsa sıkıntılara ve çözüm arayışlarına ortak olmuyorsa var olanla yetinmeyip hep daha fazlasını istiyorsa, yoldaşlarına da bulunduğu yapıya da haksızlık etmiş olur.
Organize edilen bir konser ya da etkinlik olanaklar ölçüsünde başarı sayılıp coşku sebebi olması gerekirken memnuniyetsizliği huy edinmiş kişilerce izdiham olmaması sorun haline getirilebilir.
Bu durumda dahi bizlere yakışan dinledikten sonra sabırla yapılan çalışmaları, hatırlatmaktır. Yoldaşlarımızın hazırladığı müzik dinletisi, tiyatro vs. de istenince hatalar, eksikler bulunabilir. Ve giderilmesi yolunda sohbetler, konuşmalar da yapılabilir, neşeli bir şekilde tartışılabilir de. Ama, alaya yol açıyorsa bu durum emek sahiplerinin şevkini kırabileceği gibi kendimizi de eleştiren, beğenmeyen, tatminsiz durumuna düşürebilir. En tehlikelisi de budur.
KÜÇÜK BURJUVA’NIN İSTEKLERİ SAMAN ALEVİ GİBİDİR;
Küçük burjuva, emek ve sabır isteyen, yoğun bir tempo gerektiren işlerden kaçar. Kapitalizm, en kısa sürede en yüksek kar sağlama çabasına dayanır. Zaman en “değerli” şeydir onlar için. Yap tıkları işin inceliklerini, detaylarını ya da bilimsel yöntemi bulmak değil daha fazla karı elde etmenin püf noktalarını bulmak önemlidir. İşin özüne değil, biçimine yatırım yaparlar.
Avukatı düşünelim. Hukuk alanında derinleşmeyi, yasaların açıklarını bulmak, bunu müvekkili için avantaja çevirmek olarak görür. Mesleğinde uzmanlaşmayı, kar sağlayacak yönelim olarak görür. Ticaret, icra hukukunun revaçta olması bunun göstergesidir.
Belki de emek harcama ve sabırlı olma konusunda en hassas olması gereken devrimcilerdir. Se çtikleri yaşam kıvılcım değil korlaşmış ateş olmalarını gerektirir.
Lenin, “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” diyor. Marksist klasiklerin sayıca fazlalığına bakıp iç geçiren, gözü korkan yoldaşlar, daha işin başında gevşemiş, umudu kırılmış olur.
Aynı duruş pratikte de yakalarını bırakmaz. Mahalle çalışmasını korsan gösteriye, duvar yazılarına vb. indirgemeye çalışırlar. Biz, mahalle çalışmasından halkla bütünleşmeyi, halkın kendi sorunlarına sahip çıkmasının sağlanmasını anlarken onlar, halkı koyun, kendilerini çoban olarak düşünür. Biz, mitingi yapılan çalışmanın sonucu olarak anlarken onlar başlangıç gözüyle bakarlar. Kendilerini sahne sanatçısı, halkı ise seyirci görürler.
KÜÇÜK BURJUVA; MÜCADELE İSTEYEN, DİSİPLİN GEREKTİREN İŞLERDEN KAÇAR;
Büyük işler hayal eder ama onun için çaba harcamaz. Köylüyü düşünelim! Tarım genellikle deneyim ve birikimle yapılır. Babadan oğula aktarılan bilgi kıraç toprağını işlerken çoğu zaman yeterli gelir. İhtiyaçlarını karşılama dışında pek fazla bir derdi de yoktur. Toprağını havalandırma, zararlı bitkilerden arındırma, yani tarım teknikleri konusunda araştırma yolunu pek tercih etmez. Toprağının verimine göre yılın 3-4 ayını yoğun geçirir, daha fazla verim, ürün ya da ekim kaygısına girmez. Alışkanlıklarından vazgeçmek çok zordur; mecbur kalmadıkça alışkanlıklarını terk etmez.
Öğrenciyi düşünelim! Sınavlardan iyi not almak, her soruda parmak kaldırmak, parmakla gösterilmek ister. Sınavdan bir gece önce çalışmayı çoğu zaman iyi not almak, sınıfı geçmek için yeterli görür.
