Yakınmak değil çözüm odaklı ve yöntemli düşünmek
2024 1 Mayıs’ı sonrasında, içinden geçilmekte olan sürecin niteliği gereği “Marksizm’den izleklerle emeğin küresel panoraması ve 1 Mayıs” içerikli bir değerlendirme düşünüyorduk. Ancak sahaya ve devamında ilk tepki ve değerlendirmelere yansıyan düşündürücü kesitler, aşağıda yer verdiğimiz türden bir çerçeveyi bir ihtiyaç haline getirdi.
Öncelikle belirtme ihtiyacı duyuyoruz ki sorumluluk bilinciyle hareket etmek, eleştiri yaparken dahi yapıcı olmayı ve kendini sürecin dışında görmemeyi gerektiriyor.
2024 1 Mayıs’ının hazırlık aşamasından alanda yaşananlara kadar olup bitenin, çeşitli nedenlerle önümüzdeki süreçte özellikle sol içi tartışmalara konu olacağını düşünüyoruz. Eğer bir ders çıkarılacaksa bu ders, 2024 1 Mayıs’ının Saraçhane’deki tablosunun bir “sonuç” olduğu gerçeğinden hareket edilerek yapılmalıdır. Belki de en kolay iş, alana bakıp “eksiklerin/yanlışların” listesini yapmaktır veya küsüp “ben oynamıyorum” demektir.
Bilinmelidir ki bırakalım 1 Mayıs’ı; 2023 Mayıs seçimlerini, İliç’i veya Akbelen’i önceleyen süreçte sınıflar mücadelesinin ortaya koyduğu görevler yapılmamışsa, bugün mevcut tabloyu eleştirirken “yüksek volümlü bir ses” çıkarmanın bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle bugün mevcut sonuca, sahadaki tabloya ne kadar kızmamız gerektiğini değil çözüm odaklı düşünüp ne yapmamız gerektiğini kararlaştırma zamanıdır.
Bugün eğer sahaya yansıyan sonuçtan hareketle, gerçekten çözüm yönünde birtakım kararlar çıkartılabilir ve yapıcı/geliştirici adımlar atılabilirse 2024 1 Mayıs’ının İstanbul’dan yansıyan tartışmalı tablosunu aşmak ve bunu moralsizlik üreten bir olgu olmaktan çıkarmak mümkün olacaktır.
Yasakların sınıfsal anlamı
Kısaca anımsamak gerekirse uzun süredir devrimci demokratik yapıların, daha geniş bir ifadeyle muhalif kesimlerin dağınık/parçalı ve etkisiz duruşu sermaye güçlerini/iktidarını cesaretlendirmekte ve hak gasplarından saldırganlığın çeşitli biçimlerine kadar daha cüretkâr davranmalarını beraberinde getirmektedir. İstanbul’da estirilen OHAL ortamını da bu bağlam içinde görmek gerekiyor. Yasak, dayatma ve saldırganlık sermaye sınıfının niteliği gereğidir. Ancak genel anlamda emeği ifade eden yapıların örgütlülük seviyelerinin, konjonktürel güç ve duruşunun da böylesi kararlarda etkili olduğunu söyleyebiliriz. Zaten sermayenin küresel boyutta bir saldırganlık içinde olduğu, emeğin kazanılmış haklarının boy hedefi yapıldığı ölçüsüz bir abluka ve yağma söz konusu. Bu koşullarda, emekten yana güçlerin sömürüye, işsizliğe, hayat pahalılığına karşı insanca bir yaşam talebiyle hareket etmesi, sınıfsal nitelikleri gereği sermaye sınıfını ve iktidarını rahatsız edecektir. Alınan önlemlerin ve yasakların kaynağı budur. Diğer bir ifadeyle yasakların sınıfsal sözlükteki, sınıfsal dildeki karşılığı halka/emekçilere saldırıdır.
