Delilik mi sermayenin tam ve kesin tahakkümü mü?
Arjantin ve Hollanda’da seçimleri faşist adayların kazanmış olması, süreci sağlıklı ölçülerle değerlendirenleri de şaşırtmış durumda. Neoliberal politikaların, yoksulluğun iktidara “delileri” taşıdığı yorumları yapılıyor.
Sınıflar mücadelesi çarkı hiç olmadığı denli hızlı dönüyor. Uzun yıllar alacak türdeki gelişmeler birkaç aya sığıyor. Aynı gün içinde bile gazetelerin manşetlik haberleri değişebiliyor. Böyle bir konjonktürde tek tek her olayı anlamak önemli olsa da bu tekil olguların bizzat kendisinin de bütünle bağı görülerek değerlendirme yapılmadığında kavrayışta da yorumlamada da eksiklik yaşanacaktır.
Yanıt gerektiren doğru soru şudur; nasıl bir süreçten geçiliyor ki sermaye pek çok noktada “delilere” veya delilik yapacak düzeyde çıkarlarının arkasında duracak iktidarlara ihtiyaç duyuyor?
Anımsanacak olursa neoliberalizmin yaklaşık 50 yıllık sürecinin sonunda gelinen aşamada kimileri neoliberalizmin veya kapitalizmin çöküşünden söz etmeye başladı. Bu zirve hali bir tamamlanma, konulan hedeflere ulaşma olarak değil de bir son veya çöküş olarak değerlendirildi. Gerçekte ise alternatifi oluşmadığı sürece kapitalizmin kendiliğinden çökmesi olgunun doğasına aykırıdır. Gelinen aşama, sermaye güçlerince planlanan ve istenen niteliklere sahip bir aşamadır.
İnsanların birkaç yüzyıllık mücadelesiyle elde edilmiş, emekle ifade edilen tüm kazanımlar boy hedefi yapılmıştır. 1980’de önündeki engelleri kaldırma ufkuyla el yükselten sermaye, 1989 sonrasında “alternatifsizlik”ten aldığı güç ve cesaretle adımlarını hem büyütmüş hem de sıklaştırmıştır. Eski Sovyet cumhuriyetleri, parçalanma dahil her yola başvurularak sisteme dahil edilirken, sömürgelerin yeniden sömürgeleştirilmesi sayılabilecek türden saldırılarla sömürü ve yağma derinleştirilerek kapsam büyütülmüştür.
Bugün gelinmiş olan aşamanın tüm boyutlarıyla ve doğru değerlendirilebilmesi için sermayenin işleyiş yasalarının nasıl toplumsal dokuyu ele geçirdiği, insanların toplumsal/kolektif davranma niteliklerinin nasıl aşındırılarak süreç içinde yok edildiği, bireysel ve toplumsal sonuçlarıyla ele alınmalıdır.
Süreç, sadece eski Sovyet cumhuriyetlerini değil, solla/sosyalizmle ifade edilen kavramsal dizgeyi, dayanışma/paylaşım vb. değerleri, burjuva demokratik kurumsal yapıları ve işleyişi de ya tasfiye etmiş ya da büyük ölçüde etkisizleştirmiştir.
Emek zemininde örgütlü imkanların zayıf düşürülmesi oranında topyekûn saldırıyı boyutlandıran sermaye, vaktinde nasıl ihtiyaç duyduğu oranda parlamento, sendika, oda, baro vb. kurumsal yapıları geliştirmişse bugün de kendi koyduğu yasaları ve söz konusu kurumları etkisiz veya işlevsiz kılarak, her sözü yasa olan bir başkanla engelsiz biçimde yol almak istiyor. Bunun için teknolojinin ve yönlendirme araçlarının artan etkisi kullanılarak sandıklardan istenilen sonuçlar çıkarılmakta, o da olmasa kurumsal yapı, kararnameler vb. ile devre dışı bırakılmaktadır. Türkiye’de onlarca belediyeye kayyum atanmış olması gibi son olarak TTB Merkez Konseyi’ne dair mahkemenin görevden alama kararı vermiş olması da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Sözünü ettiğimiz süreçten sadece Macaristan, Arjantin, Hollanda vb. seçimleri değil, emek/ezilenler adına kazanılmış gibi görünen Şili, Brezilya vb. seçimleri de payını almıştır. Lula’nın, işbirliği yaptığı neoliberal ortağına rağmen seçimi Bolsonaro karşısında kıl payı kazanması, toplamda neoliberalizmin aşılamayan ağırlığının ifadesidir. Lula’nın yoldaşı eski Devlet Başkanı Dilma Rousseff”in bugün Çin’de Yeni Kalkınma Bankası’nın başında olması da yeni sürecin ruhuna uygun davranışın örneklerindendir.
