Gülümsüyor mu kanıyor mu
Baktığınız yere göre değişen nar çiçeği misali,
Lorca’yı 38 yaşında kurşuna dizildiği yerden mi görmeli
Yoksa şairliğinin yanında
Oyun yazarı, ressam, piyanist ve besteci oluşundan mı?
Onun erkenden, “bir şey yaşamadan” gittiğini
Düşünenler gibi mi bakmalı?
Yoksa dolu dolu ve hatta “uzun” yaşadığı,
Yaşamına çok şey sığdırdığı yerden mi görmeli?
2024 1 Mayıs’ının Saraçhane tablosu, solun tartışma gündeminde bir süre daha yer alacak gibi görünüyor. Bu tablonun ve sonuçlarının nereden ve nasıl okunması gerektiği devrimcilik kavrayışı ile doğrudan ilintilidir. Tam da bu bağlamda 1 Mayıs, yalnızca sendikalara bırakılmayacak kadar önemlidir. İşçi tanımı, sınıf tanımı, sol ile sınıf ilişkisi vb. meseleler, bazen bu işin alfabesini yeniden anımsatmayı gerektirecek bir sığlıkla tartışılmakta veya iktidarın güncel ihtiyaçları için “çarpıtma” üretmekle meşgul gazetecilere konu olmaktadır.
Nitekim bu kez de devrimcilerin sahadaki varlığından rahatsız olanlara, bu içerikte “zırvalar” servis edildi. İşçilik-emekçilik ve “ezilen” tanımı nerede başlar, devrimcilik bunu neden ve nasıl kapsar; neden bütün düşünceler ya proletarya ya da burjuva ideolojisine tekabül eder; Dünyayı Sarsan On Gün kitabındaki işçinin “İki sınıf var, sen kimden yanasın? Burjuvaziden mi, proletaryadan mı…?” sorusu neden isabetlidir? Bu soruların yanıtı, hiç de karmaşık veya bilinmez değildir.
1989’da Taksim’e çıkmaya çalışırken vurularak katledilen 17 yaşındaki Mehmet Akif Dalcı‘nın veya 1996’da Kadıköy’de katledilen Dursun Odabaşı, Hasan Albayrak ve Yalçın Levent‘in 1 Mayıs alanındaki varlıklarını tartışma konusu yapmanın kimsenin haddine olmaması gibi Saraçhane‘deki polis barikatını zorlayan devrimcilerin varlığını da sınıf kimliğini de eylemini de sorgulamak birkaç “iliştirilmiş” gazetecinin boyunu çokça aşar.
Hafıza sorunu yaşayanlar varsa 1976-77 ve 78 1 Mayıs’ında Taksim’deki devrimci ağırlığı/yoğunluğu görmek üzere o günün fotoğraflarına bakmalarını öneririz.
Dostlar, yoldaşlar;
Sınıflar mücadelesi, steril veya tatlı suda yaşanan bir süreç değildir; bu zemindeki uyaran ve tuzak çokluğu da yeni bir durum değildir. Mao‘nun isabetle söylediği gibi “Devrim, bir ziyafet vermek, bir makale yazmak, bir resim çizmek veya bir nakış işlemek değildir.” Kayıp-kazanç-bedel diyalektiği buradan kurulmalı, buradan okunmalıdır.
Devrimciliği günü kurtarmak, görüntü vermek, her durumdan “bedelsiz” sıyrılmak olarak görenler, böyle bir dünyanın, ufkun ve yaşam biçimin ne derinliği ne de yüksekliği ve anlamı ile tanışırlar. Doğru kavrandığında görülecektir ki devrimcilik, anlamlı yaşamın kendisi, doğru tercihlerin pusulasıdır. Böyle bir YOL’da kazanç nedir, bedel nasıl tanımlanır? Bu soruların cevabını, söz konusu yaşamın özneleri verir.
“Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz” derdi 1970’li yılların devrimci marşı. Bu, acı patlıcan-kırağı ilişkisinden öte, nitelik kazanma diyalektiğidir. Gözün güneşleşmesi, gölgenin kovulmasıdır. Yumruk göğü gösterirken yumruğa değil yıldıza bakanların kardeşliğindeki tutarlılıktır.
Kapitalizmin kötülüklerinin tüm zirvelerine ulaştığı, hemen her şeyin araçsallaştırılır hale geldiği bu tarihsel süreçte, kötülüğün büyüklüğü ve çeşitliliği karşısında güzellik yaratma ihtiyacının anlam ve büyüklüğü, bu YOL’da yürüyen herkesi ve atılan her adımı güzelleştirir.
Şimdi oyalanmadan, eksiklerimizi gidererek ve yaralarımızı sararak YOL’a daha bilinçli, daha üretken ve daha birleşik koyulma zamanıdır. Dünden bugüne uzanan birikim ve deneyimleri de barındıran böyle bir yürüyüş kolunda yaşanacak yoldaşlaşma, kısa-orta veya uzun vadeli tüm mücadelelerde doğru dizilimin/saflaşmanın ve başarının koşulu olacaktır.
Devrimci Hareket
4 Mayıs 2024