Seçim siyaseti, somut siyasal görevlere tabidir
Devrimcilerin seçim tavrı, bir ezber veya her duruma uyan bir şablon değildir. Devrimciler, seçim dahil devrim yolunda gerekli araçları peşinen reddetmez. Ancak aracı hiçbir zaman amacın önüne koymaz; bu ilişkide kısa vadeli olanından uzun vadeli olanına kadar tüm araçlar, nihai amaca doğru bir basamaktır; buradaki güvence/sigorta, araç-amaç ilişkisini doğru kurmak, dolayısıyla da amaca yabancılaşmamaktır.
“Seçimler karşısındaki devrimcilerin tavrının belirlenebilmesi için, yaşanan somut durumda, yani sınıflar mücadelesinin bugünkü durumunda karşı karşıya bulunulan siyasal görevlerin, devrimci hareketin karşısına alması gereken somut hedeflerin göz önüne alınması gerekir. Seçimler siyaseti, tespit edilen somut siyasal görevlere tabidir.” (Devrimci Yol, Sayı:30)
Devrimciliği törensel anlarla veya kimi dar pratiklerle sınırlamayıp, bir yaşam biçimi olarak görmek, bizlerin geleneği olduğu kadar, ayırt edici özelliğidir. Bu, aynı zamanda sürekli olarak bir adım ileriye bakmanın, daha ileri bir basamak için hazırlanmanın da gereğidir. Seçim öncesinde bile 1 Nisan’dan bahsetmemizin nedeni budur.
Biz, en örgütsüz anlarda hedefine örgütlenmeyi, en güncel meselelerde bile stratejik hedefi gözetmeyi bilen bir hareketin devamı ve tarihsel diyalektik içinde kendisiyiz. Bilinir ki ne yöntemler kendi başına işler, ne de kurumlar/araçlar kendiliğinden halkı örgütler. Bunun için her ana şu veya bu şekilde yansıyan bir yol gösterici irade şarttır. Bu, aynı zamanda örgütsel bütünlüğün, ilişkilerde “damar sertliği” yerine yoldaşça uyumun da güvencesidir. Bunun için dün-bugün-gelecek diyalektiği çok ustaca kurulmalı, ne toptan bir red durumuna ne de tekrara düşülmelidir.
Kantarın topuzunu kaçırmak, “ya hep ya hiç” kalın çizgilerine hapsolmak, aracın esiri haline gelmek, geleceği gündelik hesaplarda tüketmek; yöntemsel diyalektiğe ve devrimci ustalığa sığmaz.
Devrimciler, bırakalım sınıf karşıtlarına benzemekle övünmeyi, onlarla aradaki farkı büyüttükleri oranda gerçek kimliklerine kavuşurlar. Bu nedenle, gündelik kazanımların en “ışıltılı” halinde bile gözleri geleceği bulandıracak (görünmez kılacak) şekilde kamaşmaz; yönsüz ve ufuksuz kalmaz; her zaman bir yıldıza, bir pusulaya sahip olur.
Bizim niteliğimizi ifade eden, bizi “biz” yapan nitelikler, düzen ve değerleriyle, tanımları ve kadrolarıyla tepeden tırnağa farklıdır. Buradaki temel kıstas, insanların bizi nasıl gördüğü değil, bizim insanları, doğayı ve gelecek tasarımını nasıl görüp tanımladığımızdır.
Devrim ufuklu hiçbir yapı seçimleri temel almaz
Seçime dair siyaset, dünya/ülke tahlilinden ve sınıflar mücadelesinin toplam gereklerinden bağımsız, soyut bir olgu değildir. Bu konuda değerlendirme ve duruş isabeti, temel olanı temel olmayandan, tayin edici olanı tayin edici olmayandan ayırabilmeyi gerektirir. Örneğin devrim süreçlerinde stratejik hedef, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin çözümüne yöneliktir ki bu da temel çelişmeyi ifade eder.
Devrimin stratejisinin ve taktiklerinin tespiti doğrudan doğruya çelişmelerin tahlilinden kaynaklanır. Lenin, devrimin asgari ve azami programını tayin ederken mevcut çelişmelerin çözümlemesine dayanmıştır. Bu bağlamda tali olan, temel olana tabidir; ona başat rol biçilmez. Aynı durum, seçimler için de geçerlidir. Devrim ufuklu hiçbir yapı, seçimlere temel önem atfetmez/atfetmemelidir.