Süreç bilinmez, devrimciler çözümsüz değildir
Yukarıda sözünü ettiğimiz sürecin niteliğine ve değişim boyutlarına dair veriler, devrimciler açısından bilinmez değildir. Evet özellikle 1990’la beraber dünya ölçeğinde sol düşüncenin ağırlığı giderek zayıflamış, güncellemeler yapılamadığı oranda mevcut üretimler, gelişmeleri açıklamakta ve yanıt olmakta yetersiz kalmıştır.
Marksizmin tüm dönemleri, yaşanan pratiklerle beraber incelendiğinde, bugünle benzerlik kurulabilecek paylaşım savaşı, çok boyutlu kriz vb. süreçlerden geçildiği ve çözümsüz kalınmadığı görülür. Özellikle yöntemsel olarak Marksizm, 1800’lü yıllarda donup kalmadığı için bugünkü gelişmelere de sorunlara da yanıt oluşturma potansiyeline sahiptir. Sorun Marksizmde değil, yaşanan değişim ve toplumsal çözülmeyi kavrayarak gereğini yerine getirmesi gerekirken, reel politiğin dönemsel kazançlarıyla yetinip burjuva siyasal zeminde saf tutmayı, sınıfsal karşıtlarını taklit ederek günü kurtarmayı tercih eden sol/sosyalizm programlı ve iddialı yapıların duruşundadır. Sorumluluk elbette salt sözünü ettiğimiz yapılarda değildir. Ancak böylesi zorlu süreçlerde saflarımızdaki kötü/yanlış örneğin zehirleyici etkisi ne yazık ki cürmünden fazla olabiliyor.
Devrimcilerin programatik duruşu, stratejik hedefi ve değerleri, her alanda alternatife sahip olmayı gerektirir. Burjuva kurumlarda gerekmesi halinde nasıl çalışılacağı da genel veya yerel seçimlere nasıl bakılacağı, hangi oranda önem verilebileceği, devrim ufkunda bu tür araçların basamak olarak yeri vb. de tüm değişen koşullara rağmen zor veya bilinmez değildir. Sistemin bu alandaki başarısı, birincisi kitlelerin toplumsal/kolektif davranma niteliklerini zayıf düşürerek bireyciliğe yöneltmesi; ikincisi işçi, emekçi, komünist vb. adlara sahip partilerin seçim-Meclis güzergahı dışında başka yol yokmuş gibi davranmasını sağlaması, hatta aday belirleme yönteminden adaylığın gereklerine kadar hemen her konuda burjuva taklide başvurulmasıdır.
Bizleri zorlu bir süreç bekliyor. Dünya ölçeğinde solda gerek örgütsel gerekse teorik zeminde yaşanan erozyon, emek alanındaki örgütlü yapıların etkisizliği vb. nedenlerle kendilerini bir anlamda alternatifsiz gören sermaye güçleri, saldırılarında daha ölçüsüz olacaktır. Gazze bu konuda, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin saldırılarında nasıl ölçüsüz olduğunu gösteren somut bir örnek niteliğindedir. Ancak son örnek, son saldırı olmayacağına dair de pek çok veri mevcuttur; küresel emperyalist güçler, silahlanmanın ulaştığı boyut sebebiyle (2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi) şimdilik doğrudan birbiriyle savaşa girmiyor olsa da halklar güçlü bir karşı koyuş geliştirmediği sürece dünyanın yakın geleceğinde daha güzel günlerin habercisi savaşsız bir iklim beklenmemelidir.
Bu konjonktürde Arjantin’de yoksulluk koşullarında neoliberal adayın seçimleri kazanmasının nedenlerinden biri sol alternatifin yokluğudur. Ne var ki mesele seçimlerle sınırlı görülmemelidir. Bugün bu tercihi yapacak kadar değer/bilinç bulanıklığı içinde olan kitlelerin başka hangi noktada ne türde yanılgılar içine girebileceği de üzerinde durulması gereken bir olgudur.
CHP’nin bir iç operasyonla, muhalifi olduğu yapılara daha da yaklaştırıldığı, AKP’nin iktidar olma avantajını İYİP’i istifalarla zayıf düşürmek dahil çeşitli biçimlerde kullandığı, CHP’nin boşalttığı yere kimi sol yapıların aday olduğu, HDP’nin sosyalist bileşenlerle yol ayırarak daha homojen davranmayı tercih ettiği bir süreçte yerel seçimlere gidiliyor. Bu seçimlerde sonucun Arjantin’dekini anımsatacak biçimlerde olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Önemli olan, sıkça söylediğimiz gibi süreci, birinin diğerini yadsımadığı görevler bütünü içinde karşılamak ve kitleler gerçek bir alternatif aradığında onları yanıtsız bırakmamaktır.
Devrimci Hareket
15 Aralık 2023