Saraçhane’de malumun ilamı
Uzun süredir DİSK’in 20 Mart 1978’de “Faşizme İhtar Eylemi”ni gerçekleştiren ve bir saatlik iş bırakma eylemine 600 bini aşkın işçiyi katan DİSK’le değer devri/devamlılığı anlamında bir bağının kalmadığı, çeşitli örnekler ve gelişmeler üzerinden görülüyor. İhtiyaca bağlı olarak bu meseleyi daha ayrıntılı biçimde tartışmak gerekebilir ama 1 Mayıs’ı önceleyen süreçte ortaya konulan benmerkezci, diğer sol yapılara, sendika ve odalara karşı sorumsuz tutum başlı başına bir yabancılaşmanın, değer kaybının ve hatta uzlaşma eğiliminin ifadesidir. Dolayısıyla 1 Mayıs alanına yansıyan ve DİSK’in söylemi ile eylemi arasındaki açıyı dışa vuran tablo bir tesadüf değildir; semptomları pek çok biçimde gözlenen çürümenin sonucudur.
Gerçekte varmış gibi gösterilse de ortada bir “Tertip Komitesi” yoktu. Geleneksel biçimiyle bir kürsü, ortaklaşmış bir konuşma metni, program akışı ve ciddiyeti de yoktu. Bu bağlam içinde KESK, TMMOB, TTB, TDB için de söylenmesi gerekenler vardır. Bunlar önümüzdeki süreçte mutlaka tartışma, değerlendirme ve hatta arayış konusu yapılmalıdır. Ancak DİSK’in hazırlık sürecinde ve hatta son güne kadar KESK’le de gerektiği gibi görüşmemiş olması vb. nedenlerle şimdilik her yapıyı ele alan ayrıntılara girmeyeceğiz. Ancak sahadaki duruşları ve “eylemi sonlandırma” (çekilme) bağlamındaki sorumlulukları KESK’i de yönetimindeki siyasal yapıları da DİSK’ten farklı kılmamaktadır.
Saraçhane’deki tablo, özelde DİSK’e genelde sendikalara dair malumun ilamı oldu. 1 Mayıs sonrasında durumu kurtarmak üzere DİSK Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamayı ve “Saraçhanede alanı terkeden de yoktur, çağırdığı işçilerini ve emekçilerini yalnız bırakan da.” biçiminde yansıyan savunma psikolojisini/refleksini ise ciddiye alıp değerlendirme konusu yapmayacağız.
Fakat Saraçhane’de veya genel anlamda İstanbul’da sadece sözünü ettiğimiz uzlaşmacı yapılar yoktu ve alandaki duruş onların uzlaşmacı/tutarsız tavrından ibaret değildi. Taksim iradesi, yoldaşlarımız dahil çeşitli devrimci yapılar tarafından ortaya konuldu ve sonuç olarak sinik, ehlileşmiş bir eylem görüntüsü vermek yerine direngen bir eylem alanı ortaya çıkarıldı. Benzer bir şeyi İstanbul dışındaki etkinlikler için de söyleyebiliriz.
1977 1 Mayıs’ı, Taksim’e bu bağlam içinde yüklenen anlam vb. nedenlerle İstanbul 1 Mayıs’ına dair tartışma, değerlendirmelerin odağına oturuyor. Bu, diğer illerde yapılan etkinlikleri yok saymaya, önemsememeye sebep olmamalıdır.
DİSK, bu hakkı ve sorumluluğu nereden alıyor?
Sendikaların geçmişte sınıfla bağlarının gücü, devrimci sol yapıların sendikalardaki kadrosal gücü gibi nedenlerle ortaya (sendikaları inisiyatifli hale getiren) 1 Mayısların konfederasyonların öncülüğünde örgütlenmesi gibi bir gelenek çıkarmıştır. Ancak bugün gelinen aşamada bu devamlılığı gerektiren hiçbir neden kalmadığı halde, dünden bugüne uzanan bu alışkanlık ve ortamı boş bulmaya sebep “irade eksiği” istismar edilmekte ve sanki 1 Mayıs’ın nerede, nasıl kutlanması gerektiğine karar verecek tek yetkili gibi davranma şansı vermektedir. Bu sözümüz, kendinde bu hakkı gören diğer sendikalar, odalar vb. için de geçerlidir.