Devrimciler, dönem dönem egemenler arasındaki çelişmeyi taktiksel olarak dikkate alır ama hiçbir zaman temel almaz. Örneğin çeşitli ülke pratiklerinde olduğu gibi devrimciler emperyalistler arası çelişmeyi veya ülke içerisinde iki farklı sermaye grubu arasındaki çelişmeyi dikkate alabilir ancak bunun rolünü/önemini hiçbir zaman abartmaz, tayin edici olarak görmez. Bu, seçimin rolü/önemi için de geçerlidir; son yıllarda sol söylemli kimi yapılarca seçimlerin tek mücadele alanı/tarzı olarak görülmesi, ittifakların stratejik hedefe göre değil oy hesabına göre ve ölçüsüzce yapılması, toplumsal kesimlerle/dinamiklerle ittifakın adeta unutulmuş olması, sadece devrim ufkunu yitirmek değil gerçeklikten de kopmaktır. Bu bağlamda seçimlerin de neoliberalleştiği, sınıfsal ölçü ve farkların incelerek geçirgen hale geldiği, sol adına hareket eden kimi kişi ve yapıları karşıtına öykünmeyi olağanlaştırdığı koşullarda, sürecin 31 Mart sonrasını, halkları bekleyen olası sorunları/saldırıları görmeyi güçleştiren bir “ilüzyon” söz konusu.
Ne kesinti ne tekrar; dinamik ve üretken bir devamlılık
Neoliberalizmin temel kavramlarından biri olan yabancılaşmanın derinleşen ve kapsam büyüten etkisi karşısında akla, “Yaşanmakta olan değer yitimi, dağılma ve çözülmeye karşı direnç, dünün tekrarından ibaret olmayacaksa, nasıl bir yol izlenmelidir?” sorusu geliyor.
Gerçekte dünyadaki hemen tüm “yenilgi” dönemleri benzer sonuçlar üretir. Örneğin Türkiye’de Kızıldere sonrasındaki süreçte de ilkin bir moral bozukluğu, dağılma eğilimi vb. olmuş ancak sürece uygun yöntem ve araçların devreye sokulmasıyla, o “yenilgi iklimi” uzun sürmemiştir. Aksine, 1974-80 arasındaki süreç, bugün için de öğretici pek çok boyut içererek gelişmiştir. Var olan potansiyel, ilkin “dernekleşme” ağı içinde toparlanmış, sürecin belirli bir aşmasından sonra da iradi bir müdahaleyle daha merkezi ve disiplinli hareket eden, daha stratejik hedefler gözeten bir yapılanmaya dönüştürülmüştür.
Bu tür süreçlerin özelliği, pek çok açıdan “hazırlık” niteliği de taşımasıdır. Kadrolaşma da uzmanlaşma da görev paylaşımı da buna dahildir. Süreç, belirli bir doyuma/yeterliliğe ulaşana dek kadro, imkan vb. eksikler sebebiyle deyim yerindeyse herkes her şeye koşturur. Bu, bir hedefsizlik, bir karmaşa vb. değildir; aksine aslında bizlerin ikili görev dediği durumun bir başka kesitteki ifadesidir. Devrimciler, bir taraftan kendini örgütleyip yapılaşırken, diğer taraftan imkanları oranında toplumsal meselelerde rol alır.
Bugün içinden geçmekte olduğumuz süreci ve karşı karşıya olduğumuz ikili görevi bu açıdan 1974 sonrası sürece benzetebiliriz. Biz, bir taraftan kadrolaşıp bir hareket bütünlüğü (partileşme) için mücadele ederken, diğer taraftan sınıflar mücadelesinin gereklerine tam da o yaratılan örgütlülük oranında karşılık veriyoruz. Temennilerimiz/hedeflerimiz ile gerçeklik arasında yer yer bir açının oluşmasının ve istediğimiz yerde istediğimiz oranda bulunamayışımızın nedeni budur. Bu durumu (ölçekler farklı olsa da) Devrimci Yol’un 1980 öncesi toplam durumuna benzetebiliriz. O tarihsel aralıkta sınıflar mücadelesi, “temel siyasi görev” tanımı ve gerekleriyle karşılanmış, toplumsal gelişmelere müdahale, amaçlanan kadrolaşmayla eşgüdüm halinde yürütülmüştür.
Aradan geçen 40 küsur yıllık süreç, dünyada ve ülkeda sınıf ilişki ve çelişmeleri açısından çok şeyi değiştirmiştir. Bu değişimin doğru okunması, doğru tavır için olmazsa olmaz önemdedir. Lenin, 1905’te yayınlanan “İki Taktik” kitabına önsözde, “Devrim olayları bize bugüne kadar çok şey öğretti; ama şimdi sorun, devrimin özneleri olarak bizim ona bir şey öğretip öğretemeyeceğimizdir” der. Bugün böyle bir durumla/sorumlulukla karşı karşıyayız. Marksizmin muazzam bir birikimi var ama bu birikimin somutta işlevlendirilmek üzere yeniden üretilmesi (güncellenmesi) gerekiyor.