Mücadeleci, inatçı bir duruş devrimcilerin yaptıkları her çalışmada başvurmaları gereken bir yoldur. Disiplinsiz bir devrimci bırakalım mücadeleci bir duruşu, karşısındakine güven dahi vermez. Daha yolun başında kaybeder. Halkı mücadeleye katacak, kararlı bir duruş sergilemesini sağlayacak insanlar, beklentilerinin çok daha fazlasını kendileri sergileyemezse boş bir hayalden öteye gidemez. Çalıştığı bir işte haksızlıklar karşısında tavır alınmasını salık veren, bu yönde çevresindekilerle yoğun bir tempoya giren bir devrimci, patron “kimler koşullardan rahatsız?” diye sorduğunda susmayı tercih ediyorsa yaptığı tüm çalışmalara güven de biter. Artık ağzıyla kuş tutsa, işçileri bir araya getiremez. Yoldaşlarının hazırladığı bir etkinliğin parçası olup buluşmaya bile gecikmek, niyetten bağımsız çabaları zayıflatmakla kalmaz, coşkuyu da güveni de zedeler. Güzellikler üretmek için bir araya gelen yoldaşların coşkusunda azalma, yapacakları çalışmanın sonucuna dair güven yitimi oluşabilir.
Devrim gibi büyük ve zor bir uğraşın içine giren yoldaşlar mücadeleci ve inatçı bir duruşu öz disiplinle birleştiremediklerinde sadece kendilerine olan güvenlerini yitirmekle kalmazlar; söylenenlere değil yaşananlara bakan halkımızın da güvenini yitirirler.
Disiplin deyince akla ilk beyaz ordudaki kaba zora dayanan tür gelir. Kimsenin gülmediği, işlerin emir-komuta yoluyla yapıldığı, insanın adeta kişiliksizleştirildiği yoldur. Bizim anladığımız disiplin, hedefe konulan işin yerine getirilirken karşımıza çıkabilecek sorunları ortadan kaldırma yöntemidir. Müzik çalışması tamamlanıp sahne alındığında çıkabilecek sorunlar önceden provalar yapılarak aşılmaya çalışılır. Provalar, disiplin görevi görür. Bir saatlik müzik dinletisi için belki de elli saat prova yapılır. Bireysel çalışma da cabası. Artık sahneye çıkıldığında uyum ortaya çıkmıştır, izleyicilerin kulaklarında hoş melodilerin tınısı kalır. Tersi durumda çürük domatesle bile karşılaşabiliriz.
Disiplin dışarıdan dayatılan bir unsur değil, işlerin daha sağlıklı yürümesi için gösterilen özendir.
KÜÇÜK-BURJUVA SÜREKLİ İLGİ ODAĞI OLMAK İSTER;
Katıldığı bir ortamın belirleyeni, konuşulacak konudan konuşulacak kişiye kadar her şeyin kendisiyle alakalı olmasını ister. Şoförse arabalardan, mimarsa binalardan konuşulmasını, mümkünse kendisi ile ilgili konulardan bahsedilmesini ister. Hep iyi şeyler konuşulması da gerekmez; yaptığı kazaların konuşulması ya da projesini çizdiği binaların yıkılması da onu rahatsız etmez. Ortamı belirleyen olmak yeterlidir onun için.
Devrimciler için dikkat edilmesi, aşılması gereken bir yöndür. Panzehiri mütevazılıktır. Ortamın belirleyicisi değil, katılımcısı olmaya özen göstermek sıcaklığı daha da artıracaktır.
KÜÇÜK-BURJUVA HERKESLE “İYİ GEÇİNİR”;
Herkes haklıdır. Durumu idare eder. Bu konuda bakkallar örnek verilebilir. Mahallede herkesi tanırlar. Peşin çalışana kalplerinin baş köşesini ayırırlar. Bakkal psikolog gibidir. Herkesle her konuda konuşup anlaşabilir. Biraz sıkıştırıldığında herkese her bildiğini, duyduğunu hatta kendisinden istenmeyen detayları bile anlatabilir. Nabza göre şerbet verir. Devrimci ilişkilerde tehlikeli bir davranış biçimidir. Kendisini zora sokacağı gibi ilişkilerde de bozucu etki yapar.
Yoldaşlar arası eleştiriler yüzyüze yapılır ve sorun çözülene kadar takip edilir. Kulis faaliyetleriyle insanların birbirlerini çekiştirmesi sevgi ve saygıyı ortadan kaldırır. Dedikodu başladı mı kimin nerede kiminle çekiştirileceği belli olmaz. Bugün sizinle birini çekiştiren yarın aynı kişiyle sizi çekiştirebilir. Amaçsızca bir araya gelişler, yapılan sohbetler aynı havayı teneffüs ettiğimiz için başta olumlu da başlasa bir sonuca götürülemeyecek, vakit doldurmak adına yapılan sohbet zamanla dedikoduya dönüşecektir.
Dedikodunun iyisi olmaz; insanların iyi özelliklerinden bahsedilse de en azından vakit öldürmeye yol açar.
Sayı 23 (Kasım 2006 – Ocak 2007)