31 Mart seçimleri sonrasında elde edilen moralle ve halk desteği ile Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun bu süreçteki toplam rolü ve Saraçhane’deki tavırları üzerinde durmayı gerekli ve anlamlı bulmuyoruz. CHP yönetimi DİSK eliyle solun ve emek hareketinin üzerinde tahakküm kurmaya çalışmıştır ancak alandaki devrimcilerin direngen duruşu sebebiyle başarılı olamamıştır. CHP vasiliğindeki ehlileşmiş 1 Mayıs tablosu engellenmiştir. CHP yöneticileri sınıfsal rollerinin gereğini yapmıştır. Sol adına daha ötesini beklemek ise beklenti sahiplerinin sorunudur.
Nereye bakacak ve nasıl değerlendireceğiz?
Dikkat edilirse Saray rejimiyle sorunu olan tüm siyasal yapılar, muhalif kesimler, toplumsal dinamikler vb. 1 Mayıs’a özel bir anlam atfetti. Geçiştirilmesine, kıyıda köşede dolguyla oluşturulmuş alanlarda kutlama yapılmasına karşı çıktı. Bu ayrışma, 31 Mart seçimlerinin devamı niteliği taşısa da sürecin takibi, muhalif dinamiklerin doğru okunması ve işlev yüklenmesi açısından önemlidir.
31 Mart seçimlerinin ardından 1 Mayıs’a doğru giderken genelde emekçileri özelde işçi sınıfını ilgilendiren en önemli kavramlardan biri “kemer sıkma” oldu. Gerçekte amaçlanan ve tarif edilen şey, sadece kemerin değil bir bütün halinde yaşamın daraltılması, emekçiler için soluk alma kanallarının bile tıkanmasıdır.
Sürekli olarak alan büyüten, sömürü ve yağma yöntemlerini güncelleyen, daha önce çeşitli biçimlerde giremediği, yağmalayamadığı alanların önündeki engelleri kaldıran sermayenin özellikle son 50 yıllık süreçle beraber bugün amaçladığı şey tam ve kesin tahakkümdür. Bunun karşısında durmak, güç ve imkân biriktirmek tabii ki sadece 1 Mayıs’la olmaz. Ancak 1 Mayıs, bir yandan sembolik nitelikler taşırken diğer yandan sermayenin nasıl bir sınıf olduğunun, işçi sınıfı karşısındaki duruşunun ve niteliklerinin görülmesi, anlaşılması açısından önemli, işlevsel ve öğretici bir gündür.
Bundan sonra Amin Maalouf’un “Her şeye üzülen ama hiçbir şey yapmayan insanlar” durumuna düşülmesine izin verilmeden ve zaman kaybetmeden hızla, sürecin sınıfsal karakterini doğru anlamayı ve buna uygun çözümler üretmeyi sağlayacak adımların atılması için harekete geçmek gerekiyor.
1 Mayıs’ın doğru değerlendirilmesi ve çıkarılacak öğretici sonuçlar, sahada yaşanan eksikliklerin kazanıma dönüştürülmesine imkân verecektir. Yeter ki Gezi’de veya halkın iradesinin gaspı karşısında Van’da görüldüğü gibi toplumsal dinamikler, siyasal yapılar veya potansiyel imkanlar; birinin diğerine tercih edilmediği kolektif bir akılla ve birleşik mücadele perspektifiyle değerlendirilebilsin. Bu, bir çağrı olduğu kadar bir uyarıdır; solda, muhalif zeminde kimsenin gelinen aşamada kolektif davranmanın önemini görmeme, yok sayma, kendini “ev sahibi” veya “çatı” olarak görüp birleşik davranma zeminini tıkama veya zayıf düşürme lüksü yoktur; olmamalıdır.
Devrimci Hareket
2 Mayıs 2024