Daha somut/net ifadelerle söylersek; Mahir Çayan tarafından yazılan ve sonrasında Devrimci Yol tarafından güncellenerek kapsamı büyütülen Türkiye’nin Marksizmi ölçü alınmadığı ve gerekli koşullarda güncellenmediği sürece, bugünün sınıflar mücadelesine yanıt olmak olanaksızdır. Bu nedenle de “gün, Devrimci Yolculuk günüdür” demek hiç de abartılı olmaz.
Araç-amaç diyalektiği ve sınıfsal fark
Bu başlık, “Yöntemde sığlık, pusulasızlık ve sınıf karşıtına öykünme mi; dersler hazinesi eşliğinde bilinçli ve yaratıcı bir irade mi?” biçiminde de olabilirdi. Daha da önemlisi eğer “Devrim ufku, gün ve gelecek diyalektiği, hayata müdahale araç ve yöntemleri ve halklaşan siyaseti gereği; gün, Devrimci Yolculuk günüdür” denilecekse; hiçbir şablona, kolaycılığa, dogmatizme vb. düşmeyen o yıldızlı ve yumruklu tarihten ders alınacaksa; 31 Mart’ta da 1 Nisan’da da sınıf karşıtlarıyla nitel bir fark taşınmalıdır.
Devrimci Yolcuların duruşu, seçimi “tek yol” olarak gören, başarıyı sadece sandıkta ölçen, bunun için her yolu mubah kabul ederek sınıf karşıtıyla aradaki farkı incelten, siyaseti “ünlülerin ve uzmanların” işi olarak değerlendiren yaygın eğilimden kalın çizgilerle ayrılır. Diğer bir ifadeyle devrimcilik, yürüyüşünü alternatif ölçülerle planlayan, başarıdan “örgütlü ve kalıcı ilişki oluşturmayı” anlayan, halkla arasında bir hiyerarşi değil bir bütünleşme oluşturan bir duruştur. Bu duruşta Fikri Sönmez de Zekeriya Aydemir de vardır; Fatsa da vardır Arnavutköy de…
Bu YOL’da parti, kadrolaşmadır; ideolojik birlik ve ideolojik netliktir; kadrolaşma, niteliğin devrimci pratik içinde kazanılmasıdır. Organlaşma, devrim anlayışı ve çalışma tarzına göre biçimlenen bir niteliktir; amaçla doğrudan ilintilidir. Amaç da araç da sınıf karşıtlarıyla nitelik farkını gerektirir.
İşte bu YOL’da sınıflar mücadelesinin dönemsel gerekleri ihmal edilmeden bizzat pratik içinde yaşanan ve ihtiyaca göre biçimlenen kadrolaşma tamamlanana dek, sıkça düşülen bir yanılgının ve ezberin aksine, partileşme ufuklu hareketin önünde temel mücadele biçimi değil temel siyasi görev yer alır.
Bu temel/sınıfsal farklar, seçimlerde de farklı davranmayı, aracı amaçsallaştırmadan yol haritası oluşturmayı gerektirir. Devrimci Yol’da her kadronun, bulunduğu alanda bir “örgüt gibi” rol almasının ve etkili olmasının, binlerce devrim kadrosuyla ve onlarca hatta yüzlerce önderle sınıflar mücadelesinin tüm kesitlerinde var olmasının nedeni budur. Bu, Devrimci Yol farkıdır.
Devrimci Yol, yeri geldi Cumhuriyet gazetesine karşı “Devrimci İhtar Boykotu” başlattı, yeri geldi seçimleri de boykot etti veya ortaya bir Fatsa çıkaracak şekilde bağımsız adayla seçimlere girdi. Bunlar, sınıflar mücadelesinin dönemsel gereklerine göre geliştirilen pratiklerdir. Bugün yapılması gereken, elbette söz konusu pratiklerin tekrarı değildir; ancak örnek alınacak ve deneyim aktarılacaksa bakılması gereken yer, burjuva siyaset zemini değil teorik ve pratik deneyimlerle yüklü devrimci zemindir.
Bu şekilde, doğru yere bakıldığında ve görülenler doğru değerlendirilebildiğinde, 31 Mart seçim sonuçları ne olursa olsun 1 Nisan’a hazırlıklı girmek mümkün olacak, yaşanacaklar karşısında şaşkınlaşmanın ve çaresizliğin değil çözüm perspektifli politikaların geliştirilmesinin önü açılacaktır.
Devrimci Hareket
14 Mart 2024